OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Bir hikâyeye inanmakla başlar her şey

Siyasetinizin gücü, hikâyenizin gücüyle doğru orantılıdır. Başka bir deyişle, hikâyesi daha iyi olan, yukarıda saydığım işlevleri daha iyi yerine getiren hikâyelere dayanan siyasetler yarışa önde başlar. Örneğin “Biz Türk’üz”, “Biz Amerikalıyız” gibi bir önermenin arkasındaki hikâye, “Biz demokratız” gibi bir önermenin sunduğu hikâyeden çok daha güçlü olduğu için, kendini bunlara dayandıran siyasetler daha fazla taraftar toplar. Bunların arkasındaki hikâye niye daha güçlü?

Evet, her şey bir insanı sevmekle değil, bir hikâyeye inanmakla başlıyor, çünkü hikâye olmadan anlam olmuyor, insan denen varlık anlamı ancak bir hikâye içinde kurabiliyor; anlam olmadan da hayata tutunmak, yaşam enerjisi bulmak, geçiciliğin, hiçliğin yükünü taşımak zorlaşıyor. Sadece anlam da değil, bir hikâyeye inanmak, huzur ve güvenlik hissi ve buna bağlı olarak bir çeşit mutluluk veriyor insanlara. Bir hikâyeye inanmak, aynı zamanda o hikâyenin bir parçası olmak, kendini o hikâyede bir yerlere yerleştirmek, yani kendi zayıf, küçük, geçici varlığını ezelden gelip ebede gittiği düşünülen bir anlatı içinde güçlü ve kalıcı kılma çabası demek. Onun için hikâyeler bu kadar önemli, bu kadar etkili.

Dinler, birer hikâyedir örneğin. Tüm siyasi akımlar, ideolojiler, daha çok da sağ ideolojiler ve onun içinde de özellikle milliyetçilik, muhafazakârlık, birer hikâyedir. Size bir hikâye anlatırlar ve buna inanmanızı isterler, çünkü inanmayan insan eyleme geçemez. Bu hikâyeler ekseriyetle geçmişte her şeyin doğru, mükemmel, iyi ve güzel olduğu bir zaman, bilinen tabirle bir altın çağ tanımlarlar. Nostalji burada hikâyenin ayrılmaz bir parçasıdır. Hikâyelerin sağ-muhafazakâr siyasette, sol ve özgürlükçü siyasete kıyasla daha ön planda, daha etkin olmasının bir sebebi de burada yatıyor. Şöyle ki, sağ siyaset(ler) ideal dönemi geçmişte bir yere yerleştirip onun bir nevi restorasyonunu amaçlarken, sol ve/veya özgürlükçü siyaset, ideal dönemi ulaşılması gereken bir hedef olarak geleceğe yerleştirir. Bu siyasetlerin gözünde geçmiş, kurtulunması, sonlandırılması gereken bir adaletsizlik ve baskı dönemidir. Bu söylediğim, hikâyeler sol siyasette hiç rol oynamaz demek değildir ama insanlar hikâyeleri olmuş veya olan bir hâl olarak dinlemeyi severler, bunu da onlara sağ siyasetler verir. Anlatılan, masal bile olsa, “Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde” diye başlar. 

Yeri gelmişken şunu da söyleyelim: Bu hikâyelerin, bu altın çağ anlatılarının etkili ve inandırıcı olması için gerçek olmasına gerek yoktur; güzel, insanın duygularına hitap eden ve yukarıda saydığım işlevleri yerine getiren bir hikâye olması fazlasıyla yeterlidir. Hatta, gerçeklikten ne kadar uzaklaşırsa bu işlevler açısından başarılı olma ihtimali o kadar yükselir bile denebilir, çünkü böylece gerçeğin karmaşıklığıyla, belirsizliğiyle, melezliğiyle, gri alanlarıyla uğraşmak zorunda kalmaz. Siyasetlerin, ideolojilerin hikâyeleri gri alan, arada kalmışlık, muğlaklık, tutarsızlık, melezlik sevmez. Orada iyi ve kötü, doğru ve yanlış, güzel ve çirkin, dost ve düşman, birbirinden net çizgilerle ayrılmıştır. 

Böylece, hikâyelerin önemli başka bir işlevi olan “Biz kimiz?” sorusunu cevaplamak da kolaylaşır. “Biz Türk’üz/Fransız’ız/Amerikalıyız/Müslüman’ız/Hıristiyan’ız...” derken aslında hikâyenin iyi, doğru ve güzel karakterleri olduğumuzu söyleriz. Hikâyelerimiz bizi böyle tarif edecek, böyle gösterecek şekilde yazılmıştır. Kötü karakteri ‘biz’ olan bir hikâye tutmaz, yaşamaz. 

Siyasetinizin gücü, hikâyenizin gücüyle doğru orantılıdır. Başka bir deyişle, hikâyesi daha iyi olan, yukarıda saydığım işlevleri daha iyi yerine getiren hikâyelere dayanan siyasetler yarışa önde başlar. Örneğin “Biz Türk’üz”, “Biz Amerikalıyız” gibi bir önermenin arkasındaki hikâye, “Biz demokratız” gibi bir önermenin sunduğu hikâyeden çok daha güçlü olduğu için, kendini bunlara dayandıran siyasetler daha fazla taraftar toplar. Bunların arkasındaki hikâye niye daha güçlü? Herhangi bir hikâyeyi güçlü yapan sebeplerden dolayı: tarih olarak daha geriye gidiyor, dolayısıyla derinlik hissi fazla; olay örgüsü daha sık, devamlılığı daha fazla; iyi (biz) ve kötü (öteki/ler) karakterler net biçimde çizilmiş, aksiyonu, heyecanı daha yüksek, duygulara daha fazla hitap ediyor. Öte yandan, demokrat olmanın böyle derinlikli, heyecan veren, aksiyon ve duygu yüklü bir hikâyesi yok. 

Dinlerin, siyasi akımların, ideolojilerinin katılığının arkasında yatan sebeplerden biri, belki de en önemlisi, gene bu hikâye unsuruyla, daha spesifik söyleyecek olursak hikâyenin arılığını, dolayısıyla anlamını, gücünü ve etkisini korumakla ilgilidir kanımca. Örneğin dinler – belli zaman ve zeminlerde Hıristiyanlık, Musevilik, bugün özellikle köktenci İslam... Bunların kanaat önderliğine soyunanlar neden kendilerinin ve diğer müminlerin inandıkları dinin gereklerine göre yaşamasıyla yetinmezler ve herkese, her şeye, her insan faaliyetine o dinin gereklerine göre şekil vermek isterler? Bu sorunun cevabının tabii ki siyasi iktidar, ekonomik zenginlik vs. elde etmekle ilgili boyutları vardır ama bence önemli bir boyut da temel hikâyeyi korumak ve yüceltmekle ilgilidir, çünkü sizin hikâyenize inanmayanlar olması ve bunların serbestçe görünür hâlde bulunması, ‘normal’in şirazesini bozar, sizin hikâyenizin çekiciliğini, cazibesini, dolayısıyla gücünü, bağlayıcılığını azaltır. Dışarıda kalanların, içerdekilerin ‘iman’ını zayıflatması riski vardır. İçerdekiler, dışarıdakilere bakıp “Demek bu hikâyeye inanmadan, onun bir parçası olmadan da yaşanabiliyor” diye düşünmeye başladıkları, şüpheye düştükleri anda hikâye tehlikeye girmiş demektir. Onun için, kapıdaki ‘bekçiler’ kimse dışarı çıksın istemez, dışarıdakinin de içeri girmesini ister. 

Göçmenlere, mültecilere, her türlü azınlığa olumsuz bakışın, nefretin arkasında da benzer bir dinamik vardır. Bu gruplar temel hikâyenin saflığını bozdukları, kafaları karıştırdıkları, sınırları belirsizleştirdikleri için de öfkenin hedefi olurlar. Geçmişten bugüne yazdığımız ‘bizim hikâyemiz’in iç tutarlılığını bozdukları, geleceği ‘tehdit ederek’ geçmişi anlamsızlaştırdıkları düşünülür; onun için de istenmezler. Hikâyemizi bozanlar manaya, huzura, güvenlik hissine ve dolayısıyla mutluluğa karşı bir tehdit olarak görülüp yok edilmek istenir. Bugünlerde küresel olarak ayyuka çıkan budur.