Boyadjian, Batı Ermenicesinin yalnızca bir hayatta kalma aracına indirgenmesini sorunlu buluyor. Ona göre bu yaklaşım, dilin tarihsel coğrafyası olan Batı Ermenistan ve Kilikya’dan koparılmasının yarattığı bir travma tepkisi. Eğer dil esasen iletişim içinse, Batı Ermenicesini konuştuğunu iddia eden bazı bireylerin bu iletişimde nezaket ve sabırdan yoksun oluşu dikkat çekici. Boyadjian bu nedenle, dil aktarımında sabır ve anlayışın özellikle diaspora bağlamında ne kadar gerekli olduğunu vurguluyor. Onun bu tespitleri, İstanbul ve Beyrut’taki deneyimlerle de örtüşüyor.
ARAZ KOJAYAN
Dünyaca üne sahip edebiyat dergisi Wasafiri Magazine, 2024 yılının son sayısında ilk defa Ermenice edebiyata yer vererek dikkat çekici bir işe imza attı . Batı Ermenicesi, Doğu Ermenicesi ve Ermenice dışındaki dillerde üretim yapan yazarları odağına alan bu sayı “Armenia(n)s: Elevation” başlığıyla yayımlandı. ABD ve Fransa’dan Nancy Kricorian ve Krikor Beledian gibi dünyaca tanınmış Ermeni yazarların yanı sıra Lübnan ve İstanbul’dan da isimlerin yer aldığı bu sayı, coğrafyamızdan da yazarlara alan açtığı için bizde ayrıca bir merak uyandırmıştı.
Parrhesia Kolektifi olarak Ermeni kültürünü ve tarihini öğrenmeye dair arayışlarımız, gerek Kavar edebiyatı okumalarımızda gerekse Kov-Kovi buluşmalarımızda bize her zaman alternatif düşünme yolları ve yeni bakış açıları sundu. Dil, aidiyet ve zamansallık gibi sürekli dönüp dolaştığımız meseleler bu özel sayıda yer alan farklı türlerdeki metinlerde de tekrar karşımıza çıktı ve bu yazıyı kaleme alma fikrini beraberinde getirdi.
Dil, şüphesiz ki bir toplumun bütünlüğünü koruyan temel unsurlardan biridir. İletişimden kültürel ve tarihsel aktarım süreçlerine kadar; kuşaklar arası bağ kurar ve bireylerin kimliklerini ifade etmelerinin bir aracıdır. Ancak konu Ermenice olduğunda, özellikle Batı Ermenicesinin tehlike altındaki konumu ve geleceği üzerine düşünmek kaçınılmaz hale gelir. Resmi olarak ayrı bir dil olarak tanınmasa da, Batı ve Doğu Ermenicesi arasındaki farkların içselleştirilmiş olması ve Batı Ermenicesinin diasporadaki kullanım biçimleri uzun süredir yanıtı netleşmemiş sorulara zemin hazırlar. Wasafiri de bu konuyu temel tematik meselelerden biri olarak ele alıyordu. Bu bağlamda öne çıkan metinlerden biri, Tamar Marie Boyadjian ve Hrach Martirosyan’ın Maral Aktokmakyan tarafından İngilizceye çevrilen “Two Armenians Conversing in Two Armenians” (İki Ermeninin İki Ermenice Sohbeti) başlıklı söyleşisiydi. Söyleşi, dilin ikiye ayrıldığını ve birbirlerine yakın olduğu kadar, aralarında yabancılaştırıcı mesafeler de barındırdığını belirten bir giriş yazısıyla açılıyor. Boyadjian ve Martirosyan, bu iki farklı dil dünyasının konuşurları olarak, dili ve ortak edebi mirası sevdikleri noktada buluşuyorlar.
Batı Ermenicesine odaklanan ödüllü yazar, editör ve çevirmen Tamar Boyadjian, Lübnan’dan ABD’ye göç etmiş bir ailenin mensubu olarak, kendi kuşağının Ermenice ile kurduğu bağın günlük bir iletişim dilinden çok, kuşaklar arası hafıza ve travma üzerinden şekillendiğini ifade ediyor. Ermeni okullarında yirminci yüzyıl Ermeni edebiyatı okutulsa dahi, bu mesafenin kapanmadığını vurgulayan Boyadjian, bir yazar olarak dile yapısökücü bir yaklaşımla yaklaştığını belirtiyor. Ermeniceyi, hata yapma baskısı olmaksızın kullanabildiği, özgürce deneyimleyebildiği bir alanda yeniden kurmanın; dili sadece hayatta kalmak için taşınan bir yük olmaktan çıkardığını dile getiriyor.
Boyadjian, Batı Ermenicesinin yalnızca bir hayatta kalma aracına indirgenmesini sorunlu buluyor. Ona göre bu yaklaşım, dilin tarihsel coğrafyası olan Batı Ermenistan ve Kilikya’dan koparılmasının yarattığı bir travma tepkisi. Eğer dil esasen iletişim içinse, Batı Ermenicesini konuştuğunu iddia eden bazı bireylerin bu iletişimde nezaket ve sabırdan yoksun oluşu dikkat çekici. Boyadjian bu nedenle, dil aktarımında sabır ve anlayışın özellikle diaspora bağlamında ne kadar gerekli olduğunu vurguluyor.
Onun bu tespitleri, İstanbul ve Beyrut’taki deneyimlerle de örtüşüyor. Genç yaşlarımızda Ermeni edebiyatıyla kurduğumuz ilişkide ya da topluluk içinde Ermenice konuşurken, hissettiğimiz çekinme, yanlış yapma duygusu çoğu zaman bizi sessizleştiriyordu. Yine de bugün, anadilimizde kendimizi yaratıcı biçimlerde ifade edebileceğimiz alternatif alanların çoğaldığını görmek umut verici. Bu alanlar, kendi sesimizi bulduğumuz güvenli zeminler yaratıyor.
Bu güvene rağmen zaman zaman hâlâ hata yapma korkusuyla yüzleşiyoruz. Yıllar önce yaptığım bir yazım hatasında Talin Suciyan, hatamı sahiplenip suçluluk duymadan düzeltmem gerektiğini söylemişti. “Hata yapmama zorunluluğu bir sömürgeci ideolojidir” diyerek bu baskının sorgulanması gerektiğini hatırlatmıştı.
Ancak burada da şu soruyu sormak gerekiyor: Batı ve Doğu Ermenicesi arasındaki farkları silikleştirme, hatta bu iki dili “aynı dil” gibi sunma eğilimi neden bu kadar yaygın? Oysa bu iki dilin yapısal ve tarihsel farklılıkları açıkça ortadadır. Bu farkları kabul etmekten neden çekiniyoruz? Sonuçta Ermenistan çeşitli kültürel kodlarla şekillenmiş bir coğrafya. Doğu ve Batı Ermenicesi arasındaki ayrımı konuşmak “biz ve onlar” ayrımını körüklemek anlamına gelmemelidir. Ulusun iki ucundaki sorunları tartışmak, bu dillerin her birinin sahip olduğu özgün potansiyeli görmezden gelmemize neden olmamalı.
Dergideki metinlerde dikkat çeken temalardan biri de zamansallık oldu. Sylvia Alajaji’nin “Evenings in Diaspora” (Diaspora Akşamları) adlı yazısı bu temayı etkileyici bir şekilde işliyordu. Alajaji, kendini ABD’deki günlük yaşamla, ailesinin terk etmek zorunda kaldığı Tarihi Ermenistan ve Lübnan arasına yerleştiriyor. Bir müzikolog olarak, Gomidas’ın meşhur Grung ezgisi üzerinden bu geçişi anlatıyor. Bu şarkı, artık torunlarının yaşamadığı Ermenistan köylerinden göğe yükseliyor, 2020’de Sevak Avanesyan’ın çellosuyla Şuşi’deki Ghazanchetsots Katedrali’nin kalıntılarından geçip, Lübnan’a ve ABD’ye uzanıyor. Bu yolculuk bazen bir ağıt, bazen miras, bazen bir haber bülteni ya da telefon görüşmesiyle karşımıza çıkıyor ve hepsi “memleketten haber var mı?” sorusunu taşıyor. Alajaji, bu ezgilerin aynı zamanda “bir geleceğin doğabileceği ve yeni bir dilin kurulabileceği alanlar” olduğunun da altını çiziyor.
Kavar okumalarımızda sık sık tartıştığımız “eşzamanlıların eşzamansızlığı” kavramı da bu anlatıda kendini gösteriyor. Sömürgeleştirilmiş halklar, sömürgeciler tarafından dayatılmış zamansallıkla baş etmeye çalışıyor. Grung’un izinden giden diaspora Ermenileri de atalarının yaşadığı —veya yaşamakta olduğu— coğrafyalarla bağ kurmaya çalışırken aynı eşzamansızlıkla karşı karşıya kalıyor.
Benzer duygular Kov-kovi buluşmalarımızda da öne çıkıyordu. Bu hikâyelerde, büyükannelerimizin hayatlarının bizde nasıl bir iz bıraktığı, kimliğimizi nasıl şekillendirdiği üzerinde sıkça duruldu. Alajaji’nin büyükannesinin bir fotoğrafta neden gülmediğini sorguladığı anı, bu paylaşımlarla güçlü bir şekilde örtüşüyordu. Nesiller arası acıların ve suskunlukların izlerini açıkça görünür kılıyordu.
Daha çok dil odaklı tartışmalara dikkat çektiğimiz bu yazının devamında dil ile birlikte edebiyata dair yansımaları sorgulamaya devam edeceğiz.
(Tercüme: Parrhessia Kolektifi)