OHANNES KILIÇDAĞI
Ortaköy’ün mıntıka temizliği
Haklarını yemeyelim, yönetim kurulu içindeki bazı üyeler de bu durumdan rahatsızlar ama sanırım gerekli adımları atamıyorlar. Onları engelleyen nedir bilmiyorum. Takip edeceğimiz bir başka konu da bundan bir sonuç çıkıp çıkmayacağı. Umulur ki bu tatsız hadise en kısa zamanda usulünce kapanır ve Ortaköy’ün icraatlarının gölgelemez. Geçen hafta yazımdaki bir ifade sebebiyle hem yönetim kurulundan, hem de yönetim kurulu dışından bana ulaşan bir serzenişe de değinmem ve açıklık getirmem gerekiyo
Geçiştirme kabul edilemez
Başta bahsettiğim bu sorunların sadece Ortaköy’ün sorunu veya sadece Ortaköy’de olan sorunlar olmadığı hususuna gelince, son bir-iki senede yaşanan skandal boyutundaki hadiseler bile bunu göstermeye yeter. İtimat Büro’da olup bitenler, Büyükdere ve Beyoğlu’nun önceki yönetimlerinin uygulamaları, işte Ortaköy... Bunlar alenileşmiş olanlar. Hiçbir vakfın yönetim kurulunu peşinen itham edemeyiz tabii ama tüm bu yaşananlara bakınca insan ister istemez “Acaba diğer vakıflarda da benzer işler oluyor da onlar ‘Kol kırılır yen içinde kalır’ mı diyorlar?” diye düşünüyor.
‘Ülkücü camia’ meselesi
Ortaköy S. Asdvadzadzin Vakfı’ndaki duruma dair bazı beyanları geçen hafta Agos’ta okudunuz. Vakıf da resmî bir açıklama yaptı. Bunlardan sonra bir durum değerlendirmesi yapalım. Şüphesiz, bir vakfın yönetim kurulu üyeleri arasında hakaret ve fiziksel saldırı da makul ve maruz görülebilecek işler değil. Fakat, karşı karşıya olduğumuz vakada söylendiği iddia edilen ve belli ki tehdit amacı taşıyan öyle bir ifade var ki işin rengini değiştiriyor, tabiri caizse üst seviyeye taşıyor. O da, tahmin edebileceğiniz üzere, bir üyenin “Ülkücü camiaya yakın olma” üzerinden veya vasıtasıyla başka bir üyeyi tehdit etmesi. Geçen hafta Agos’ta okuduğunuz gibi, söz konusu kişi böyle bir söz söylediğini kabul etmezken, olay sırasında orada bulunan biri onun böyle bir söz söylediğini söylüyor.
Ben hep seni arıyorum İstanbul
Bostan(cı)lar, bağlar-bahçeler de apartmanlara, marketlere yenik düştü. Bir zamanlar sıradan işler olan Feriköy’ün bağlarında gece gezintisi yaparak mehtap seyretmek veya Mecidiyeköy’ün dutluklarında dut, Langa’nın bostanlarında hıyar, Bayrampaşa’da enginar toplamak bugün ancak bir masaldan satırlar olabilir. Bu durumu en genel şekliyle ifade edersek İstanbul yeşilini, doğasını, bitki örtüsünü, faunasını kaybetti.
Ortaköy’den haber var
Mevcut yönetim özel bir mali denetim firmasına vakfın geçmiş iş ve işlemleri hakkında böyle bir inceleme yaptırmış, Peki, bu raporun sonucu ne? Gene maalesef, bu raporun VGM’ye verilmesinin üzerinden yaklaşık bir sene gibi uzun bir süre geçmesine ve VGM’nin de bir müfettiş atamasına rağmen bir gelişme olmamış. Tuhaf bir durum. Ortaköy’den gelen haberler bununla sınırlı değil ve maalesef pek hoş da değil. Anlaşılan o ki yönetim kurulu içinde yönetim tarzıyla ve ilkeleriyle ilgili birtakım anlaşmazlıklar var. Bunu söylerken doğrusu sıkılıyorum ve üzülüyorum ama iş, geçen Şubat’ta bir yönetim kurulu üyesinin diğer bir üyeye hakaretine ve “Ben ülkücü camia içindeyim, akıllı olun” tarzı laflarla fiziksel saldırısına kadar varmış.
Kaprielyan’a saldırı ırkçılık mıdır?
Bir müdahalenin, saldırının ilk veya çıkış sebebi doğrudan ırkçı olmayabilir ama o havaya sinmiş ırkçılık, farklı gruplardan bireyler arasında herhangi bir konuda, herhangi bir sebeple ihtilaf ve çatışma baş gösterdiğinde, toplumsal hiyerarşide –mezkur önyargılardan ötürü– zayıf konumda bulunan gruba mensup tarafı baskı altına almak, korkutmak, sindirmek, dolayısıyla o ihtilafta avantajlı pozisyona geçmek için toplumsal hiyerarşide üst konumda bulunan grubun üyesi tarafından devreye sokulur. Bunu yapan kişinin, ırkçılığı bir ideoloji olarak benimsemiş, normal günlük hayatında ırkçı eğilimler gösteren biri olmasına gerek yoktur.
Tarihle yüzleşme gerekli ama...
Holokost’u, Holokost sırasında Yahudilere karşı işlenen korkunç suçları bilmek, hatırlamak, kurbanla empati yapmak ve tüm bunlardan demokrasiye dair gerekli dersleri çıkarmak, İkinci Dünya Savaşı sonrası Alman kimliğinin temel özelliği hâline geliyor. 2000’li yıllara kadar ülkedeki göçmen kökenli Müslüman topluluklar ‘dışarlıklı’ ve ‘alakasız’ olarak nitelendirilerek bu hafızanın dışında tutuluyor. Fakat 2000’lerde, bu toplulukların, Holokost hafızası ve antisemitizm karşıtı bilinci taşımadıkları için Alman demokrasisinin temel değerlerini benimseyemedikleri, dolayısıyla o demokrasi için risk oluşturdukları kanaati yaygınlaşıyor. Bu değerleri ve bilinci onlara kazandırmak için gerek federal, gerek yerel, gerek sivil toplum örgütleri eğitim programları, atölyeler, hatta hafıza mekânına çevrilmiş Nazi toplama kamplarına geziler düzenliyor.
Yolsuzluk ve şaibe kültürünü kırmak lazım
Bu tür denetim ve raporlar orta ve uzun vadede Türkiye Ermeni toplumunda yukarıda bahsettiğim şaibe alışkanlığını veya kültürünü ortadan kaldırmaya yarayacaktır. Şöyle ki, bu denetim ve raporların sıklaşması, rutin hâle gelmesi hem yöneticilerde hem de halk nezdinde yolsuzlukların ve usulsüzlüklerin ilanihaye gizli kalmayacağı kanaatinin yerleşmesine sebep olur. Böylece yolsuzluğa ve usulsüzlüğe eğilimli yöneticiler böyle bir işe girişmeden evvel iki kere düşünürler;
Demokrasi hayvanları da kapsar
Meselenin toplumdaki genel siyasi eğilimlerin bir parçası olduğuna dair bir başka gösterge de şu ki, hayvanlara yaklaşım ile öteki veya yabancı olarak görülen insan gruplarına yaklaşım arasında benzerlikler, paralellikler var. Örneğin, kolektif cezalandırma isteği. Yani, eğer hedef aldığınız hayvan veya insan grubunda bazı yanlışlar, sorun yaratan, zarar veren bireyler olduğunu gösterebilirseniz, bu size bu o grubunun tamamına istediğinizi yapma hakkı verir diye düşünen anlayış. Misal, bir yerlerde köpekler birilerine saldırıp yaralamışsa bu size tüm köpekleri yok etme hakkı verir veya bir yerlerde bir mülteci birine zarar vermişse bu size tüm mültecileri sürme, cezalandırma hakkı verir diye düşünmek. Sorunlu bir anlayış bu.
“Yeniden buluşacağız”
Sergi kapsamında İmrozlu Rumlarla yapılmış mülakatların bulunduğu, aynı isimde bir de belgesel vardı. Bu belgeseli YouTube’da seyretmek hâlâ mümkün. Baskı politikalarına bizzat şahit olmuş insanlar, başlarından geçenleri anlatıyorlar. Dinleyin bakalım, baskı politikaları ‘sözde’ miymiş, değil miymiş... Suyun öte yanına baktığımızda Yunanistan devletinin de azınlıklara muamele konusunda sicilinin pirüpak olmadığını görüyoruz. Sözünü ettiğim belgeseli seyrederken tesadüfen başka bir haber önüme düştü.