OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Soykırımlara bütüncül ve karşılaştırmalı bakış

Ermeni Soykırımı 20. yy’ın ilk soykırımlarından biriydi ama maalesef sonuncusu olmadı. Dünya ondan sonra da, biri hala gözlerimizin önünde her gün devam eden, birçok soykırım gördü ve bunların farklılaştığı noktalar olduğu gibi benzeştikleri hususlar onları aynı üst kategorinin başlıkları yapar. Örneğin, bugün İsrailli devlet yetkililerinin söylemleriyle, daha doğrusu bahaneleriyle 110 yıl evvel Ermeni Soykırımı’nı gerçekleştiren İttihatçıların bahanelerine bakın ne kadar aynı olduğunu göreceksiniz.

Bir 24 Nisan’a daha eriştik. Üstünden 110 sene geçti, kurbanların veya sağ kalanların torunları içinde bugün yaşayan varsa bile artık onlar da iyice yaşlandılar. Olanları bizzat sağ kalanlardan, tanıklardan dinleyen çok az kişi kaldı. Evet, Ermeni Soykırımı’na dair hafızanın kaybolmaması için ilk günden beri büyük çabalar ortaya kondu, konuyor, konmaya da devam edecek. Fakat soru şu: bilgiyi aktarıyoruz ama acaba o duyguyu, o hassasiyeti, soykırımın manasını, ne demek olduğuna dair bilinci de aktarabiliyor muyuz? Yoksa bu, zamanın sonsuz akışı karşısında başarısız kalmaya mahkum bir çaba mıdır? Ne yaparsak yapalım, yaşananları mama-babalarının, yaya-dedelerinin ağzından dinlemiş olanlar kadar -kurbanların tecrübesinin biricikliğini ve tabii korkunçluğunu zikretmiyorum bile- o duyguyu hissetmemiz mümkün değil mi? Üstelik, birçok örnekte bu mamalar-babalar, yayalar-dedeler çocuklarına, torunlarına bir şey de anlatmamışlar.

Öte yandan, belki de bu sorulması, bilincine varılması ama takılıp kalınmaması gereken bir soru. Başka bir deyişle, hatırlamaya ve hatırlatmaya “beyhude bir çaba” olarak bakmak yerine ahlaki bir sorumluluk olarak bakmak daha doğru. Biz de doğduk, büyüdük, yaşlanıyoruz, bu dünyadan gelip geçiyoruz ama hatırlamanın ve hatırlatmanın bizden önceki kuşaklardan aldığımız bayrağını bizden sonrakilere en sağlam biçimde devredebilirsek; dere boylarında, dağ başlarında, izbe kamplarda, çöl kumları içinde, neden bütün o eziyetleri yaşadıklarını, neden evlerinden koparılarak sürgün yollarına çıkarıldıklarını bilemeden can vermişlere, özellikle de çocuklara karşı sorumluluğumuzu yerine getirmiş sayılabiliriz.

Ermeni Soykırımı 20. yy’ın ilk soykırımlarından biriydi ama maalesef sonuncusu olmadı. Dünya ondan sonra da, biri hala gözlerimizin önünde her gün devam eden, birçok soykırım gördü ve bunların farklılaştığı noktalar olduğu gibi benzeştikleri hususlar onları aynı üst kategorinin başlıkları yapar. Örneğin, bugün İsrailli devlet yetkililerinin söylemleriyle, daha doğrusu bahaneleriyle 110 yıl evvel Ermeni Soykırımı’nı gerçekleştiren İttihatçıların bahanelerine bakın ne kadar aynı olduğunu göreceksiniz. Nasıl şimdi İsrail, Gazze’de okul, hastane, cami, hatta çadırları çoluğuyla çocuğuyla, genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle, hastasıyla sakatıyla  bombalarken oralarda teröristler olduğunu, okulların, hastanelerin teröristlerin karargâhı olduğunu iddia ediyorsa bundan 110 sene evvel de İttihatçılar bütün bir köyün hatta kasabanın hatta ve hatta şehrin Ermeni ahalisini gene çoluğuyla çocuğuyla, genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle, hastasıyla sakatıyla yollara sürerken okullarda, kiliselerde silah depolandığını; Ermeni halkının bir bütün olarak teröristleri desteklediğini, hatta terörist olduğunu ileri sürüyor ve toplu olarak cezalandırılmalarını meşrulaştırmaya çalışıyorlardı. Kronolojik olarak ikisinin arasına düşen Yahudi Soykırımı’nda tıpkı Nazilerin bizzat Yahudi olmayı cezalandırılması gereken bir suç olarak göstermesi gibi.

Benzer şekilde, bugün Gazze’de yaşanan soykırım karşısında dünyanın halini görünce, Ermeni Soykırımı söz konusu olduğunda eskiden naifçe sorduğumuz “dünya buna nasıl izin vermiş” sorusunu cevaplamak daha kolay oluyor. Ayrıca, gene İsrail örneğine bakınca bir toplumda soykırımın ahlaki, ideolojik, siyasi ve kültürel altyapısı nasıl oluşur neredeyse bir laboratuvar deneyi gibi gözlemliyoruz. Bunu gözlemleyince de Ermeni Soykırımı veya Holokost öncesinde ve sırasında Osmanlı ve Alman toplumlarında soykırımın sosyal zemininin nasıl şekillendiğini tahayyül etmek kolaylaşıyor. 

Soykırımlar arasında bunlar gibi daha pek çok benzerlik bulunabilir. Tabii ki hiçbir soykırım birbirinin karbon kopyası değildir ama dediğim gibi onları aynı kategoriye sokan birtakım ortak özellikleri vardır. Bu nedenle, soykırım konusuna gerek akademik gerek siyasi gerek ahlaki açıdan bütüncül ve karşılaştırmalı bir yaklaşım geliştirmek ve ortaya koymak gerekir. Öyle ya, hâlâ devam eden bir soykırımın olduğu ve en sinik biçimde umursanmadığı halihazırdaki bir dünyada 110 sene evvelki soykırımı kim, neden umursasın? Siz de bugünkünü umursamazsanız 110 sene evvelki ile neden derdiniz olduğunu anlatamazsınız. Dolayısıyla, bugün Gazze’ye sırtınızı dönerek Ermeni Soykırımı’nı veya geçmişin bir başka soykırımını anmak hem tutarsızlıktır hem beyhude bir görüntüden ibarettir. Yukarıda Ermeni Soykırımı’nın kurbanlarına karşı ahlaki sorumluluktan bahsettim ama bu, günümüzde ve geçmişte yaşanan bütün soykırımların kurbanlarına karşı tek ve ortak bir ahlaki sorumluluktur aslında.

Böyle bakınca, Ermeni Soykırımı da dahil bir soykırımı evrensel bağlamına yerleştirmek, soykırımları karşılaştırmalı olarak ele almak başta bahsettiğim unutulma riskine karşı bir fren de olacaktır; çünkü böyle yaptığımız zaman bir soykırımdan bahsettiğimizde diğerine de atıfta bulunmuş, diğerini de hatırlamış olacağız.