'Cumhuriyet boyunca, uydurma bir tarihle ‘sözde ihanetle’ suçlandık'

Ortadoğu’da ayaklanmalarla üzerlerine çöken ‘talihsizliği’ yıkan Araplar, dünya kamuoyu kadar olmasa da, Türkiye’nin de ilgisini çekiyor. Arap coğrafyasına ve kültürüne yönelen merak artarken, akla şu soru geliyor: “Peki ya Türkiye Arapları?” Türkiye’deki nüfusları yaklaşık 7 milyonu bulan Arapların sorunlarını, taleplerini, Osmanlı’ya ve Türkiye’ye bakışlarını ve Türkiye-Suriye gerginliği hakkında düşündüklerini, Türkiye’nin ilk Arap derneği olan ARAPDER Başkanı Şükrü Kırboğa’yla konuştuk.

Sevag Beşiktaşlıyan
besiktasliyan@agos.com.tr

  • ARAPDER’in kapsamı ve faaliyetleri neler? Neden böyle bir dernek kurma yoluna gittiniz?

Son yıllarda demokratikleşme yönünde atılan adımlar Cumhuriyet dönemindeki sancılı sürecin ciddi bir şekilde sorgulanmasına olanak sağlıyor. Cumhuriyetin özellikle farklı etnik kökene sahip vatandaşlar ve dinini yaşamak isteyen mütedeyyin insanlar üzerindeki kimi zaman baskı derecesini bulan uygulamaların günümüze kadar birçok soruna da kaynaklık ettiği bir gerçek. Bu yüzden, maalesef ciddi bir mağdur kesim oluştu. En azından, Türkiye’de ciddi sayılabilecek bir çoğunluk kendisini mağdur ve ötekileştirilmiş hissetmekte. Biz Türkiyeli Araplar da kendisini ötekileştirilen ve mağdur edilenler sınıfında hissediyoruz. Yakın tarihe kadar Doğu illerine yatırım yapılmaması, eğitim noktasında sürdürülen politikalardan yeterince faydalanamamamız ve bazı dönemlerde bunun devlet politikası olarak yürütülmesi bizleri hep yaralamıştı. Bizler de ARAPDER olarak, daha güçlü bir Türkiye için, çok kültürlü yaşamı zenginlik kabul ederek, “çokluk içinde birlik” anlayışı ile Türkiye toplumunu oluşturan tüm etnik, dini ve mezhepsel grupların iletişim, diyalog ve birlikte yaşama ülküsünü geliştirmek çabasındayız. Bunun için de, evrensel insan hak ve hürriyetlerine saygılı, bireylerin hiçbir ayrıma tabi tutulmadan hukuksal, siyasal, ekonomik ve kültürel konumunun geliştirilmesi, kültürel mirasımızın korunması, gelecek kuşaklara taşınması ve ekonomik dağılımın Türkiye'nin tüm bölgelerine eşit ve adil dağıtımının sağlanması için çaba gösteriyoruz.

  • ARAPDER dışındaki Türkiyeli Arap dernekler nelerdir?

Bildiğim kadarıyla, şu anda aktif olmayan Anadolu Arapları Derneği ve isminde ‘Arap’ geçmiyorsa da, Mıhallemi Derneği mevcut.

  • Türkiye’de ne kadar Arap var?

Dernek olarak yaptığımız çalışmalara göre, Türkiye’de yaklaşık 7 milyon Arap yaşıyor. Yaklaşık 1.5 milyon kadarı Alevi mezhebinden, Doğu illerinde yaşayanların çoğunluğu da Şafiilik mezhebine bağlı. Urfa, Adana, Antep, Mersin ve Antakya illerindeki Arapların bir kısmının Hanefi mezhebine bağlı olduklarını biliyoruz. Mersin ve Antakya’da aynı zamanda, 10-12 bin civarında Hıristiyan Arap da var.

  • Türkiye’deki Arapların ne gibi sıkıntıları var?

Anadolu Arapları’nın sınıf sorunu olduğunu ve Doğu illerinin yoksullaştırılmasından tabii ki bizlerin de etkilendiğini düşünüyorum. Ayrıca nüfusumuz oranında temsil edilemiyoruz. Bu şekilde geri planda kalmamızın sebebi, Cumhuriyet boyunca, uydurma bir tarihle “sözde ihanetle” suçlanmamızdır ve halen suçlanıyoruz. 

Türkiye’deki Arapların en öncelikli talepleri nelerdir? Arapların anadilde eğitim talebi var mı?

Doğu’da sadece Kürtlerin yaşamadığını ve Arapların Doğu’da büyük bir nüfusa sahip olduklarını devletin bilmesini istiyoruz. Bu yüzden, devletin Doğu’ya dair yaklaşımı sadece Kürt sorunu ile alakalı olmamalıdır, burada Zazalar, Aleviler, Araplar, Türkmenler, Ermeniler, Süryanilerin de yaşadıklarını görmeleri gerekiyor. Sadece bir etnik kimliğe dayalı çalışmalar olursa, bu sorun biter, başka bir sorun ile karşılaşabiliriz.

Aklı başında her tarihçinin söylediği gibi Cumhuriyetin asimilasyon politikasından en çok etkilenen gruplardan biri olan Arapların, bu politikalardan doğan sıkıntıların çözülmesi en büyük talepleridir. Biraz önce bahsettiğim sıkıntılar çözülmelidir ve tabi ki, dil sorunu çözülmelidir. Eyalet sistemiyle yönetilen ve hiçbir etnik kimliğe ait olmayan bir üst kimliğe sahip olan Pakistan modeli gibi bir çözümle bu sorunun üstesinden gelebiliriz. Dil, Allah’ın verdiği bir özelliktir ve men edilmesi, kısıtlanması insanlık adına çok acı.

  • Bunca yıldır Türkiye’de Arapça öğrenmenin tek yolu Arap Dili ve Edebiyatı bölümlerinde okumaktı. İlahiyat fakültelerinde dahi öğretilen Arapçanın günlük kullanımda pek faydası yok. Fakat artık Arapça ortaöğretimde seçmeli ders statüsünde. Bu, Arapça öğreniminde önemli bir katkı sağlar mı? 

Sağlar, fakat  20 yıldır öğretilmek istenen İngilizce gibi pek bir gelişme sağlayamayız. Ama Arapça oyle önemli bir dil ki, hem yüzyıllardır ortak olduğumuz bir medeniyetin dili, hem de günümüz şartlarında, gerek ekonomik, gerek kültürel anlamda çok önemli hale geldi, bu dili bilmeden ve konuşmadan ülke olarak, hedefimiz olan bölgesel güç olamayız.

  • Türkiye’de Arapça kültür üretimi (edebiyat, müzik vb.) ne durumda?

Maalesef kötü durumda. Özellikle genç nesilde, Arapça bilmeyen çok insanımız var. Bu şartlarda, edebiyat ve müzik üretiminden bahsetmek için önşart dil ve eğitim merkezlerinin kurulmasıdır. Evet, Arap Dili ve Edebiyatı bölümleri var üniversitelerde; fakat kültür üretimine pek katkısı yok. Halk bazında da, çok eksik durumda olduğumuzu belirtmeliyim.

  • Türkiye toplumunun Araplara bakış açısı nasıl? Görmezden gelmenin sebebi nedir sizce?

Türkiye toplumu, Araplara hep sistemin öğrettiği gibi baktı. Araplara, “hain, siyah tenli, tarihe yük, tembel, aciz” gibi bakıldı. Araplar için birçok deyim ve uyduruk atasözleri üretildi. Hayvanlara bile Arap ismi verilecek kadar ileri gidilmiştir. Bir siyasi partinin milletvekili, 73 milyonun karşısında Arap kadınlarını aşağılayabilecek hak ve salahiyeti kendisinde rahatça bulabiliyor. Bu ülkenin en büyük akademisyenleri dahi “Mal bulmuş Mağribi” lafını kolayca kullanabiliyorlar. Hatta Araplar o kadar bilinmiyor ki, İranlıları Arap olarak sayanlar bile var. Başbakanımız dahil birçok lider, Türkiye’nin etnik yapısını oluşturan unsurları sayarken, Türkiye’nin 3'üncü büyük nüfusuna sahip Arapları unuturlar. Tüm bunların sebebinin, biraz önce belirttiğim gibi, devletin bizleri görmezden gelmesi ve Türkiye’nin ziyadesiyle içe kapanık bir ülke olması diye düşünüyorum. Fakat artık ünlü Alman yazar Sigrid Hunke’nin de dediği gibi, iç çamaşırlarımıza kadar borçlu olduğumuz bu insanların haklarını ve itibarları geri vermenin zamanı geldi.

  • Osmanlı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin Araplara bakış açıları arasında sizce nasıl farklar var?

Osmanlı Arapları Türkleştirmedi ve hep saygı duydu, hep saygıyla yaklaştı. Araplar, hilafet merkezine son derece bağlıyken, İttihat Terakki’nin milliyetçi duygularla hareket etmeye başlamasıyla kopuş yaşandı. Sultan Abdülhamit’ten sonra Arap dünyasına Türkçe dili dayatıldı, hatta Enver Paşa tarafından alfabe oluşturulmuş ve dayatılmıştır. Cemal Paşa’nın basiretsizliği yüzünden, 42 Suriye kanaat önderi Şam meydanlarında idam edilmiştir.  Cumhuriyetin kurulması ile bu mesafeler çok açıldı, 1000 yıllık tarih yok edilmek için her şey yapıldı. Alfabe, hilafet, giyim-kuşam, yani Arapları anımsatacak ne varsa, yok edildi ve yazılan tarihle ihanetle suçlandılar. Halbuki araştırmacı Selahattin Aslan’ın Türkiye arşivlerindeki 5 bin belge üzerinde yaptığı araştırmaya göre Araplar Türklere ihanet etmemiş, bilakis yardım etmişlerdir. Örneğin, Sunusi Tarikatı lideri Libyalı Ahmet el Sunisi, Libya işgal altındayken, orayı bırakıp Anadolu’ya gelip ‘cihad’a katılmıştır. Buna rağmen yapıştırılan ihanet damgası, Anadolu Arapları üzerinde ciddi sosyal travmalara sebep oldu.

  • Ortadoğu’daki ayaklanmaları, sizce Türkiye’deki Arapları nasıl etkiledi ve bu ayaklanmalara nasıl görüyorsunuz?

Araplar gibi büyük bir halk, Batı’nın valileri konumundaki diktatörler tarafından yönetiliyordu. Küçük bir zümre, çok lüks yaşarken, geri kalan halk sefalet içinde yaşıyordu. Bu devrimler, Arapların bu düzene karşı ayağa kalkışı şahlanışı oldu ve Arap gençleri, bu yüzyılın kahramanı oldular. Ölümü yendikleri ve korkularını aştıkları bir yüzyıl oldu.

  • Son olarak, Suriye-Türkiye gerginliğine bakışınız nasıl?

Biz Anadolu Arapları, tedirginlik içindeyiz. Herkesin bir hesabı var, bu hesaplar da, nedense hep Arapların yaşadığı topraklarda cereyan ediyor. Bizim temennimiz, komşu ve akraba Suriye’de kan dursun. Suriye’ye demokrasi gelsin. Suriye, insanların kendilerini ifade edebileceği bir sistemle yönetilsin; fakat şu an itibarıyla, büyük devletlerin silah deneme tablosuna dönüştürdüğü bir alana çevrilmiş durumda. Biz burada yaşayan Araplar, Türkler, Kürtler, Ermeniler ve diğer Hıristiyanlar, hep birlikte ortak yaşama kültürünü en iyi bilen insanlarız, bütün bu zorlukları aşabilecek güçteyiz.

 

Şapgir'de bu hafta;

Dünya'dan foto haberler
 

 

 

Kategoriler

Şapgir