Rugiatu Neneh Turay 11 yaşında maruz kaldığı genital mutilasyon (kadın sünneti) hikâyesini her fırsatta anlatan bir aktivist. Annesini kaybetmesinin ardından teyzelerinin teşvikiyle, genç kızlıktan kadınlığa geçiş ritüeli adı altında maruz kaldığı genital mutilasyon, kendi sözleriyle onu hayat boyu “sakat” bırakmış. Yıllar içinde bu geleneğe karşı intikam duygularını yapıcı bir öfkeye dönüştüren Turay, Amazonia İnisiyatifi Hareketini (AIM) kurmuş ve bu uygulamaya karşı mücadele yöntemlerini araştırmaya başlamış. Başlangıç noktalarından biri, ataerkil şiddetin kadınlar tarafından kız çocuklarına uygulandığı yer olmuş.
AYLİN VARTANYAN
Bu yıl 16. kez verilen Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nün sahipleri, kadına yönelik farklı şiddet türlerine karşı politika oluşturma ve kadınların öznelliklerini kazanması yolunda mücadele veren, Sierra Leone’den Rugiatu Neneh Turay ve Türkiye’den Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı oldu.* Medyada, Rugiatu Neneh Turay’la ve Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın gönüllüleriyle yapılan çeşitli söyleşiler ve programlar yayınlandı. Söylenenleri tekrar etme riskini göze alıp bu yazıyı yazmaya karar vermemin sebebi, ataerkil şiddete karşı dayanışmanın kadınları yaşamla nasıl buluşturduğunu, verilen örnekler üzerinden hatırlatmak istemem.
Turay 11 yaşında maruz kaldığı genital mutilasyon (kadın sünneti) hikâyesini her fırsatta anlatan bir aktivist. Annesini kaybetmesinin ardından teyzelerinin teşvikiyle, genç kızlıktan kadınlığa geçiş ritüeli adı altında maruz kaldığı genital mutilasyon, kendi sözleriyle onu hayat boyu “sakat” bırakmış. Yıllar içinde bu geleneğe karşı intikam duygularını yapıcı bir öfkeye dönüştüren Turay, Amazonia İnisiyatifi Hareketini (AIM) kurmuş ve bu uygulamaya karşı mücadele yöntemlerini araştırmaya başlamış. Başlangıç noktalarından biri, ataerkil şiddetin kadınlar tarafından kız çocuklarına uygulandığı yer olmuş. Bondo Bush bölgesinde uygulanan, hijyen ve müdahale sonrası bakımın eksik olduğu, genç kızların sakat kalmasına, hatta hayatını kaybetmesine, hayatta kalanların ise hayat boyu cinsel arzu yaşayamamasına neden olan bir müdahaleden bahsediyoruz. Bu müdahaleyi uygulayanların da kadın olması, ataerkil sistemin şiddet içeren bir geleneği kadınlar üzerinden nasıl normalleştirdiğine dair bir resmi gösteriyor bize.
Yerleşmiş gelenekleri sarsmanın kolay olmadığının bilincinde olan Turay, hem beden hem de ruh bütünlüğüne zarar veren bu müdahaleyi farklı bir uygulamaya dönüştürmek için yine kadınlardan başlamış çalışmalarına. Bu yerleşmiş kadınlığa geçiş ritüelinin yerine alternatif bir ‘kansız geçiş’ ritüeli organize etmiş. Genital mutilasyon uygulayan 400 kadını bu uygulamayı yapmaktan vazgeçirmiş ve geçimlerini farklı şekillerde sağlayabileceklerine ikna etmiş. 2019 yılında, 45 kadın ‘soweis’ (kesme ritüelini uygulayanlar) ve 75 genç kızla, kamuoyu açıklamasının ardından, ilk kansız geçiş ritüelini yapmışlar. Bondo Bush bölgesindeki çalılıklarda kesilme korkusu olmadan iki haftalık bir süreyi farkındalık atölyeleri yaparak ve geleneksel danslarla, kuşaktan kuşağa aktarılan bilgelikleri kutlayarak geçirmişler. Çok kısıtlı fonlarla çalışan Turay ve ekibi, Bondo Bush’da bir eğitim modeli oluşturmaya çalışıyor. Farkındalık eğitimlerine erkekleri de dâhil ettiklerini söylüyor ve kadınları, yaşamı bilinçle yeniden kucaklamaya davet ediyor.
Feminist kadınlar tarafından 1990’da kurulan Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı Türkiye’de 80’li yılların sonundan beri, ev içi şiddete karşı mücadeleyle başladıkları çalışmalarını devam ettiren bir kurum. Ödül töreni sonrasında bir panelde ve Açık Radyo’da, ‘Hikâyenin Her Hâli’ programında buluştuğumuz Mor Çatı gönüllüleri Selime Büyükgöze ve Leyla Soydinç, Türkiye’de 1987 yılında yapılan, dayağa karşı kadınların yürüyüşünün, şiddeti bir eylem üzerinden dillendirmenin ilk örneği olduğunu hatırlattılar. Oluşturdukları destek hattıyla ve Mor Çatı sığınaklarında, bir feminist yöntem olan ‘kadından kadına’ dayanışma modelini uyguladıklarını belirttiler. Sığınaklar şiddete karşı mücadelede şiddetten kurtulmanın yollarının anlatıldığı veya kadınlara hiyerarşik bir yöntemle doğru yolun gösterildiği, kurtarıcı yerler değil. Mor Çatı altında kadınlar (gönüllüler dâhil), ataerkil şiddetin farklı şekillerine maruz kaldıkları kabulüyle bir araya geliyorlar. Sığınaklar, her bir kadının evinde yaşadığı şiddetten kendini korumak için sığındığı ve kendi biricik gücünü, kaynaklarını ve baş etme yöntemini bulması için bir buluşma ve mücadele alanı; aynı zamanda, eril şiddetin politik bir eylem olduğuna dair farkındalık kazandığı bir ortam.
Uluslararası Hrant Dink Ödülü töreni bu yıl kadınlar için âdeta bir kutlama yerine dönüştü ve sonrasında yeniden ‘kadından kadına’ dayanışma modelleriyle ilgili konuşabileceğimiz bir tartışma alanı yarattı. Diasporada yaşayan Ermeni kadınlar söz konusu olduğunda kadına yönelik şiddeti kamusal alanda konuşmak için yeterince alan açılmıyor. Kapalı kapılar ardında kalan, kadına ve kız çocuklarına yönelik farklı şiddet pratikleri sessizliğe gömülebiliyor. Ermeni edebiyatının en önemli yazarlarından Zaven Biberyan’ın neredeyse her eserinde karşılaştığımız aile içi geçimsizlik sahneleri de evin dışındaki şiddet sarmalının ve maddi güvencesizliğin ev içindeki güven ortamını nasıl zedelediğini ortaya koyuyor. Ermenilerin ‘kutsal aile’ mitinin nasıl kırılgan olabileceğini gösteren Biberyan’ın eserleri belki de bu sebeple, yazarın hayatta olduğu yıllarda okuyucuların tepkisini çekmiş olabilir.
Parrhesia Kolektif olarak, farklı ülkelerden, farklı yaş ve meslek gruplarından Ermeni kadınlarla bir araya gelip ortak sorunlarımızı ele alabileceğimiz ‘Kov Kovi’ (Yan Yana) platformunu da bir dayanışma modeli arayışıyla hayata geçirmeye başladık. Deneyim paylaşımında bulunabileceğimiz ve en önemlisi yargılanmadan konuşabileceğimiz bir buluşma alanı oluşturan bu küçük toplulukla bir sonraki buluşmamız Ekim ayında. İlk çevrimiçi toplantımızda öne çıkan ‘ev’ temasını yeniden ele almak için sabırsızlanıyoruz.
* Ödül töreninin tamamının video kaydına Hrant Dink Vakfı’nın YouTube hesabından ulaşabilirsiniz.