PARRHESİAPAR

PARRHESİAPAR

Ermeniler 1915’ten çok önce, maruz kaldıkları aşırı vergilendirme ve vilayetlerde sürmekte olan diğer baskıcı politikalar nedeniyle, ABD’ye göç etmeye başlamışlardı. Bu göç merkezlerinden en iyi bilineni, William Saroyan’ın da memleketi olan Fresno. Bir diğeri ise, kuşkusuz, Philadelphia. Bugün de Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bir eyalet olan Philadelphia’daki Ermeni ailelerin, Osmanlı vilayetlerinde yaşayan akrabalarıyla çok sayıda mektuplaşmaları, fotoğrafları, yani Ermenilerin 20. yüzyıl başındaki günlük hayat koşullarını belgeleyen aile arşivleri bulunuyor. Geçen yıl Stockton ve Montclair üniversitelerinde düzenlenen ‘The Armenian Genocide, One Family’s Story’ [Ermeni Soykırımı: Bir Ailenin Hikâyesi] başlıklı sergi, bunun iyi örneklerindendi.

Kumkapı’da, eski balıkçılar mahallesinde çekilmiş karelerin ‘Kumkapı Balıkçıları’ başlığı altında bir seçki olarak sergilenmesine, Ara Güler’in 1952 yılında, henüz genç bir foto muhabiriyken hazırladığı, Jamanak gazetesinde yayımlanan ‘Kumkapı Ermeni Balıkçılarıyla Birlikte’ başlıklı yazı dizisi ilham olmuş. Sergide, imzası niteliğinde olan ünlü fotoğrafların yanı sıra daha az bilinen kareler de bulunuyor. Âdeta imza hâline gelmiş, kimi zaman toplu hâlde, kimi zaman tek başına kadraja girmiş balıkçıların ve merametçilerin fotoğraflarında, hemen gözümüze çarpan kadınlar da var; en çok dikkat çeken de, Merametçi Saten Hanım.

24 Nisan Çarşamba günü, Nesim Ovadya İzrail’le birlikte, yaklaşık yirmi kişilik katılımcıyla yaptığımız hafıza yürüyüşü de, bizi mekânın hafızasıyla ve kitaplardan bildiğimiz, hikâyelerini okuduğumuz, anma törenlerinde fotoğraflarını gördüğümüz Ermeni düşünürlerin buluştuğu noktaya götürdü âdeta. Bir katılımcının da belirttiği gibi, yürüyüşümüzde, “resmî tarihten farklı olarak, daha gerçek gibi karşımıza çıkıyor[du] yaşananlar.”

Sergi kataloğunun da yazarı olan Pogossian, sergide Marco Polo’nun söz konusu bölgelerde görmüş olabileceklerini canlandırmak için, özellikle Ermenistan’daki El Yazmaları ve Araştırmaları Enstitüsü Matenadaran’dan, Ermenistan Tarih Müzesi’nden ve Venedik’teki Mıhitaryan Manastırı’ndan eserlerin biraraya getirilmesini sağlamış; bu kurumlardan, Marco Polo’nun geçtiği şehirlerde ya da bölgelerde bulunmuş haçkarlara ait parçalar getirtmiş.

Bursa yakınlarındaki Sölöz’de doğup büyüyen Hagop Oşagan’ın diasporada çok iyi bilinen bir yazarken, Türkiyeli Ermeniler arasında pek tanınmaması, eserlerinin Türkçeye çevrilmemiş olması önemli bir eksiklik. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine ve vilayetlerdeki günlük hayata dair çok önemli veriler sunan bu eserler, edebiyat ile tarihin kesiştiği noktalarda son derece aydınlatıcı olacaktır.

Uzun bir araştırma ve yazım sürecinin ürünü olarak ortaya çıkan ‘The Prospectors’ romanındaki tarihsel çerçeve, baba tarafından Ermeni olan Djanikian’ın Amerikalı annesinin aile geçmişine dayanıyormuş. Djanikian romanı yazarken eski, yeni ve özellikle Klondike bölgesine dair unutulmuş kaynakları incelemiş ve edindiği bilgilerle, resmî tarih ile kişisel tarihten kesitleri birleştiren bu hikâyeyi kurgulamış.

Getronagan öğrencileri her bir kadın karakteri sadece metin üzerinden değil, o karakter gibi giyinerek, konuşarak, hareket ederek ve iletişime geçerek de yaşıyor. Ekmekçioğlu’nun, gösteriye eşlik eden ‘Hay Gin’ kitapçığında yer alan ‘Zaruhi Bahri’nin İzinde’ başlıklı yazısında paylaştığı, “Büyüdüğümüz yıllarda bu kadınların hikâyeleri hakkında bilgimiz olsaydı nasıl kadınlar olurduk?” sorusu, eminim bugün de birçok Ermeni kadının içinde beliren bir sorudur.

Çağrışımları çok yüksek olan bu performansı, depremin, savaşların, dolayısıyla zorunlu göçlerin tüm hücrelerimizde çok yer kapladığı bir zamanda her izleyici farklı şekillerde yorumlayabilir. Aile tarihindeki göç hikâyelerindeki boşlukları tamamlamaya çalışan benim gibi Ermeniler için bu hikâyenin, iç dünyalarındaki yankıları çok güçlü.

Harutyunyan 1860’ta, Harput’un güneyindeki Tılgadin (Huylu, bugünkü resmî adı Kuyulu) köyünde doğmuş, genellikle gazete yazıları, gezi notları, oyunları ve kısa öyküleriyle tanınmıştır. Tılgadıntsi, gezi yazılarında Ermenilere ait mülklerin ve manastırların durumunu eleştirel bir bakış açısıyla aktarmakla yetinmez, günlük hayatın koşullarıyla ilgili detayları, felaketin gelişini, âdeta kehanette bulunur şekilde, etnografik bir incelikle sunar.

Malatyalı bir Ermeni aileden gelen Hrant Dink, taşra/kavar ile İstanbul arasındaki uçurumun orta yerinde, kendi günlük hayatından sıyrılarak tarihsel kimliğine büründü. Yok edilmeyle, izlerinin silinmesiyle, tutulamayan yaslarla, sonsuz adaletsizlik hissiyle örülü bir kimlik bu.