OHANNES KILIÇDAĞI
Yolsuzluk utandırıcı ama şaşırtıcı değil
Küçük bir topluluk olan Türkiye Ermeni toplumunda bu kadar çok usulsüzlüğün, yolsuzluğun olması hem üzücü hem utanç verici. Bunların bu kadar sık olması, tek tek bireylerin ahlaki durumundan ziyade sistematik bir soruna işaret ediyor. Türkiye Ermeni toplumunun vakıflarının yönetimini ve denetimini belli bir koordinasyon içinde bir yapıya kavuşturmanın gerekliliğini ben on dört yıldır buradan yazmaktan yoruldum.
Zor zamanlardan zor zamanlara
Kitabı okuyan biri bu dönem boyunca Ermeniler üzerindeki baskının büyüklüğünü, havanın ağırlığını kavrayabiliyor. O kadar ki, ayrıntılarını kitapta bulacağınız Manuel Yergatyan ve Hrant Güzelyan’ın (Küçükgüzelyan olarak da kullanılıyor) davalarında görüldüğü gibi, soykırım sonrasında Anadolu’da kalmış bir avuç Ermeni’nin çocuklarının İstanbul’a getirilip okullara kaydedilmesi bile suçmuş gibi muamele görüyor. Yalnız o da değil, çeşitli ülkelerdeki çeşitli Ermeni kurumları arasında bağlantı ve yardımlaşma olması da başlı başına bir suçmuş gibi gösteriliyor.
12 Eylül döneminde Ermeniler
Türkiye Ermenileri için hayat hiçbir zaman kolay olmadı ama bu kitap onlar için özellikle zor geçen bir zaman dilimini, 1970’lerin başlarından 1990’ların sonuna kadar olan dönemi mercek altına alıyor. Korucu, hem dönemin basınında yayımlanmış haberleri geniş bir şekilde taramış, hem de o günleri yaşamış 22 Türkiyeli Ermeni’yle söyleşiler yapmış. Dolayısıyla, kitap, veri anlamında sağlam bir zemine oturuyor.
On sekiz sene
“Cinayeti kim işledi?” sorusuna gelecek olursak, deminden beri söylediğim sebeplerden dolayı bu soruya nokta atışı bir cevap vermek benim için zor. Fakat, bu soruya cevap vermek için sadece davalara değil cinayetten evvelki yıllara, Hrant Dink’i kimlerin hedef gösterdiğine de bakmak gerekir, zira öyle görünüyor ki insanlar o yılları unutma eğiliminde.
‘Tek liste’ meselesi
Alcan’ın, bir araya getirdiği 20 küsur kişilik bir grup varken, bu kişilere dönüp “Sizi ben hareketlendirip bir araya getirdim ama şimdi daha cazip bir teklif var, onun için ben ayrılıyorum” demesini beklemek ne kadar gerçekçi, sizin takdirinize bırakarak şu ‘tek liste’ hakkında birkaç şey söylemek isterim.
Her şeyden önce, hangi seçim olursa olsun, ortada tek bir aday, tek bir liste varsa o seçimin seçim vasfı –tamamen ortadan kalkmasa da– çok ciddi zaafa uğrar. Birden fazla aday, birden fazla liste olacak ki onun adı seçim olsun. Ha, bir seçimde sürecin doğal akışı içinde birden fazla aday, birden fazla liste çıkmayabilir; o da bir aksaklığa, tuhaflığa veya zafiyete işaret eder ama kimseyi zorla aday yapamayacağımız için yapacak bir şey olmayabilir. Fakat, özellikle tek liste olması için çalışmak tartışmalı bir durum yaratır.
Akan zaman ve nostalji
Malum olduğu üzere nostalji öyle bir hissiyat ki geçmişin kötü, çirkin, olumsuz yanlarını törpüleyip onu neredeyse kusursuz bir zaman dilimi olarak algılıyor; geçmişte bir güvenlik ve huzur hâli gerçekten var olsa da olmasa da o güvenlik, huzur, dertsizlik hâlini geçmişe atfediyor. Nostalji, aynı zamanda bir devamlılık ve dolayısıyla bir mana hissinin doğmasını kolaylaştırıyor. Geçmiş, sadece artık ulaşılamaz olduğu için iyi ve güzel bir şey hâline geliyor. Akıl, nostalji hakkında bu teşhisleri yapsa da gönül geçmişe iyi gözle bakmaya devam edebiliyor.
Tomo’nun nesli
Bu kuşağın kaybı veya sonlanması tek tek değerli insanların yitirilmesinden öte, bir zihniyetin, bir haletiruhiyenin, bir çabanın yitirilmesi demek olduğu için de büyük bir kayıp. Biz sonraki kuşakların onlara karşı bir borcu da bu kaybın acısını telafi veya tamir, o da değilse varoluş inadını canlı tutmaktır sanırım.
Gitmek zorunda olmamanın değerini bilmek
Unutmamak gerekir ki mülteci durumuna düşenlerin de bir zamanlar tıpkı bizimki gibi normal ve rutin bir hayatları vardı, en azından onlara öyle geliyordu. Bu ihtimalin kuvvetli mi yoksa zayıf mı olduğu, içinde yaşadığınız sosyoekonomik ve sosyopolitik yapının ne kadar istikrarlı, ne ölçüde mutabık kalınmış kurallar ve süreçler üzerine oturduğuyla ilgilidir tabii. İç barışını tesis edememiş, bir kesimin başka bir kesimi baskı altında tuttuğu, üzerinde mutabık kalınmış kuralların yani hukukun değil gücün hüküm sürdüğü toplumlarda bu ihtimal daha kuvvetlidir.
Vakıflardan yolsuzluk haberleri gelmeye devam ediyor
Kötü örnekler birbiri arkasına gelmeye devam ediyor. Peki neden böyle oluyor? Bunlar birer tesadüf mü? Sadece yanlış insanların yönetime gelmesinin bir sonucu mu? Hayır değil. Sistem daha doğrusu sistemsizlik yüzünden oluyor bu yolsuzluklar. Zaten yönetim mekanizmalarında denetleme, yanlış insanların önünü kesmek için vardır. İnsanların hepsi doğru olsaydı denetleme mekanizmalarına bu kadar ihtiyaç duymazdık ama insanlar sonuçta melek değil, insan.
“Ermenilerin başına gelen Kürtlerin de başına gelir mi?”
Çeşitli etno-dinsel grupların birbirlerinin yerleşim yerlerini basarak katliam yapmaları bir şeydir, bir halkın geniş bir coğrafyadan toplu olarak yok edilmesi başka bir şey. Bu, birincisinde bir sorun yok veya grupların karşılıklı olarak birbirini öldürmesinde anormal veya yanlış bir şey yok demek değildir. Fakat, birinci ile ikinci arasında nitelik farkı vardır. Etnik çatışma ve soykırım farklı şeylerdir ama birçok durumda soykırım öncesinde etno-dinsel gruplar arasında uzun süreli çatışma olmuştur zaten. (Sanırım, Yahudi Soykırımı’nın burada bir istisna olduğu söylenebilir.)