PARRHESİAPAR

PARRHESİAPAR

Ermeni kültüründe Noel, tarihsel ve dinî anlamlarının yanı sıra geleneksel ve toplumsal değerlerin yaşatıldığı bir bayram. Bu gelenekler Anadolu, Mezopotamya ve Trakya topraklarında da yıllar boyu farklı şekillerde sürdürülmüş. Her bölgenin kendine has geleneklerinden izler, bugün hâlâ İstanbul’da Ermenilerin evlerinde görülebilse de, bazı gelenekler maalesef zamanla unutulmuştur. Örneğin, geçmişte Rodosto bölgesindeki Ermeniler yeni yıl sofralarında perhize uygun yedi çeşit yemek bulundururmuş. Yemeğe başlamadan önce yetişkinlerin yedi kadeh rakı içmesi gerekirmiş; bu ritüele ‘okhdı rakhi’ [adak rakısı] adı verilirmiş.

Şu anda Halep’teki Surp Asdvadzadzin ve Surp Krikor Lusavoriç kiliselerinde ve diğer kiliselerde ayinler düzenli olarak yerine getiriliyor. Ancak şehirde yaşam zorluklarla dolu. Hâlâ ciddi bir ekonomik kriz var. Enflasyon ve işsizlik devam ediyor, para birimi değer kaybediyor. Bu durum Ermeni diasporasının devreye girerek Suriye'deki Ermenilere destek olmasını gerektiriyor.

Hangardz tiyatro ekibinin Saroyan’ın eseri üzerinden başladığı ev arayışı bir belgesele dönüşürken, Koçar’ın heykelindeki boşluklar, amorf ve tutarsız bir aradalık, Hangardz ekibinin belgeselinde de gördüğümüz üzere evin tek tanımla ve yekpare bir formda temsil edilemeyeceğinin bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.

Rober Koptaş, roman yazarlığına ilk adımını attığı ‘Unufak’la 20. yüzyıl Ermeni toplumunun deneyimlediği acılara ve yıkıcı toplumsal olaylara üç kuşak üzerinden kurguladığı bir hikâyeyle dokunmaya çalışıyor.

Haftalar önce, İsrail Ordusu, ülkenin güneyinde yaşayanlara X (eski Twitter) üzerinden evlerini terk etmeleri ve “daha güvenli yerlere yerleşmeleri” talimatı verince, yaşadığımız bölgelere çok sayıda mülteci geldi. Burç Hamud’da kıyafet mağazası olan arkadaşım Zaven, “50-60 yaşlarında, siyah giysili, başörtülü üç kadın dükkâna gelip çalışana ihtiyacım olup olmadığını sordular. İş arıyorlardı. Yüreğim paramparça oldu. Zaten hiç iş yapamıyorum, onlara bir şey diyemedim” dedi. Çok geçmeden, evimin önünde bir kadın beni durdurup “Bildiğiniz kiralık ev var mı?” diye sordu. Burada uygulanan politika, yaptığımız okumalara ve çalışmalarımıza yansıyan sömürgeci ve emperyalist iştahtan farklı değil; cezasızlıkla korunarak, insanları topraklarına bağlayan her şeyi yok etmeye devam ediyor.

İstanbul’da Abdullah Biraderlerin yanında yetişen Cevahirciyan, 1889’da veya 1890’da, Ankara’daki ilk fotoğraf stüdyosunu kurmuş. 1910’ların ortalarına kadar resmî binaların temel atma törenleri, açılış törenleri, resmî kutlamalar gibi olayları fotoğraflamış. Dildilyan Biraderlerden Tsolag, Ankara’dan önce Sivas’ta da stüdyosu olduğu düşünülen Cevahirciyan’ın yanında çıraklık yapmış ve mesleği ondan öğrenmiş.

Rugiatu Neneh Turay 11 yaşında maruz kaldığı genital mutilasyon (kadın sünneti) hikâyesini her fırsatta anlatan bir aktivist. Annesini kaybetmesinin ardından teyzelerinin teşvikiyle, genç kızlıktan kadınlığa geçiş ritüeli adı altında maruz kaldığı genital mutilasyon, kendi sözleriyle onu hayat boyu “sakat” bırakmış. Yıllar içinde bu geleneğe karşı intikam duygularını yapıcı bir öfkeye dönüştüren Turay, Amazonia İnisiyatifi Hareketini (AIM) kurmuş ve bu uygulamaya karşı mücadele yöntemlerini araştırmaya başlamış. Başlangıç noktalarından biri, ataerkil şiddetin kadınlar tarafından kız çocuklarına uygulandığı yer olmuş.

Beyrut'ta doğup büyüdüm. Özellikle Ermeni mahallesi Burç Hamud’da büyüyen biri olarak, kimliğimin karmaşıklığı içinde gezindim durdum. Kürkçüyan, 1968 yılında yazdığı “Çok Bilinmeyenli İkinci Bir Denklem” başlıklı makalesinde diaspora Ermenilerinin bu varoluşsal mücadelesini ele aldı. Diasporadaki Ermeni kimliğinin doğası hakkında önemli sorular ortaya attı.

Hikâyeyi insan-olmayanın perspektifinden anlatan, sadece köpeklerin seslerini duyduğumuz, sözsüz bir film olan ‘Chienne d’Histoire’ın [Hayırsız Ada] ardından, yine Avedikian’ın, 1910’daki köpek katliamından 100 yıl sonra İstanbulluların sokak köpekleriyle ilişkilerini konu alan ‘Histoire de Chiens’ [Köpek Hikâyeleri] adlı belgeseli gösterildi. Şehir sakinlerinin birbiriyle çelişen söylemlerine, şehrin dinamik ve oturmamış karakterine, insanlar ile köpekler arasındaki dostluklara odaklanan bu filmde, ilk filmin aksine, köpeklerle kurdukları ilişkileri insanların ağzından duyduk. Bu film, üslubuyla, ilk filmin üzerimizde bıraktığı ağırlığı bir an için de olsa hafifletti.

Parrhesia Kolektif’le tanıştığımda, bu kelime benim için çok özel bir anlam kazandı. Parrhesia Kolektif, kelimenin Antik Çağ’daki kullanımından farklı olarak, Ermenice düşünüp konuşan, Ermenice okuyan ve yazan bir kadın topluluğunun adı.