Ekrem İmamoğlu’nun, Mardin Büyükşehir Belediyesi’ne kayyım atanması sebebiyle Ahmet Türk’e destek amacıyla yaptığı ziyaret sırasında beraber gezdikleri bir yapının duvarında, üzerinde haç ve Yunanca karakterler bulunan bir taşın görülmesinden sonra, Kürtlerin Ermeni Soykırımı’ndaki rolleri ve bununla yüzleşmeleri sosyal medyada bir kez daha gündem oldu. Türkiye siyaseti söz konusu olduğunda tarihle yüzleşme meselesinde en ilerici pozisyonu sergileyen Kürtler arasında bu konuda bir gerileme olup olmadığı da tartışmaya açıldı. Bu yazıda kısaca bu konu üzerinde duralım.
Böyle bir tartışmaya başlarken tartışmanın çerçevesini belirlemek için aslında malumun ilamı olan iki noktanın usulen tespit edilmesinde fayda var. Bunlardan birincisi, aslında her millet için geçerli olduğu üzere gerek tarihte gerek günümüzde Kürtlerin öyle homojen, yekpare bir topluluk olmadıklarıdır. Yani, cümle kurarken ‘Kürtler’ diye bir özneden bahsetsek de, aslında böyle tek bir özne yok. Gene her millette olduğu gibi sınıf, statü, bölge, mezhep, ideoloji vesaire farklılıkları Kürtlerde de söz konusu ve bu durum hâliyle tercihlere ve eylemlere yansıyor. Her Kürt aynı düşünüp aynı hareket etmiyor. Dediğim gibi, bu belirtmeye dahi ihtiyaç duyulmayan bir malumun ilamı gibi görülebilir ama sık sık unutulan bir malum. Dolayısıyla, bu yazıda zaman zaman ‘Kürtler’ diye kolektif bir özneden bahsetsek de parçalı bir yapıdan bahsettiğimizi hep aklımızın bir köşesinde tutmamız gerekiyor.
Tespit edilmesi gereken ikinci nokta, ‘zamanın ruhu’ dedikleri olgu. Bu başlı başına bir konu ama kısaca söylemek gerekirse, sadece Türkiye’de değil küresel anlamda da insan haklarına ve özgürlüklerine, eşitliğe dayalı, insan hayatına değer veren, ötekine yaşam hakkı tanıyan anlayış ve siyaset dramatik bir gerileme içinde. Bunlar geçer akçe olmaktan hızla çıkıyor ve bunlardan yola çıkarak birilerini bir şeylere ikna etmek zorlaşıyor. Öyle uzun uzadıya analiz yapmaya gerek yok; bir seneyi aşkın bir süredir İsrail eliyle çoluk çocuk on binlerce kişinin katledildiği bir soykırımın sürdüğü bir dünyada ötekine, farklı olana saygıya, herkesin de bizim kadar yaşam hakkı olduğuna insanları nasıl ikna edeceksiniz? Fazla dramatik görünmek istemem ama tabiri caizse ultramodern bir barbarlık ve vahşet dönemine girdik. Sonu nerelere varır bilinmez ama bu dönem herkesin daha milliyetçi, daha şoven, daha militarist, daha şiddet yanlısı, daha maço olduğu bir dönem. Herkes bundan payını alırken Kürtlerin almaması sürpriz olur(du). Dolayısıyla, bu şartlar altında Kürtlerin arasında da tarihle yüzleşme konusunda daha sert, daha az müsamahakâr, daha nobran bir tavır görülmesi mümkündür.
Kürtlerin ve özellikle bugün DEM Parti’de ifadesini bulan siyasi çizginin öteden beri Ermeni Soykırımı bağlamında tarihle yüzleşmeye dair gösterdiği yaklaşımın Türkiye siyasetinde ve siyasi kültüründe kıymetli olduğunu düşünürüm hep, hâlâ o kanaatteyim. Bu siyaset kıymetlidir, çünkü demokratik değerlerin, insan haklarının, ötekine saygının bir bütün olduğunun, bir toplumda demokrasi ve hukuk işlemiyorsa “bugün bana yarın sana” kuralının geçerli olacağının, tarihte yapılan yanlışların ve kötülüklerin bugün tanınmasının bugünün ve yarının haksızlıklarının, kötülüklerinin engellemesindeki rolünün bilincine tecrübeyle varmış bir siyasettir.
Kürt aktörlerin Ermeni Soykırımı’ndaki rolüne gelince; kimileri bugünkü siyasi amaçları doğrultusunda bu işin sorumluluğunu tamamen Kürtlere yıkmaya çalışıyor. Kürt aktörlerin Ermeni Soykırımı’nda tabii ki bir sorumluluğu vardır ama bu sorumluluğun sınırlarını doğru çizmek gerekir. Şurası açıktır ki Kürt aktörler Ermeni Soykırımı’nın planlayıcısı veya organizatörü değillerdir. İsteselerdi bile olamazlardı, çünkü bu kadar geniş bir coğrafyaya ve zaman dilimine yayılmış, bu kadar hacimli bir operasyonu gerçekleştirmek için gerekli bürokratik/idari ve ideolojik altyapıdan, iletişim ağından yoksunlardı. Şunu unutmamak lazım ki Ermeni Soykırımı merkezî hükümet tarafından planlanan ve onun vali, kaymakam, İttihat Terakki’nin kâtib-i mesulleri gibi yerel aparatları tarafından hayata geçirilen bir operasyondu. Kürtlerin failliğinden ise iki düzeyde bahsedilebilir. Birincisi, ağalar, beyler, şeyhler düzeyinde yereldeki katliamları hükümet görevlileriyle birlikte organize eden, halkı kışkırtan, mobilize eden ve bundan nemalanan aktörlerdir. İkincisi ise Ermenileri öldüren, onların malına mülküne el koyan, karısını kızını kaçıran halk düzeyidir. Fakat hemen şunu eklemek gerekir ki Ermeni Soykırımı’na halk katılımı Kürtlerle sınırlı bir olgu değildir. Birçok yerde halk gerek doğrudan katliamlar gerek yağma vasıtasıyla Ermeni Soykırımı’na katılmıştır. Velhasıl, Kürtlerin Ermeni Soykırımı’ndaki sorumluluğu bu çerçevede tartışılmalıdır.
Tabii bu öyle üç-beş cümleyle ifade edilip tüketilecek bir konu değil fakat geçmişle, geçmişin aktörleriyle ilişkilenme biçimimiz söz konusu olduğunda yalnız Kürtlerin değil, kimsenin almaması gereken bir pozisyonu belirterek bitirelim. Geçmişin aktörlerini ve onların eylemlerini sadece bizimle aynı etnisiteden veya milletten olduklarını düşünerek otomatik olarak sahiplenmemek gerek. Bu minvalde, misal, bugün bir Kürt emekçisinin 19. yüzyıldaki bir Kürt ağasının eylemlerini, zulümlerini sadece Kürtlük üzerinden sahiplenmesinin ne somut zemini vardır ne de bu siyaseten ve ahlaken doğrudur. Bu, milliyetçilik virüsünün bir semptomudur.