OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Gitmek zorunda olmamanın değerini bilmek

Unutmamak gerekir ki mülteci durumuna düşenlerin de bir zamanlar tıpkı bizimki gibi normal ve rutin bir hayatları vardı, en azından onlara öyle geliyordu. Bu ihtimalin kuvvetli mi yoksa zayıf mı olduğu, içinde yaşadığınız sosyoekonomik ve sosyopolitik yapının ne kadar istikrarlı, ne ölçüde mutabık kalınmış kurallar ve süreçler üzerine oturduğuyla ilgilidir tabii. İç barışını tesis edememiş, bir kesimin başka bir kesimi baskı altında tuttuğu, üzerinde mutabık kalınmış kuralların yani hukukun değil gücün hüküm sürdüğü toplumlarda bu ihtimal daha kuvvetlidir.

Tarih boyunca dünyanın birçok yerinde, kabaca son on-on beş senedir de yakın coğrafyamızda meydana gelen savaşlar, katliamlar, etnik temizlikler, soykırımlar insana şunu düşündürüyor: İnsanın doğduğu veya yaşadığı yeri kendi isteği ve iradesi dışında terk etmek zorunda kalmaması aslında büyük bir nimet. Dünya nüfusunun bir kısmı bu güven hâlinden doğuştan yoksunken, çoğunluk böyle bir nimetin hiç farkında olmadan yaşıyor ve ölüyor. Yanı başımızda Suriye halkının çektikleri, son 15 aydır İsrail’in Gazzelilere yaptıkları ortada. İnsanları bir eşya, bir mal, bir meta gibi oradan oraya sürüklüyorlar. Bu tabii ki sadece bugün olan bir şey değil. Tarih boyunca insanlar hep bir yerden bir yere ya doğrudan gönderilmiş ya da zorluklar çıkarılarak terk etmeye zorlanmış – başka bir deyişle, kimi zaman zorla kimi zaman mecbur bırakılarak... Bunu yapan da çoğu zaman, kendilerine ‘devlet’ diyen örgütler olmuş.

Hiç düşündünüz mü, yarın sabah kalktığınızda belki de geri dönememek üzere gitmek, ev bildiğiniz yeri belki sonsuza kadar terk etmek zorunda kalsanız, hemen, birdenbire, ne yaparsınız, nereye gidersiniz? Özellikle yoksullar için büyük bir psikolojik yıkım ve çaresizlik hâli olsa gerek. Dediğim gibi, birçoğumuz bu ihtimali aklına dahi getirmiyor ama unutmamak gerekir ki mülteci durumuna düşenlerin de bir zamanlar tıpkı bizimki gibi normal ve rutin bir hayatları vardı, en azından onlara öyle geliyordu. Bu ihtimalin kuvvetli mi yoksa zayıf mı olduğu, içinde yaşadığınız sosyoekonomik ve sosyopolitik yapının ne kadar istikrarlı, ne ölçüde mutabık kalınmış kurallar ve süreçler üzerine oturduğuyla ilgilidir tabii. İç barışını tesis edememiş, bir kesimin başka bir kesimi baskı altında tuttuğu, üzerinde mutabık kalınmış kuralların yani hukukun değil gücün hüküm sürdüğü toplumlarda bu ihtimal daha kuvvetlidir. Bu gibi toplumlarda kurumlar ve süreçler kuvvetli olmadığı için işler hızlı bir şekilde kontrolden çıkabilir ve güvenli gibi görünen düzen bir anda tepetaklak olabilir ve işte o zaman kimileri için yukarıda değindiğim durum ortaya çıkıyor: Canını kurtarmak için kaçmak.

Suriye iç savaşı geçen hafta çok hızlı bir şekilde yeni bir evreye girdi. Esad rejimi sonlandı. Vatandaşlarının bir kısmına kuşaklardır zulmeden bir rejimin sonlanması üzülecek bir gelişme değil ama yakın ve uzak gelecekteki belirsizlik, umutlara da ket vuruyor. Muhalif hareketin başındaki grup olarak görünen Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm (HTŞ) ve onun lideri Colani son günlerde ulusal ve uluslararası medyada parlatılmaya çalışılıyor ve Colani de ılımlı mesajlar vermeye çalışıyor olsa da, bu örgüt Türkiye dâhil pek çok ülkenin terör listesinde ve hareketin Sünni İslamcı karakteri de ortadan kalkmış değil. Aslına bakacak olursanız, son gelişmelerin oluş şekli ve hızı, tarafların sonrasında verdiği tepki ve beyanatlar, Rusya, İran, Esad, HTŞ, Türkiye, ABD, İsrail, PYD/SDG veya an azından bunların bazıları arasında belli bir anlaşma olduğu izlenimini doğuruyor.

Fakat, böyle bir anlaşma olduğunu kabul etsek bile bu anlaşmanın sivillerin güvenliğini ne kadar gözettiği veya gözetse bile sahaya kimin hâkim olup bu güvenliği sağlayacağı ve sağlamak isteyip istemeyeceği, soru işareti. Nitekim, ülkedeki Aleviler ve Hıristiyanlar endişe içinde. Agos’un haberinde de belirtildiği üzere kontrolü ele alan silahlı gruplar Halep’te Hıristiyan toplum liderleriyle bu endişeleri gidermek üzere bir araya gelmişler. Fakat, bunlar ne ölçüde etkili olacak? Hadi HTŞ, varsaydığımız anlaşma çerçevesinde en azından belli bir süre aşırılıklardan kaçınsa bile sahaya tamamen hâkim mi? Kimi yerlerde Alevilere saldırıldığı haberleri gelmeye başladı bile.

Ayrı bir alt başlık olmak üzere, İsrail ve Türkiye gibi ülkelerin, yeni bir düzen kurmaya çalışacak olan Suriye halklarını ne ölçüde ‘rahat bırakacağı’ da, barışın tesis edilip edilmeyeceğini etkileyecek. Bu iki ülkenin Suriye’de senelerdir oynadığı rolleri ve son on gündür ya doğrudan kendileri ya da taşeronları vasıtasıyla giriştikleri eylemler bu konuda da iyimser olmaya pek imkân vermiyor. 

Velhasıl, umalım ki bu sefer de birileri can havliyle yerini yurdunu, evini terk etmek zorunda kalmasın. Zaten çok acılar çekmiş olan Suriye halkı huzur ve barışı bulsun ve dileyelim ki aklıselim ve şans yanlarında olsun. Bu sözler, İngilizcede dendiği gibi bir ‘wishful thinking’ (analizden ziyade temenni) mi? Evet, tam olarak öyle.