Yaşamak zorunda kalınan bu sıkıcı yerkürede yolda yürürken muza basıp düşenlerin, pencere altından geçerken kafalarına saksı düşenlerin, yağmurlu havada yıldırım çarpanların, kısacası bahtsızların sesi Keret, kahkaha attırmayan fakat gülümseten öykülerin yaratıcısı.
Can Öktemer
temercan.ktemer7@gmail.com
1967 Tel-Aviv doğumlu Etgar Keret, son yılların en heyecan verici ve takdir gören yazarlarından biri. Öyküleri şimdiden 29 dili çevrilmiş durumda. Salman Rushdie’ye göre “Orta Doğu’nun en iyi yazarı ve yeni kuşağın sesi.” Kneller’in Mutluluk Kampı isimli öyküsü 2006 yılında Goran Dukic tarafından “Wristcutters: A Love Story” (Kesik Bilekler) ismiyle sinemaya uyarlandı. Türkiye’de de hızla artmakta olan bir ilgiye mazhar olduğu bir gerçek. En son, geçtiğimiz hafta, Tanpınar Edebiyat Festivali kapsamında İstanbul’a geldi ve anaakım medyanın bile görmezden gelemeyeceği kadar önemli olduğu bir kez kanıtlandı.
Roman çağında kısa öyküler
Uzunca bir süredir edebiyat dünyasında eleştirmenler romanın can sıkıcı hükümranlığından bahsediyorlar. İnsanların okuma alışkanlığı olarak sadece romandan yana tavır almalarının şiir ve öykü türlerine zarar vereceği aşikâr. İşte Etgar Keret böyle bir dönemde kısa öyküleriyle ön plana çıkıyor. Hüzünlü, enerjik ve komik öyküleri ile tanınıyor. Keret’in öyküleri ağırlıklı olarak 1-2 sayfayı geçmiyor; en uzun öyküsü Kneller’in Mutluluk Kampı da 17 sayfa civarında.
Keret’in öykülerinin en büyük özelliği de bu. Söz oyunlarına ve derin tasvirlere az yer verip duru, az ve öz edebiyat yapıyor. Öykülerinde ağırlıklı olarak yaşamın manasızlığından, hayatın anlamının peşinde koşanların bu beyhude çabalarının komik hallerini, asker olmanın yarattığı bunalımları, kendisi büyüdükçe ailesi giderek küçülen ve bu durumu önlemek ve gelişimini durdurmak için sigaraya başlayan bir çocuğun büyüme korkusunu, buzdolabının üzerinde kendisini dünyanın en güvenli yerinde hisseden bir kızın ve ataları Nazi soykırımında öldürülmüş bir çocuğun Adidas marka spor ayakkabı giyerken hissettiği hüzün gibi sıra dışı, trajikomik ve fantastik hikâyelere yer veriyor. Kısacası Keret, yerkürede ne yapacağını, neden var olduğunu anlayamamış zavallı insanoğlunun uzaktan çok komik gözüken çaresizlik halinin fotoğrafını çekiyor.
Askerlik travması
Keret’in hemen bütün öykülerinde askerlik ile karşılaşmak mümkün. Tabii Keret’in askerlik kavramına yaklaşımı militer bir yüceltme değil, aksine o militer dayatmanın getirdiği problemleri ve her insanın asker olma becerisine sahip olmadığını vurguluyor. Kendisi de İsrail ordusunda 3 yıl askerlik yapmış ve kendi deyimiyle berbat bir asker olduğunu söylüyor. Zaten yazar olmaya da askerliği sırasında karar vermiş. Askere en yakın arkadaşıyla birlikte gitmiş, yerin altında ışık görmeyen bir yerde zamanını geçirmek zorunda kalmışlar ve arkadaşı daha fazla dayanamayıp bir duygusal kriz sonrası intihar etmiş. Etgar Keret de, yakın arkadaşının intiharı sonrası, “Borular” isimli, kendine boru yapıp onun içine girip gerçek dünyadan kaçan bir karakterin hikâyesini yazmış. Arkadaşının intiharı sonrası yine kendisinin en otobiyografik öyküsü olduğunu söylediği Nimrod Çıldırışları isimli öyküsü gelir ki, bu öyküde de Keret, askerde arkadaşı intihar eden üç yakın arkadaşın askerlik sonrası sırayla delirmesini konu alır. Öyküde bu travmayla başa çıkamamayı şöyle anlatır: “Doktorlar, askerdeyken geçirdiği travmanın birden beyninde tekrar belirdiği görüşünde, sifonu çektikten çok sonra suyun yüzüne çıkan bok parçası gibi.”
Aynı zamanda kangren haline gelmiş İsrail-Filistin savaşı için sürekli barış çağırısı yapıyor Keret. İsrail-Lübnan Savaşı sonrası bu durumu protesto etmek için Lübnanlı yazar Samir El-Youssef ile Gazze Blues’u yayınladılar. Kitabın çıkış öyküsünü, “Bomba saldırısından sonra Samir beni aradı ve bir şeyler yapmamız gerek dedi. Evet, ama hiçbir işe yaramayacak bir imza kampanyası daha başlatmak istemiyorum, dedim. Bunun üzerine Samir de, iki tarafı da insanlıktan çıkarmanın çok kolay olduğu bir konuda tarafları insancıllaştırmak için ufak bir çaba gösterelim ve bir kitap çıkaralım” diye anlatıyor.
Bir ölüm coğrafyasında protesto biçimi olarak mizah
Gerilimin bir an olsun eksilmediği, şiddetin rutin hayatın içerisine sıçradığı bir coğrafyada Keret için mizah “Yaşamak zorunda olunan bu şiddet sarmalını bir nevi protesto etme biçimi”. Otobüs durağında işe gitmek için beklerken, marketten alışveriş yaparken ya da yolda anlamsız bir şekilde yürürken, aniden patlayacak bir bomba tehlikesiyle yaşamanın yarattığı şizofreninin karşısında, trajikomik anları anlatıyor öykülerinde.
Sürpriz Yumurta’da otobüs durağında işe gitmeyi beklerken, patlayan bir bomba sonrası yaşamını yitiren bir kadının yaşadıkları gibi... Kadının otopsi sonuçları, doktorları çok şaşırtıyor, çünkü kadının bütün iç organlarını tümörler ele geçirmiş durumda. O gün kadını eşi, işine arabayla da bıraksa da kadıncağız kısa bir süre sonra hayatını kaybedecekti, ama kader onun canını patlayan bir bomba sonucu almayı kararlaştırmıştı. Saldırı sonrası, kadının kocasına, bomba patlamamış olsa bile karısının bu sefer kanserden öleceğini söylemeyi bir türlü beceremeyen doktorun yaşadığı derin boşluk gibi: “Yukarıdan gelen bir terörist saldırısından başka neydi ki kanser? Bir şeye karşı olduğu için bize terör uygulamak değilse ne bu Tanrı’nın yaptığı? Neye karşı olduğu için? Çok yüksek ve bizim kavrayamacağımız kadar aşkın bir şeye.”
Anlamını yitiren yaşam
Yaşam, Keret’in tasvir ettiği şekilde, gerçekten anlamsız kalıyor. Bir sabah işe giderken gaza fazla basan acemi bir şoför tarafından, her türlü malzemeden çalınmış bir apartmanın depremde yıkılması sonucunda ya da vücudumuzda bir anda beliriverip tüm vücudumuzu saran tümörler tarafından ölebiliriz. Keret, yaşadığı ölüm korkusunu ise şöyle açıklıyor: “İsrail’de bir kafeye gittiğimde pencere yanına oturmam, çünkü bir bomba patlarsa cam parçalarının yüzümü keseceğini biliyorum.”
Yine hayatın manasızlığını, insanın ölüm karşısında yaşadığı çaresizliği anlattığı 9.90 isimli öyküsünde ise gazete ilanından hayatın anlamını öğrenen Nahum’un ölüm karşısındaki çaresizliğini anlatıyor: “Ondan sonra hayatın anlamının insanlığın bütününe açıklaması uzun sürmedi… Dünyanın bütün ülkeleri silahsızlanma anlaşması imzaladılar, bazı ülkeler kılıçlarını saban demirine çevirdi… Nahum zamanının büyük kısmını ailesinin evinin küçük bahçesinde domates yetiştirerek geçiriyor, bütün dünyanın mutluluğunda pay sahibi olmanın tadını çıkarıyordu. Onu kaygılandırmaya devam eden bir mesele vardı ama ölüm…”
Yaşamak zorunda kalınan bu sıkıcı yerkürede yolda yürürken muza basıp düşenlerin, pencere altından geçerken kafalarına saksı düşenlerin, yağmurlu havada yıldırım çarpanların, kısacası bahtsızların sesi Keret, kahkaha attırmayan fakat gülümseten öykülerin yaratıcısı… Gülmeyi unutan bir coğrafyada şüphesiz biraz Keret hepimize çok iyi gelecek.