Yaklaşık 30 yıllık sürgünden sonra toprağına dönerek, “ölmeye değil, direnmeye gelen” Kürtçe romanın büyük ismi Mehmet Uzun’a bir saygı duruşu: “Hiçbirimizin Kürtçesi, Mehmed Uzun’un eserlerini okumaya yetmiyordu, dolayısıyla Türkçe okunacaktı. Ancak bu fikir bana cazip gelmemişti. Kürtçe okuma-yazmanın gerekliliği aynı gerekçeden doğmuş arkadaşlarla Kürtçe dil kursuna kayıt yaptırdık.”
Ferzan Şêr
ferzanser@gmail.com
Benim için en zor şey ölüm ve ölümün ardındaki eylemlerdir. İnsan ne yapsa ölümün tadı vardır içinde. Bu yüzden Mehmed Uzun’un ölümünün beşinci yıldönümü münasebetiyle yazmaya çalıştığım bu yazı bana böyle bir tat veriyor.
Ruhun Gökkuşağı: Kürtçe yazmaya ilk adım
Beatriz Sarlo, Geçmiş Zaman: Bellek Kültürü ve Özneye Dönüş Üzerine Bir Tartışma adlı eserinde “yirmi yıl önce, bellek ve kolektif bellek çalışmaları alanında bir yenilik hareketi doğdu ve daha önceki yıllarda dışlanan öznelerin üstünlüğü yeniden tanındı” der. Sarlo bu durumu da “öznenin dirilişi” olarak tanımlar. Buna binaen deneyim ve anıların aktarılmasını önemli buluyorum. Mehmed Uzun’la tanışmam –bakmayın tanışmak dediğime, bir okur olarak eserleriyle tanışmaktır– Ruhun Gökkuşağı eseriyle oldu. Bu eser, Mehmed Uzun’un yazarlık serüveniyle ilgili önemli bilgiler verir.
Kitabı okuduğum yıllarda Mehmed Uzun amansız bir hastalıkla boğuşuyordu. Böylesi bir sebeple ülkesine dönmüş olması ve elbette Kürt edebiyatının mihenk taşlarından biri olması etrafında büyüleyici bir aura oluşturmuştu. Herhangi bir rüzgarla savrulabilecek yeşil bir ağaç kadar gençtim. Bir konuşmamızda Arşevê Oskan bana Cegerxwîn’in ölümün etrafında oluşan böylesi bir auranın şiir yazmasında etkili olduğunu anlatmıştı. Kürt şair Cegerxwîn ölünce ardından binlerce insan yürümüş. Oskan, Kürtçenin kıymet değer bir dil olduğuna ilk defa o kalabalığı görünce kanaat getirmiş. Belki böylesi bir deneyim olmasaydı, Arşevê Oskan şiir yazmayacak, yazsa bile büyük ihtimalle egemen dil olan Arapçayla yazacaktı.
Mehmed Uzun okumak için Kürtçe öğrenmek
Mehmet Uzun’un hastalıkla başlayan ülkesine dönme sürecinden ölümüne uzan yol da benim için böylesi bir etki yaptı diyebilirim. Bunun sadece benimle de sınırlı olduğunu sanmıyorum. Kürtçenin en bilinen yazarı, ölümcül bir hastalığın pençesinde trajik bir şekilde ülkesine dönmüştü. Medyadan siyasete, pazardan kamu kurumlarına kadar halkın büyük bir kısmı aynı acının bir parçasıymışçasına hüzünlüydü. Mehmed Uzun için herkes bir şeyler yapmaya çalışıyordu, hastalığı için moral çok önemliydi. Bu amaçla bir grup arkadaşla birlikte, Batman’daki Yılmaz Güney Sineması’nın önünde “Mehmed Uzun Sevgi Standı” adı altında defter tutulmuş ve onu seven halkı temennilerini bu defterlere aktarmıştı. Sonra da, aynı arkadaşlarla defterleri Diyarbakır’da hastanede olan Mehmed Uzun’a yetiştirmiştik. Dönüş yolunda arkdaşların önerilerinden biri Mehmed Uzun’un bütün eserlerini alıp okumaktı. O bizimdi, bizim bir değerimizdi. Ancak sorun şu ki, hiçbirimizin Kürtçesi, eserlerini okumaya yetmiyordu, dolayısıyla Türkçe okunacaktı. Ancak bu fikir bana cazip gelmemişti. Kürtçe okuma-yazmanın gerekliliği aynı gerekçeden doğmuş arkadaşlarla Kürtçe dil kursuna kayıt yaptırdık. Sonrasında Kürtçe-Türkçe bir dergi çıkarmaya başladık.
O süreçlerde Bilgi Üniversitesi’nde Mehmed Uzun adına bir konferans düzenlenmiş, Yaşar Kemal’den Jale Parla’ya, Maria Modig’ten Azar Mohloujian’a kadar birçok yazar ve aydın gelmişti. O konferans, Kürtçe yazarlık konusunu kafamda netleştirmişti. Çünkü Mehmed Uzun şahsında yükselen değer Kürt edebiyatıydı. Dillerarası hiyerarşi olmadığına inanmakla birlikte, artık ısrarla Kürtçe yazma arzusu duydum. Nitekim o konferansta tanıdığım Jale Parla, akademi dünyasına yönelmem için beni etkilemişti. Bir sevgi standıyla başlayan süreç şu anda Karşılaştırmalı Edebiyat bölümünde masterla devam edip bir yazar-öğrencilik serüveniyle sürmekte. Benim için şahsi olan bu anıların benzerlerinin birçok Kürt edebiyatçısı için geçerli olduğu kanaatindeyim. Böyle bakınca yazarların ölmediğini, miraslarını taşıyacakları yeni nesiller doğurduklarını görüyorum.
Kaynağından içtiği bu suyu, üslubunun harcında kullandı
Mehmed Uzun’un yazarlığı, Türkiye gündeminde hep popüler tutulmaya çalışıldı ve bu bağlamda araçlaştırıldı. Birçok edebiyat çevresince Kürtçenin kurucu öznesi olarak lanse edildi. Bu görüşe katılmıyorum, ancak tartışma mekanın da burası olmadığına inanıyorum. Kürt romanında Mehmed Uzun’un öncesi olduğu tarihsel bir gerçekliktir. Verimli bir dönem olmasa da varlığı şüphe götürmez. Ancak bu dönem, bir roman geleneği oluşturmamıştır. Keza Mehmed Uzun’dan sonra da bir gelenekten bahsedemeyiz. Belki bir kuşak sonra, bu söylenebilecektir. Ancak Mehmed Uzun’un da içinde bulunduğu son 30-40 yıllık bir süreç Kürt romanın gelişiminde önemli adımların atıldığı bir süreçtir. Şunu diyebiliriz, bu gelişimde Mehmed Uzun’un payı çok büyüktür. Mehmed Uzun “bir dil yarat[madı]”, Kürtçe romanı da yaratmadı. Mehmed Uzun kendinden önceki gelenekten –roman geleneği demiyorum– koptu. Elbette kendinden önceki yazılı ve sözlü deneyimlerden aldıklarıyla disipiliner ve sistemik bir tarzla roman adında bir türe yöneldi. Birçok çağdaşı gibi sürgünde yaşamak zorunda kalmasına rağmen, sürgünde eriyip gitmedi. Az sayıdaki aynı kaderi paylaşan çağdaşları gibi o da, Kürtçe yazmaya devam etti. Entelektüel gelişime katkı sağladı. Sürgünü bir yara olarak görse de, bunu psikotik bir ruh haliyle karşılamadı. Sürgün yaralarını sağaltmasa da, sürgünü Edward Said’in tabiriyle bir “baba” gibi gördü. Mehmed Uzun’un yeniliği ve öncülük ettiği şey de bu; Batı’ya ait bir türü modern üslup ve tarzda yazmış olması. Kaynağından içtiği bu suyu, üslubunun harcında kullandı. Nasıl ki, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan önce Türkçe roman varsa ve lakin modernizmi Tanpınar’la başlıyorsa, Mehmed Uzun’dan önce de Kürtçe roman vardır ve onun da içinde bulunduğu, önemli katkılar sunduğu bir süreçle Kürtçe roman modernizmi yaşamaya başladı.
Mehmed Uzun’un bir başka özelliği de yazarlık kavramını meslekleştirmesi, daha da önemlisi kurumsallaştırmasıdır. Hiçbir zaman yazarlığını küçük görmedi, hiçbir yazar görmez zaten. Ama Mehmed Uzun mütevazı da davranmadı. Kendi hep büyük bir yerde konumlandırdı. Nitekim “yaratmak” fiilini sürekli telaffuz etmesi de, bu büyüklenmeci davranışların tezahürüdür. Buna karşın, bu tavrıyla Mehmed Uzun çağdaşlarınca eleştirilse de, bu sayede yazarlığı metaforlaştırarak, Kürt edebiyatını da önemli bir seviyeye taşıdı. Kitapları Türkçeden sonra birçok dile çevrildi. Günümüzde birçok insan, Kürt edebiyatını Mehmed Uzun’la tanıdı. Yabancı dil bilmesi, üç dilde eserler vermesi, entelektüel ilişkileri, sürgünde yazması, hakkında davaların açılması ve Kürtçe yazma konusundaki ısrarı, kendi yazarlık durumunu “yarat”masının temel bileşenleridir.
“Yazarlar ölmez”
Edebiyat dünyasında etliye sütlüye karışmadan, dış dünyasına kayıtsız kalan, kendi bohemyasında yaşayan birçok yazar vardır. Bu depolitizasyon ve apolitikleşme, tersinden okunursa politikleşmedir de aslında. Egemene ses etmeyen çocuklar oluverirler bu yazarlar. Bunu politik söylemde bir aktiflik-pasiflik olarak ele alırsak, Mehmed Uzun uzun edebi yaşamında aktif ve dinamik bir yazardı. Bir döneme damgasını vurdu. Bu bağlamda, Kürt edebiyatında, adı etrafında birçok tartışmanın yürütüldüğü bir yazardır. Kürt edebiyatını “pazarlama” alanında çok önemli işlere imza atmış, kendisi öncüllerinden etkilendiği gibi, çağdaşlarını da etkilemiştir. Bu yüzden, böylesi yaslı-paslı günlerde değer verdiğim, önemli bir mevzuda bu etkile(n)me mirasının sürekliliği ve bunun getirdiği “yazarlar ölmez” duygusudur.