OHANNES KILIÇDAĞI
Vakıflarda şeffaflık ve profesyonelleşme
Bugün artık özellikle okulu, hastanesi, belli bir gayrimenkul stoğu olan vakıflarımızın yönetimi tam zamanlı bir iştir. Başka bir deyişle, kişilerin şahsi işlerinden gönüllülük esasına göre ayıracakları kısıtlı zamanlarla, haftada bir iki saat yönetim kurulu toplantısına katılmakla yapılacak iş olmaktan çıkmıştır. Bu kadar çok zaman gerektiren bir iş olunca, hâliyle, hayatını kazanmak için çalışmak zorunda olduğu için bu vakti ayıramayacak olanlar vakıf yönetimlerine katılmaktan imtina ediyorlar. Böylece potansiyel yönetici havuzu daralmış, kalifiye yönetici adayları elenmiş oluyor.
Hastanelerimizin karakteri ve özellikleri
“Hastanelerimizin karakteri ve öncelikleri ne olmalıdır?” sorusuna verilecek en kısa cevap kanımca şudur: Hastanelerimiz Türkiye Ermeni toplumunun her bir üyesi için hayatın onların karşısına çıkaracağı, bakıma muhtaç bırakacağı sıkıntılı durumlar karşısında bir güvence olmalıdır. Türkiye Ermeni toplumunun her bir üyesi emin olabilmelidir ki hayatta başına ne gelirse gelsin orada kendisine bir yatak bir ekmek verecek bir kurum vardır. Bu güveni duyabilmeleri gerekir.
Hastane seçim yönetmeliği
Hastane seçim yönetmeliği henüz kesinleşip resmîleşmedi. Taslağın kamuoyuna duyurulduğu günden yani Haziran ortasından bu yana neler oluyor, yönetmelik neden henüz kesinleşmedi, bu konulardaki ayrıntılara vakıf değiliz, ki bu da hep eleştirdiğimiz üzere, süreçlerin şeffaf işletilmemesinin bir sonucu
Lozan ve azınlıklar
Azınlık hakları açısından bakıldığında en kestirme şekliyle söylenmesi gereken şudur: Türkiye’yi yönetenler, Türkiye’nin kurucu antlaşmasını, imzalandığı gün çiğnemeye başlamış ve bugüne kadar çiğnemeye devam etmiştir. Hatta, bu antlaşmayı daha imzalarken azınlık haklarına dair verdikleri taahhütleri uygulamaya niyetleri yoktu.
Safsata
Laiklik ve okullar meselesini bir yazıyla ele alıp tüketmek mümkün değil ama Patrik Maşalyan’ın sözlerinden yola çıkarak birkaç noktaya dikkat çekmeye çalışalım.
“Kimsenin anadiliyle sorunumuz yok” mu?
Burada söz konusu olan, basit bir selamlama ve teşekkür. Bunun Kürtçe veya Arapça bilmeyen milletvekilleri tarafından anlaşılmamasının pratik bir önemi yok çünkü sözün muhatabı onlar değil. Kaldı ki, Beritan Güneş Altın da konuşmasının başında Mardin halklarına onların dilinde teşekkür edeceğini söylemiş, açıklamış. Artık burada, “anlamıyoruz” demenin çok bir manası yok. Ayrıca, eğer bir ülkede en çok konuşulan ikinci, üçüncü dilde selamlaşmayı dahi anlamıyorsak asıl tuhaflık buradadır.
“Düşmanlık okyanusunun ortasında”
27 Mayıs tarihli Armenian Weekly gazetesinde, Garen Kazanc’ın Sivas’taki Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi’nin 1950’lerde dinamitlenerek yıkılma hikâyesini dedesinin ağzından aktaran yazısını okuyunca bu konuya bir daha değinmek gerektiğini düşündüm. Anadolu’nun cumhuriyet döneminde kalan Ermenilerden temizlenmesinin üzerinde şimdiye kadar yeterince durulduğunu düşünmüyorum.
‘Kürt partisi’ mi, Türkiyelileşme mi?
Tüm Kürtler sadece Kürtlük ortak paydasında, tek bir partide hem yönetici hem seçmen olarak toplanabilir mi? Hayatın, ideolojinin, siyasetin, dünya görüşünün, sınıf farklılığının normal bir sonucu olarak, diğer topluluklarda olduğu gibi Kürtlerin tamamı da bir partiye oy vermiyor. Üstelik HDP siyaset ve dünya görüşü olarak Kürt toplumunun farklı tayflarını bünyesinde yüksek çeşitlilikte barındırmasına rağmen bütün Kürtlerin oylarını alamıyor ki bu da hem siyaseten hem sosyolojik olarak gayet normal.
HDP’nin oy kaybı: Türkiyelileşme
Kanımca bu meselede ilk söylenmesi gereken, her kavramın belli bir süre sonra başına geldiği gibi, Türkiyelileşme kavramının da açıklığını kaybetmiş olması, belirsizleşmesidir. Herkesin ‘Türkiyelileşme’den ne anladığı farklı yönlere doğru gitmeye başladı. Dolayısıyla, kulağa klişe bir soru gibi gelse de, ‘Türkiyelileşme nedir, ne değildir?’ sorusu üzerinde durmak gerekiyor.
HDP’nin oy kaybı: Resmî-gayrıresmî ittifaklar
Hem TİP’le olan ittifakta, hem Kılıçdaroğlu’na verilen destekte HDP’nin tepki ve husumet çekmekten, ‘oyunbozan’ olmaktan çekinme ve HDP’li olmayan kitlelere “uzlaşmaya her zaman hazırım” mesajı verme kaygısından dolayı bağımsız bir hat takip edemediğini söylemek mümkün ve burası tam da ‘Türkiyelileşme’ meselesini konuşmak için doğru bir nokta.