Devlet zihniyetinin ve müesses nizamın öteden beri en çok çekindiği, hatta korkulu rüyası diyebileceğimiz şey, şehirli eğitimli orta üst sınıf Türklerin Kürt siyaseti ve toplumuyla fikirsel, eylemsel, duygusal ve moral bir yakınlaşmaya girmesidir.
Bugünlerde Ekrem İmamoğlu’nun ve onun yanı sıra bazı diğer CHP’li belediye başkanlarının maruz bırakıldığı operasyondan başka bir şeyden bahsetmek çok mümkün değil. Malumu bir kez de buradan ifade etmekle başlayalım: Bu operasyonlar, Recep Tayyip Erdoğan’ı koltuğundan etmesi en muhtemel siyasi figür olan Ekrem İmamoğlu’nu saf dışı bırakmaya yönelik planın bir parçasıdır. Bunu derken, gözaltına alınan 100 küsur kişiye toptan kefil olmuyoruz tabii. Hatta, bunlardan bazılarının irili ufaklı yolsuzluklara karışmış olması da ihtimal dâhilindedir. Fakat öyle bile olsa bu, yapılanın Ekrem İmamoğlu’nu siyaseten devre dışı bırakma operasyonu olduğu gerçeğini değiştirmez. İktidar çevreleri birkaç koldan bu amaç için çalışıyor. Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının, durum bu kadar vahim olmasa komedi denebilecek bir şekilde iptal edilmesinin hemen ardından yolsuzluk ve terör suçlamaları geldi.
Bunun kombine bir plan olduğu, adımların böyle arka arkaya gelmesinden anlaşılıyor. Tabiri caizse İmamoğlu’na aynı anda birkaç kanca taktılar. Bunları kademe kademe yapsalardı her defasında tekrar bir tepki yükselecekti; muhtemelen bir kereden yapıp, toplumsal tepkinin tekrarlanmasının önünü almak istediler. Bu kadar büyük bir tepkinin yükselmesini hesap ediyorlar mıydı, muhtemelen hayır ama iktidar açısından da ok yaydan çıktı, onlar için de dönüş yok, zira bu süreçte geri adım atmaları iktidarlarını kaybetmelerini daha da muhtemel hâle getirecektir. Şimdi o kancalara bağlı ipleri ellerinde tutacaklar, duruma göre birini veya birden fazlasını çekecekler, artık hangisi ‘av’ı getirirse – diplomaysa diploma, yolsuzluksa yolsuzluk, terörse terör…
“Bırakalım yargı çalışsın, kararını versin” diyenler var. Bu gibi sözler bu saatten sonra skeç repliği olur ancak. Bunları 13-15 sene evvel söyleseydiniz belki en azından bir kısım insanı ikna edebilirdiniz. Yargı bağımsızlığının, tarafsızlığının çoktan ortadan kalktığı, yargının iktidarın bir aparatı hâline geldiği, savcıların ve hâkimlerin hukuka aykırı karar ve uygulamalarının alıp yürüdüğü bu ortamda, böyle sözlerin inandırıcılığı sıfır. O tren kaçtı.
İçinden geçtiğimiz sürecin konuşulacak çok yönü var. Bunlardan biri de, bu operasyonun, CHP ve DEM Parti ile bunların tabanları arasındaki ilişkiye etkileridir. Görünen o ki burada parti yönetimleri ve tabanlarının yaklaşımları tam olarak örtüşmüyor. Mansur Yavaş’ın bütün sabotaj çabasına (kim bilir, belki bunun için görevlendirilmiştir – gerçi buna da gerek yok, ‘doğal’ duruşu böyle bir sabotaj için yeterli zaten) rağmen başta Özgür Özel olmak üzere CHP yönetimi ve öte yanda DEM yöneticileri, dayanışmayı olumlayan, destekleyen yaklaşımlar gösterirken sosyal medya ve sokağın sağladığı veriler, tabanların bu yakınlaşma ve işbirliğine daha mesafeli olduğunu gösteriyor.
Parti düzeyinde baktığımızda hem Özgür Özel hem Tülay Hatimoğulları, Salı günü yaptıkları grup konuşmalarında bu konuda gayet yerinde mesajlar verdiler. Özel, konuşmasında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın İmamoğlu için düzenlediği tutukluluk talep evrakından kent uzlaşısını kriminalize eden bir bölüm okudu ve orada söylenenlerin suçlama değil ancak övgü olabileceğini söyledi ve ekledi: “Batıdaki Kürtlerin yönetimde temsil edilebilmeleri için belediye meclis üyeliklerine yazılmaları terörse ben terörist olayım kardeşim, demokrasi bunun adı, demokrasi.”
Hem demokratik açıdan hem CHP açısından çok net, doğru ve doğru ifade edilmiş bir tavır bu. Beri yanda, Tülay Hamitoğulları da grup konuşmasında iktidarın Ekrem İmamoğlu ve tutuklanan diğer belediye başkanlarına yönelik tutumuna karşı net mesajlar verdi. Protesto hakkını kullanan insanlara çok ağır bir şiddet uygulandığını, iktidarın hukuk tanımadığını söyleyerek, direnen gençlere ve halklara selam gönderdi. “Demokrasi ve adalet için direnmek haktır” dedi ve iktidara da seslendi: “Buradan iktidara sormak istiyorum, siz kent uzlaşısını suç olarak gören anlayışla nasıl bir Türkiye uzlaşısı sağlamayı düşünüyorsunuz acaba? ‘Kent uzlaşısı suç’ demek, Kürt düşmanlığıdır. Aynı zamanda, ‘Kürt İstanbul’da kendini temsil edemez’ demektir, ‘Ankara’da, İzmir’de kendini temsil edemez’ demektir. Bunu kabul etmek mümkün değil.”
Bunlar da tam yerinde sorulmuş sorular ve yapılmış yorumlar. Özel ve Hatimoğulları’nın bu konudaki yorumları birbiriyle uyumlu ve birbirini tamamlıyor.
Devlet zihniyetinin ve müesses nizamın öteden beri en çok çekindiği, hatta korkulu rüyası diyebileceğimiz şey, şehirli eğitimli orta üst sınıf Türklerin Kürt siyaseti ve toplumuyla fikirsel, eylemsel, duygusal ve moral bir yakınlaşmaya girmesidir. (Öyle anlaşılıyor ki bağımsız bir Kürdistan’dan daha azına hiçbir şekilde razı olmak istemeyen bir kesim Kürt de devletin bu endişesini paylaşıyor.)
Bu ortamda böyle bir yakınlaşma devlet nezdinde daha da tehlikeli görünecektir ve dolayısıyla bunu engellemek için gerek parti düzeyinde gerek sokakta girişimlerde bulunmaları şaşırtıcı olmaz. Hatta bu minvalde, mevcut karmaşadan istifade Mansur Yavaş’ı, hazır kurultaya da gidiliyorken, CHP’ye genel başkan yapmak için bir hamle yapabilecekleri de tahmin edilebilir veya edilebilirdi, fakat Özgür Özel’in şu son iki haftada gösterdiği olumlu anlamda şaşırtıcı liderlik performansı ve kararlı duruşu, kurultayda başka bir adayın kazanma ihtimalini epey düşürdü.