YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Nazar Büyüm’ün aile tarihi yakın geçmişimizin, Bekçiyan Sırpazan’ın 2017 ve 2018’de başına gelenler ise Ermeni toplumunun bugününün özeti gibidir.

Öyle görünüyor ki Bahçeli’nin “Öcalan Meclis’te konuşsun, örgütün silah bıraktığını açıklasın, umut hakkından faydalansın” diye başlattığı hamlelerin asıl amacı, Kuzey Suriye’de yani Rojava’da siyasal Kürt hareketi tarafından oluşturulan otonom yapıyı ortadan kaldırmak. Öcalan, Kandil ya da genel olarak siyasal Kürt hareketi böyle bir adım atar mı? Pek muhtemel görünmüyor. Peki diyelim ki attı, HDP ve DEM Parti’de temsilini en güçlü şekilde bulan Türkiye’deki Kürtlere ne öneriliyor? Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla hiç. Sadece Öcalan için, o da hayli belirsiz bir “umut hakkı”. Bütün bu kilitlenme gibi görünen süreç içinde, bir de İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, "Kürtler büyük bir millettir, siyasi bağımsızlığa sahip olmayan milletlerden biridir. Onlar bizim doğal müttefikimizdir" deyince tablo iyice karmaşıklaştı.

istos yayın ve Hrant Dink Vakfı ‘60. yılında 1964 Sürgünleri ve İstanbullu Rumlar’ başlıklı bir konferans düzenliyor. Bilindiği gibi günümüzde İstanbul'un en kadim yerlilerinden olan Rumların şehirlerindeki nüfusunun bu denli azalmış olmasının başlıca nedeni, 1964 yılında alınmış olan sürgün kararı. Bu kararla İstanbul'da ikamet etmekte olan Yunan uyruklu Rumlar birkaç hafta içinde sınırdışı edilmiş, aralarında TC vatandaşlarının da bulunduğu onbinlerce İstanbullu Rum doğup büyüdükleri ve onların kimliklerini biçimlendiren şehirden koparılmıştı. 20 Kasım’da yapılacak bir günlük konferansla bu konu bizzat sürgünü yaşamış olan tanıkların da katılımı ile ele alınacak. Fener’deki Maraşlı Okulu’nda gerçekleşecek konferansa çok sayıda uzman ve akademisyenin sunumları ile katkıda bulunacak. Konferansa katılacak isimlerden Yorgos Katsanos ve konferansın açılış konuşmasını yapacak İlay Romain Örs ile 1964 Sürgünlerini ve konunun günümüzde taşıdığı önemi konuştuk.

Agos olarak okul yöneticilerini arayıp işleyişi öğrendik. Müdürler sadece mevcut durumu aktardılar. Biz de eldeki tabloyu dikkate alarak “Azınlık bayramları neden dikkate alınmıyor?” sorusunu ortaya attık. Sonradan öğrendik ki bu sorumuz okul yöneticileri tarafından ortaya atılan bir şikâyetmiş gibi algılanmış ve ilgili çevrelerde bir tür alınganlık yaratmış. Böyle bir düşünceye kapılmaya aslında hiç gerek yoktu. Çünkü soru bizim, yani Agos’un sorusuydu. Bu soruyu sormakta haklıydık, çünkü bu ülkede Ermeniler ve Rumlar –ve elbette başka haklar, dinî topluluklar da– yaşamaktadır ve bayramlar, hele ki böylesi büyük bayramlar önemlidir. Bu bayramlar niçin dikkate alınmasın?

Plan buysa hamlelerin Öcalan üzerinden yürütülmesi ve kamuoyunu hazırlama işini Bahçeli’nin üstlenmesi mantıksız değil. İyi de, hamleler ne? İktidar, Kürt sorunu olduğunu kabul etmiyor, Kürt seçmenler ise hiç de o kanıda değil.

Açık Radyo'nun karasal yayın lisansı önceki hafta RTÜK tarafından iptal edilmişti. Açık Radyo’nun yayını da 16 Ekim Çarşamba günü saat 13.00'te kesilmişti. Gazetemiz matbaaya giderken 95.0 frekansı bir haftadır sessizdi. Açık Radyo Yayın Yönetmeni Ömer Madra, radyonun susturulmasının hemen ardından programcılar ve çok sayıda dinleyicisinin katılımıyla radyo önünde bir basın açıklaması yapmış ve şöyle demişti: “Açık Radyo’nun karasal yayın lisansının iptaliyle birlikte, FM yayına bağlı sürdürülen eş zamanlı internet yayını da sona erdi. Ancak karasal yayın lisansının iptali, radyonun kapanması anlamına gelmiyor. Radyonun yayıncı olarak başvurma hakkı olan farklı lisans biçimleri mevcut ve bunlardan biri ile yayının sürdürülmesi planlanıyor. Ayrıca karara karşı yürütmenin durdurulması istemli dava açılmış olup, hukuki süreçler halen devam etmektedir.” Son durumu Açık Radyo ekibinden İlksen Mavituna ile konuştuk.

24 Nisan’da yayınlanan Açık Gazete programında söylenen sözler nedeniyle RTÜK tarafından verilen beş programlık yayın durdurma ve para cezasıyla başlayan bir süreç bu. Teknik olarak lisans bu yüzden değil, –RTÜK’e göre– ceza uygulanmadığı için iptal edildi ama tabloya yakından bakmakta ve Anayasa Mahkemesi'nin tam da bu konuda verdiği emsal sayılacak bir kararını hatırlamakta fayda var.

Gerçekten de nereden çıkmıştı bu “İsrail Türkiye’ye saldıracak” lafı? Kimse bilmiyor. Öyle bir ihtimal görünmediği gibi, İsrail’in böyle bir niyeti de zaten olamaz. Bu sözü acaba Bahçeli’nin DEM partiyle tokalaşması ile birlikte düşünmeli miyiz peki?

Bir insanın hayatından yedi yıl, böylesi bir ‘hesaplaşma’ güdüsüyle alındı, alınıyor. 12 Eylül darbesinden bahsetmiştim. Geçen gün şunu hatırladım: 12 Eylül darbesi döneminde bile yedi-sekiz yıl sonra tahliyeler başlamıştı. Evet, içinde yaşadığımız dönemi 12 Eylül gaddarlığıyla karşılaştırmak kimi zaman yersiz kaçabiliyor ancak yaşadıklarımızı 12 Eylül’le karşılaştırabiliyor olmak bile, nasıl bir hukuk sistemi içinde olduğumuzu bize anlatmıyor mu?

Buradan satır arası okumak suretiyle Türkiye’nin “Zengezur” projesini tekrar gündeme getirdiğini Ermenistan’ın buna “Barış Kavşağı” projesi ile yanıt verdiğini varsayabiliriz. Bu açıdan bu konuda bir ilerleme olup olmadığını anlamak zor. Ancak görüntülere bakarak da şunları söyleyebiliriz. Görüşme başladığında hayli gergin olan yüz ifadeleri Erdoğan’ın Paşinyan’a kendi yazdığı "Daha Adil Bir Dünya Mümkün" kitabını hediye ettiği sıralarda gevşemiş görünüyor. Hatta Paşinyan’ın kitabı teslim alırken neşeli bir ifade takınması, Ermenistan’da eleştiri konusu bile oldu.