Bu yazıda, Öcalan’ın açıklamasının kapsamlı bir analizinden ziyade ‘silah bırakma’ meselesi üzerinde durmak istiyorum. (Sadece şu kadarını söyleyeyim ki metindeki kimi ifadeler insana “Öcalan’ın tecridi sandığımızdan da sıkıymış” dedirtecek derecede sahadaki gerçeklikten kopuk.) Elbette, silahların bırakılması her zaman nihai hedef olmalıdır. Silahla yaşamanın kendisi daimî bir amaç olamaz, olmamalı. Eşyanın tabiatına aykırı. Gelgelelim, ‘silah bırakma’ öncesiyle sonrasıyla bir plana, projeye, takvime dâhil edilmediği zaman tek başına çok manalı değil, nihai hedefe ulaşması da zor.
Gündemin birinci maddesi, doğal olarak, Abdullah Öcalan’ın PKK’ya yaptığı ‘silah bırakma’ ve kendini feshetme çağrısı. Bu, şüphesiz önemli bir çağrı ama ne kadar önemli olduğu, bir dönüm noktası olup olmadığı önümüzdeki aylarda, hatta belki yıllarda belli olacak. Başka hususlara değinmeden önce, eşyanın tabiatı gereği olan ama yorumlar sırasında genellikle unutuluyormuş gibi görünen bir noktayı tespit etmek isterim. “Silahı bırakın” çağrısının muhatabı, dolayısıyla silahı bırakacak olanlar, tabiidir ki silahın sahipleridir. Sizin, benim söyleyeceklerimiz yorum, analiz veya tahmin olabilir. Daha spesifik biçimde söylemek gerekirse, dışarıdan bakanlar kendi değerlendirmelerine göre “Silah bırakmanın koşulları yetersiz” diyebilirler ama son kertede karar, silahı tutanlarındır. Bize ‘az’ görünen onlara ‘yeterli’ gelebilir; bize ‘kabul edilemez’ gelen onlara ‘makul’ gelebilir veya tam tersi.
Bu yazıda, Öcalan’ın açıklamasının kapsamlı bir analizinden ziyade ‘silah bırakma’ meselesi üzerinde durmak istiyorum. (Sadece şu kadarını söyleyeyim ki metindeki kimi ifadeler insana “Öcalan’ın tecridi sandığımızdan da sıkıymış” dedirtecek derecede sahadaki gerçeklikten kopuk.) Elbette, silahların bırakılması her zaman nihai hedef olmalıdır. Silahla yaşamanın kendisi daimî bir amaç olamaz, olmamalı. Eşyanın tabiatına aykırı. Gelgelelim, ‘silah bırakma’ öncesiyle sonrasıyla bir plana, projeye, takvime dâhil edilmediği zaman tek başına çok manalı değil, nihai hedefe ulaşması da zor. Öyle bir plan-takvim-proje var mı, henüz bilmiyoruz ama bu kadar açık ve bariz bir husus, belli bir takvim veya süre temelinde muhataplar tarafından konuşulmadıysa henüz ortada hiçbir şey yok demektir. Bu, “Kervan yolda düzülür” diyerek çıkılacak bir yol değil.
Böyle bir planın kapsaması ve cevaplaması gereken pek çok soru var. Örneğin, ‘silah bırakma’ pratikte neye tekabül edecek? Sonuçta binlerce kişiden bahsediyoruz. Bunlar, ne yaparlarsa silahlarını bırakmış olacaklar? Silahlarını imha mı edecekler, Türkiye devletine mi yoksa üçüncü bir tarafa mı teslim edecekler? Türkiye Cumhuriyeti Devleti somutta neyi görürse ikna olup “Tamam, silahlar bırakılmıştır” diyecek?
Bu sorunun çok önemli bir altbaşlığı, bu çağrının Suriye’de Suriye Demokratik Güçleri (SDG) bünyesindeki silahlı güçleri kapsayıp kapsamadığı. Bu konuda farklı sesler çıkıyor. Öcalan’ın açıklamasının hemen ardından SDG Komutanı Mazlum Abdi, çağrıyı olumlu karşıladığını ama bu çağrının PKK’ya yapılmış olup kendileriyle bir ilgisi olmadığını söyledi. Öte yandan, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, “PKK yapısı bölgedeki bütün unsurlarıyla organik bütünlüğe sahiptir. PKK ismi şemsiye isimdir. Diğer unsurların farklı adlara sahip olması PKK şemsiyesi altında ve organik bütünlük içinde oldukları gerçeğini ortadan kaldırmaz… Öcalan’ın yaptığı açıklamada ‘PKK kendini feshediyor’ ile kastedilenin ‘KCK’nın tüm kollarıyla birlikte tarih olacağı’ yani örgütün Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki tüm varlıklarıyla birlikte tamamen sona ermesi mesajı olduğu nettir” diyerek tam tersini ortaya koydu. Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Başlayan sürecin bütün unsurlarıyla yerine getirilip getirilmediğini ilgili kurumlarımız vasıtasıyla titizlikle takip edeceğiz” dedi. DEM Parti Eş Başkanı Tuncer Bakırhan ise gene net biçimde ama Erdoğan ve Uçum’un söylediğinin zıddını söyledi ve “PKK, Türkiye merkezlidir. Çağrı, bu evin içinde kurulan Öcalan’ın kendi örgütüne yapıldı. Suriye’de farklı bir denklem var. Henüz oturmamış bir rejim var. Sayın Öcalan yaptığımız dört saatlik görüşmede, Suriye’yi tarif etmedi” dedi.
Bu farklı yaklaşımlar tam da meselenin düğüm noktasıdır; hayatidir, çünkü süreç açısından ölümcül olabilir. Bu temel farklılıkta bir şekilde uzlaşılmazsa anlamlı bir yol katedilmesi zor görünüyor. (Suriye’de hatırı sayılır bir askerî güç oluşturmuş bir yapının bir sözle, bunca sene hiç yaşanmamış gibi, silah bırakacağını düşünmek ne kadar gerçekçidir, varın onu da siz muhakeme edin.)
Ayrıca, süreci başarısızlığa uğratması muhtemel başka bir farklılık da, yaklaşımda ve söylemde görülen farklılıklar. Erdoğan ve Uçum, muhatabıyla anlaşmaya çalışan bir müzakere dilinden ziyade teslim alma dili kullanır ve silah bırakılmasından başka yapılması gereken bir şey yokmuş gibi konuşurken, DEM Parti yetkilileri kimi zaman açıkça, kimi zaman ima ederek, yapılacak, daha doğrusu yapılması gereken işlerden, atılması gereken adımlardan ve birtakım beklentilerden bahsediyorlar. Bu sadece dışarıya verdikleri bir görüntü mü, yoksa bazı yapılacak işlerde mutabık kalındı mı, onu da zamanla öğreneceğiz.
Silahların bırakılmasıyla ilgili başka bir soru, silahları bırakanlara ne olacağı. Bunların birçokları hakkında ya dava ya yakalama kararı vardır sanırım. Bu kişilere ne dendi veya denecek? Klasik devlet söylemiyle, “Silahlarınızı bırakın devletin adaletine teslim olun” mu denecek? Ya da hayatlarının geri kalanı da bir kaçma-kovalama şeklinde mi geçecek? Bunlar ve bunun gibi birçok soru açıkta.
Dediğim gibi, bu konular tartışılmadan böyle bir açıklama yapılmış olması pek akla yakın değil ama emin de olamayız tabii, bilmiyoruz. Bu gibi süreçlerde şeffaflık, iki tarafı keskin bıçak. Tüm müzakereleri kamuya açık yaptığınız zaman sabote edilme riski yükselebilir ama tamamen kapalı bir biçimde yaptığınızda da taraflar ile tarafların tabanları arasında sorun çıkabilir ki bu da sürecin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olabilir. Ayrıca, müzakerelerin tamamen kapalı yapılması, kamuoyunun hakem vasfıyla taraflar üzerinde zorlayıcı bir güç olmasının imkânını ortadan kaldırır. Kim ne söz verdi ve tutmadı, bunun takibi yapılamaz ancak taraflar birbirini suçlar. 2015’te başarısızlıkla sonuçlanan sürecin başarısızlıkla sonuçlanmasından nedenlerinden biri de kanımca buydu. Velhasıl, bazı risklere rağmen böyle süreçlerin şeffaf yürütülmesi gerekiyor.