OHANNES KILIÇDAĞI
Farklı telden çalanlar aynı nağmeyi nasıl tutturacak?
Bu yazıda, Öcalan’ın açıklamasının kapsamlı bir analizinden ziyade ‘silah bırakma’ meselesi üzerinde durmak istiyorum. (Sadece şu kadarını söyleyeyim ki metindeki kimi ifadeler insana “Öcalan’ın tecridi sandığımızdan da sıkıymış” dedirtecek derecede sahadaki gerçeklikten kopuk.) Elbette, silahların bırakılması her zaman nihai hedef olmalıdır. Silahla yaşamanın kendisi daimî bir amaç olamaz, olmamalı. Eşyanın tabiatına aykırı. Gelgelelim, ‘silah bırakma’ öncesiyle sonrasıyla bir plana, projeye, takvime dâhil edilmediği zaman tek başına çok manalı değil, nihai hedefe ulaşması da zor.
ERVAB ne yaşar ne yaşamaz
Yıllardır, Türkiye Ermeni toplumunun vakıflarının ve vakıf çatısı altında toplandıkları için okullarının ve diğer kurumlarının koordinasyon içinde çalışabilmesi için ortak bir teşekküle, az çok merkezî bir yapıya ihtiyaç olduğunu söylemekten yorulduk. Dolayısıyla, bu açıdan bakınca ERVAB gibi bir organın olması gerektiği açık; açık ama böyle bir organın düzenli, istikrarlı ve etkili çalışabilmesi için birtakım koşulların hayata geçirilmesi gerekiyor. Bunların başında, böyle bir organın çalışma ilkelerinin, nasıl bir yönetim yapısı olduğunun, hangi alt kurul veya komisyonları olduğunun, bunların nasıl oluşturulduğunun ve sorumluluklarının ne olduğunun, gerekli görevlere seçimlerin nasıl yapıldığının ve kararların nasıl alındığının yazılı ve resmî olarak kayda geçirilmesi geliyor.
İtimatsızlık bürosu
Söz konusu olan artık herhangi bir kişinin yaptığı herhangi bir spesifik yolsuzluk vakası değildir, ortada artık genel bir şüphe ve güven bunalımı vardır. Bunun aşılabilmesi için tam da Patrikhane’nin bir yıl evvel talep ettiği gibi kapsamlı bir mali inceleme yapılması gerekiyor. Ayrıca, ortada en azından henüz belli kişi veya kişiler hakkında bir ceza davası yok, dolayısıyla “Kanıtla gelin” demenin de çok manası yok. Öyle bir kanıt olduğu zaman iş zaten davaya dönüşür.
Soykırım inkârı cahilleştirdi
Belgeselde konuşan Ankara eski Emniyet Müdürü Cevdet Saral, ameliyat sonrasında Ekmekçiyan’ın narkozlu hâlinden de faydalanmak için, beyaz doktor gömleği giyerek onu sorgulamaya başlıyor. Saral’ın kendi ifadesine göre, “Bununla nasıl anlaşacağım” diye düşünürken, “İyi misin?” manasında yaptığı bir el hareketine Ekmekçiyan “Eyi ya, eyi ya” diye cevap verince Saral şaşırıyor. Saral da anlaşılan merakını yenemeyip ona şu soruyu sormuş: “Nereden, neden icap etti de Türkçe öğrenme ihtiyacı hissettin? Yaşadığın yer Türkiye değil, Türkiye’yle bir bağlantın yok.” Saral, Ekmekçiyan’ın verdiği cevabı “çok enteresan” olarak nitelendiriyor ve anlatıyor: “Beyrut’ta aklımda kaldığı kadarıyla bir semt adı söyledi, ‘Burç Hamud şeklinde bir semtte Ermeniler ağırlıklı olarak yaşarlar’ dedi. ‘Gezdiğiniz zaman göreceksiniz ki orada bütün müzikler Türkçedir, filmler Türkçedir’ dedi. Burada Saral’ın şahsında, yazının girişinde bahsettiğim, Ermeniler ve ilgili tarih hakkındaki toplu cahilliğin cisimleşmiş hâlini görüyoruz.
Yolsuzluk utandırıcı ama şaşırtıcı değil
Küçük bir topluluk olan Türkiye Ermeni toplumunda bu kadar çok usulsüzlüğün, yolsuzluğun olması hem üzücü hem utanç verici. Bunların bu kadar sık olması, tek tek bireylerin ahlaki durumundan ziyade sistematik bir soruna işaret ediyor. Türkiye Ermeni toplumunun vakıflarının yönetimini ve denetimini belli bir koordinasyon içinde bir yapıya kavuşturmanın gerekliliğini ben on dört yıldır buradan yazmaktan yoruldum.
Zor zamanlardan zor zamanlara
Kitabı okuyan biri bu dönem boyunca Ermeniler üzerindeki baskının büyüklüğünü, havanın ağırlığını kavrayabiliyor. O kadar ki, ayrıntılarını kitapta bulacağınız Manuel Yergatyan ve Hrant Güzelyan’ın (Küçükgüzelyan olarak da kullanılıyor) davalarında görüldüğü gibi, soykırım sonrasında Anadolu’da kalmış bir avuç Ermeni’nin çocuklarının İstanbul’a getirilip okullara kaydedilmesi bile suçmuş gibi muamele görüyor. Yalnız o da değil, çeşitli ülkelerdeki çeşitli Ermeni kurumları arasında bağlantı ve yardımlaşma olması da başlı başına bir suçmuş gibi gösteriliyor.
12 Eylül döneminde Ermeniler
Türkiye Ermenileri için hayat hiçbir zaman kolay olmadı ama bu kitap onlar için özellikle zor geçen bir zaman dilimini, 1970’lerin başlarından 1990’ların sonuna kadar olan dönemi mercek altına alıyor. Korucu, hem dönemin basınında yayımlanmış haberleri geniş bir şekilde taramış, hem de o günleri yaşamış 22 Türkiyeli Ermeni’yle söyleşiler yapmış. Dolayısıyla, kitap, veri anlamında sağlam bir zemine oturuyor.
On sekiz sene
“Cinayeti kim işledi?” sorusuna gelecek olursak, deminden beri söylediğim sebeplerden dolayı bu soruya nokta atışı bir cevap vermek benim için zor. Fakat, bu soruya cevap vermek için sadece davalara değil cinayetten evvelki yıllara, Hrant Dink’i kimlerin hedef gösterdiğine de bakmak gerekir, zira öyle görünüyor ki insanlar o yılları unutma eğiliminde.
‘Tek liste’ meselesi
Alcan’ın, bir araya getirdiği 20 küsur kişilik bir grup varken, bu kişilere dönüp “Sizi ben hareketlendirip bir araya getirdim ama şimdi daha cazip bir teklif var, onun için ben ayrılıyorum” demesini beklemek ne kadar gerçekçi, sizin takdirinize bırakarak şu ‘tek liste’ hakkında birkaç şey söylemek isterim.
Her şeyden önce, hangi seçim olursa olsun, ortada tek bir aday, tek bir liste varsa o seçimin seçim vasfı –tamamen ortadan kalkmasa da– çok ciddi zaafa uğrar. Birden fazla aday, birden fazla liste olacak ki onun adı seçim olsun. Ha, bir seçimde sürecin doğal akışı içinde birden fazla aday, birden fazla liste çıkmayabilir; o da bir aksaklığa, tuhaflığa veya zafiyete işaret eder ama kimseyi zorla aday yapamayacağımız için yapacak bir şey olmayabilir. Fakat, özellikle tek liste olması için çalışmak tartışmalı bir durum yaratır.
Akan zaman ve nostalji
Malum olduğu üzere nostalji öyle bir hissiyat ki geçmişin kötü, çirkin, olumsuz yanlarını törpüleyip onu neredeyse kusursuz bir zaman dilimi olarak algılıyor; geçmişte bir güvenlik ve huzur hâli gerçekten var olsa da olmasa da o güvenlik, huzur, dertsizlik hâlini geçmişe atfediyor. Nostalji, aynı zamanda bir devamlılık ve dolayısıyla bir mana hissinin doğmasını kolaylaştırıyor. Geçmiş, sadece artık ulaşılamaz olduğu için iyi ve güzel bir şey hâline geliyor. Akıl, nostalji hakkında bu teşhisleri yapsa da gönül geçmişe iyi gözle bakmaya devam edebiliyor.