Burada üzerinde durmak istediğim nokta, Türkiye’de sağ muhafazakâr bakış açısının yine ‘komplo’, ‘kışkırtma’ açıklamasına sarılması. Cumhurbaşkanı Erdoğan mesela, “Alevi canlarımızı kışkırtarak siyaset yapmak iç cephemizi sarsmayı hedef alan bir sabotaj girişimidir” dedi. Kastettiği, CHP’nin yaşananlara tepki göstermesiydi. Erdoğan öldürülenlerle ilgili bir hassasiyet göstermedi, asıl derdi CHP’ye bir de buradan vurmaktı. MHP lideri Bahçeli de benzer bir tutum aldı.
Suriye’de geçen hafta yaşananlar tüm dünyada ve elbette Türkiye’de dikkatlerin bu ülkeye çevrilmesine neden oldu. Bu çok normal, zira gelen haberlere göre Suriye’de 700’den fazla Alevi katledilmiş durumda. Bu cinayetleri işleyenler, yaptıklarını sosyal medyadan yayınlamakta hiçbir beis görmediler. Görüntüler korkunçtu.
Anlayabildiğimiz kadarıyla olaylar, Esad yönetimine bağlı grupların Heyet Tahrir eş Şam’a bağlı güçlerden bazıların pusuya düşürmesiyle başlamış.
Ancak bünyesinde dünyanın her yanından çok sayıda cihatçı barındıran yeni rejime bağlı güçler, karşılık olarak sivil Alevileri gruplar hâlinde katletme yoluna gitmişler.
Olup bitenler özellikle Türkiye’de büyük tepki yarattı. “Türkiye’de” derken iktidarı kastetmiyoruz elbette. CHP, DEM Parti, TİP, Alevi dernekleri, yaptıkları açıklamalarla Alevilerin katledilmesine tepki gösterdiler.
Suriye’deki yeni yönetimin cihatçı geçmişiyle ilgili kuşkular dinmemişken böyle bir katliam yaşanması, Suriye’nin geleceğiyle ilgili çok büyük soru işaretler yarattı. Türkiye’deki Alevilerin de büyük bir tedirginlik içinde olduklarını tahmin etmek zor değil.
HTŞ yönetimini destekleyen iktidar açasından ise durum bambaşka. AKP ve medyasına göre yeni hükümet Esad artıklarını “temizlemekte” ve bu operasyonlara karşı çıkanlar “mezhepçilik” yapıyor. AKP medyasında, katliama maruz kalanlar hakkında çok daha ağır ifadeler kullananlar da oldu.
Burada üzerinde durmak istediğim nokta, Türkiye’de sağ muhafazakâr bakış açısının yine ‘komplo’, ‘kışkırtma’ açıklamasına sarılması. Cumhurbaşkanı Erdoğan mesela, “Alevi canlarımızı kışkırtarak siyaset yapmak iç cephemizi sarsmayı hedef alan bir sabotaj girişimidir” dedi. Kastettiği, CHP’nin yaşananlara tepki göstermesiydi. Erdoğan öldürülenlerle ilgili bir hassasiyet göstermedi, asıl derdi CHP’ye bir de buradan vurmaktı.
MHP lideri Bahçeli de benzer bir tutum aldı. Olaylarla ilgili açıklamasında “Ne Alevi kardeşlerimiz ne de Sünni kardeşlerimiz ölümcül oyunlara aldanmayacak, buna da asla kanmayacaktır. CHP’nin yolu yol değildir. CHP’li yönetici ve milletvekillerinin açıklamaları fitne ve fücura ön açmak, öncü olmak manasından başka yorumlanamayacaktır.”
CHP’den yapılan açıklamada ise şunlar söylenmişti: “Suriye’ye yakın coğrafyadaki Alevi vatandaşlarımızın akrabalarının durumları ile ilgili duydukları endişeyi aynen paylaşıyor, bu konuda yetkililerle temaslarımızı sürdürüyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini bu konuda daha etkin davranmaya, sivil kayıpların önlenmesi için Şam yönetimi nezdinde sonuç alıcı girişimlerde bulunmaya davet ediyoruz.” Gayet yerinde bir açıklama.
Sonuçta 700’ü aşkın Alevi’nin hayatını kaybetmesi ve buna gösterilen tepki, iktidar tarafından ‘sabotaj’, ‘fitne ve fücur’ gibi kavramlarla açıklanmaya çalışıldı.
Türkiye’de ne yazık ki bu tür her toplumsal vaka bir “komplo” ile, “egemen güçlerin” “oyunu” ile açıklanmaya çalışılıyor. Bu sadece sağ siyasete özgü değil; kimi zaman sol görünümlü, ancak meseleleri tek bir bakış açısıyla açıklayan siyasetler de bu yolu izliyor.
Ancak burada konumuz muhafazakâr-milliyetçi sağ siyaset. Her konuyu böyle ‘komplo’lar açıklama elbette büyük kolaylık.
Oysa Suriye örneğinde asıl bakılması gereken, ülkenin özel konumu, durumu, tarihi. Her gelişme sizin siyasetinizle ilgili değil. Her ülkenin, her toplumun kendi iç dinamikleri var, özel bir tarihi var.
Bu dinamiklere, özel tarihe dikkatle bakmak ve kapsayıcı bir dil geliştirmek aslında hiç zor değil.
Ama bu, bir siyaset, bir çaba, bir dil ve dikkat gerektiriyor. Olaylar, katliamlar, biz nasıl açıklıyorsak öyle olmuyor. Birileri korkuyorsa, sivil insanlar canlarından oluyorsa, birileri de buna tepki gösteriyorsa, ortada bir ‘vaka’ var demektir.
Ama biz hiç böyle düşünmeyiz. Hep, kim olduğu bilinmeyen bir ‘el’ bunları düzenliyordur.
Elbette, olup bitenlerden birileri çıkar sağlayabilir. Ancak bu tür olaylarda ilk bakacağımız yer mağdurun, ezilenin sesidir. Sesini çıkaramayanın sesidir.