Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin doğusunda Nisan ayında çıkan isyan giderek genişliyor. İsyancılar de facto yönetim kurarken hem hükümet hem de uluslararası toplum somut adımlar atamadı. Aslında bu, birilerinin refahının dünyanın bambaşka bir yerinde yarattığı şiddetin hikâyesi. Küresel ekonomi tümüyle dönüşmedikçe bu hikâye, Afrika’nın farklı yerlerinde, farklı biçimlerde yazılmaya devam edilecek. Müge Dalar şapgir için yazdı.
Müge Dalar
dalaroma@gmail.com
Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin doğusundaki Goma’da Nisan ayının sonlarında patlak veren isyan sessiz sedasız ilerliyor. Bölgede görev yapan Birleşmiş Milletler Barış Gücü (MONUSCO), isyancıların Eylül ayı itibarıyla de facto bir yönetim kurduklarını, madenleri denetim altına aldıklarını ve halkı vergi vermeye zorladıklarını açıkladı. Bu durum, hem merkezi hükümetin hem BM’nin hem de uluslararası toplumun isyanı bastırmak konusundaki basiretsizliğini ortaya koymuş oldu.
Demokratik Kongo’da iç savaştan kaçış |
İsyan nasıl başladı?
Bölgedeki isyan, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından aranmakta olan General Bosco Ntaganda'nın liderliğinde, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ordusunda görevli Tutsi etnik kökenli bir grup subay tarafından başlatıldı. İsyanı başlatan subaylar, 2009 yılında yapılan barış anlaşmasıyla Demokratik Kongo Cumhuriyeti ordusuna dâhil edilmiş eski militanlardı. İsyancılar, silahlı Tutsi grubu CNDP’ye bağlı 23 Mart Hareketi’ne (M23) mensup olduklarını belirterek 2009 Barış Anlaşması çerçevesinde Kongo ordusuna katılmayı kabul ettiler, ancak gördükleri kötü muamele nedeniyle kitleler halinde ayrıldılar. 2009 yılında yapılan barış anlaşmasından önce CNDP militanları, Goma’yı ele geçirmeye çalışmış ve bu süreçte 250.000 kişi yerlerinden edilmişti. Uluslararası Ceza Mahkemesi, 2009'daki barış anlaşması çerçevesinde Demokratik Kongo Cumhuriyeti ordusuna katılan eski bir 'savaş lordu' olan ve “terminatör” lakabıyla bilinen General Ntaganda'yı, yıllardır savaş suçlarından tutuklamak için arıyor. Ntaganda'nın şu anda nerede olduğu ise bilinmiyor.
İsyancılar, ordu mensuplarıyla çatışmanın yanı sıra sivilleri de hedef alan saldırılar düzenliyor. Sistematik olarak köyleri basan grup, yağmalama, öldürme, yaralama, tecavüz gibi bir dizi insanlığa karşı suç işleyip ardında yıkık bir köy bırakıyor. Nisan ayından bu yana hayatını kaybeden yüzlercesinin yanında 300.000’e yakın insan bölgeyi terk etmek zorunda kaldı.
Hem Demokratik Kongo hükümeti hem de Birleşmiş Milletler, söz konusu isyanın komşu Ruanda tarafından desteklendiğini öne sürdü. Bu iddiaya göre Tutsi kökenli isyancılar Ruanda’da eğitim alarak savaşmak için Goma’ya gönderiliyorlar. Ruanda ise kendi sınırında yaşanan bir kargaşadan herhangi bir çıkarı olamayacağını öne sürerek iddiaları yalanlıyor. Birleşmiş Milletlerin tarafları bir araya getirerek sorunu çözme çabaları da sonuçsuz kaldı.
Demokratik Kongo’da iç savaş kültürü
Demokratik Kongo’da özellikle son 20-25 yıl, yerel, bölgesel ve uluslararası aktörlerle bağlantılı etnik düşmanlıklarla geçti ve bu durum Demokratik Kongo’nun II. Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en kanlı savaşlara ev sahipliği yapması ile neticelendi. 1996 yılında başlayan ve resmi olarak 2003 yılında sona eren, ancak etkileri hala süren bu savaşlar, ABD desteği ile 1965 yılında iktidarı ele geçiren ve hızla yozlaşan General Joseph-Désiré Mobutu rejimin tasfiye edilme mücadelesi gibi görüldü ilk elde. Ancak bu savaşları, 1994 yılında başlayan Ruanda soykırımının tamamlanması çabası, bu soykırımın Kongo topraklarına taşması süreci olarak görme eğilimi de söz konusu.
1996 yılında yine Demokratik Kongo’nun doğusunda çıkan savaşta, Ruanda tarafından silahlandırılan milisler, burada yaşayan Tutsileri korumak adına Hutuları hedef almıştı. Ruanda’ya göre, bu Tutsiler, Demokratik Kongo sınırları içinde yaşamak zorunda kalmışlardı ve zaten Doğu Kongo, tarihsel olarak Ruanda’nın bir parçasıydı.
1998 yılındaki ikinci savaş ise, Mobutu’nun devrilmesiyle iktidara gelen Joseph Kabila’nın Ruandalıları ülkenin yönetiminden uzaklaştırmak istemesi sonucu patlak verdi. Kabila, Zimbabve, Angola, Namibya gibi ülkelerden aldığı destek sonucunda amacına 2003 yılında ulaştı, ancak savaş sonunda öyle bir kargaşa söz konusuydu ki hangi grubun neye isyan ettiği bile belli değildi. Doğu Kongo’ya istikrar barıştan sonra da gelmedi. Özellikle Hutu silahlı grubu FDLR’nin merkezi ordu ile çatışmaları sona ermedi. BM raporlarına göre 2003 yılından bu yana bu çatışmalar nedeniyle 900.000 sivil yerlerinden edildi, 1000 sivil öldürüldü ve 7.000 kişi de tecavüze uğradı. Ayrıca, bu suçların faillerinin sadece FDLR militanları olmadığı, aynı zamanda merkezi ordunun da kimi zaman kasıtlı olarak sivilleri hedef aldığı belirtiliyor.
Demokratik Kongo’da çıkarılan madenler
Bu çatışma ortamında Ruanda, neredeyse 20 yıldır Demokratik Kongo’daki iç savaşların hem önemli bir destekçisi hem de bu savaşların yol açtığı kargaşa ortamında yasadışı maden ticaretinden en fazla faydalanan ülke. Dolayısıyla tüm resme bakıldığında, Kongo Savaşları’nın, bir devlet ile o devletin sınırları içerisinde bir bölgenin kontrolünü elinde bulunduran grupların birbirlerine karşı savaştıkları bir çatışma ortamından ziyade, doğal kaynakların paylaşılması temelinde şekillenen ve pek çok uluslararası aktörün doğrudan ya da dolaylı olarak müdahil oldukları bir uluslararası savaş olduğunu görmek mümkün.
Doğal kaynaklar bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden birisi olan Demokratik Kongo’da bugün de süregiden çatışmaların yoğunluklu olarak yaşandığı Kivu bölgesi, doğal kaynakların lanetlediği bir bölge. Zira stratejik önemi haiz koltan madeninin dünyada bilenen rezervlerinin % 80’i Kivu bölgesinde bulunuyor. Koltan, niyobyum ve tantal içeren metalik maden cevhere konuşma dilinde verilen Afrikalı addır. Söz konusu maden, cep telefonları, dizüstü bilgisayarlar, DVD oynatıcıları gibi günümüzün yüksek teknoloji ürünlerinin tümünde kullanılıyor. İç savaş döneminde yasadışı koltan ticareti, savaşların önemli bir finansman kaynağı olmuştu. Bugün yaşanan ve pek çok insan için tecavüz, öldürme, yağma, zorla isyan kuvvetlerine katma gibi savaş suçlarını gündelik yaşamın bir parçası haline getiren isyanın yine aynı bölgede patlak vermesi şaşırtıcı değil.
Uluslararası medya sürekli olarak Afrika’nın “biz”den farklı bir sosyal ve siyasal doğası olduğu, şiddetin buraların bizatihi sosyal evreni olduğu argümanını yeniden üretiyor. Savaş, Afrika’nın doğasına özgü, kendiliğinden ortaya çıkan bir durum olarak algılanıyor. Bu son derece indirgemeci akıl yürütme biçiminden sıyrılıp, tarihsel arka plana bakmakta fayda var. Afrika’daki hemen her sorunun tarihsel nedenini ararken sömürgecilik ilk elde karşısına çıkıyor insanın. 1884-85 yılında toplanan ve sömürgeciliği kurumsallaştıran Berlin Konferansı’nda Afrika’da yalnızca yeryüzü şekillerinin esas alındığı bir paylaşım gerçekleştirildi. Bu durum her bir ülkenin bir diğerinin azınlığını içinde barındırması sonucunu doğurdu ve Pandora’nın kutusunu açmamak için bu sınırlar bağımsızlık sonrasında da korundu. Bu nedenle bağımsızlık sonrası Afrika’da yaşanan çatışmalar temelde “kimin kim” olduğu ile ilgili. Bu durum da etnik gruplar şöyle dursun, kabileleri hatta Somali’de görüldüğü gibi kabile altı birleşmeleri birbirine düşürüyor.
Bir başka tarihsel neden, sömürgecilik döneminde başlayan ve hızla süren yoksullaşma. Bağımsızlık sonrası Afrika ekonomilerinin neredeyse tümü tek kaynağın ihracına bağlı ekonomiler. Bu durum adaletsiz gelir dağılımı ile birleştiğinde tek kaynağın ihracından elde edilen gelir ulusal kalkınmaya aktarılmıyor ve halk gittikçe daha çok fakirleşiyor. Gelir dağılımında adaleti kendisi sağlamak isteyen halk da etnik gruplar temelinde birleşerek isyan ediyor. Bugün Demokratik Kongo’da yaşanan da bundan farklı bir durum değil aslında. Dolayısıyla birilerinin refahının dünyanın bambaşka bir yerinde yarattığı şiddetin hikâyesi bu. Küresel ekonomi tümüyle dönüşmedikçe bu hikâye, Afrika’nın farklı yerlerinde farklı biçimlerde yazılmaya devam edilecek.
Afrika'nın Ekim'iAfrika'ın çeşitli ülkelerinde Ekim ayı fotoğraflar eşliğinde |
Şapgir'de bu hafta;