Çapraz Ateş Altındaki Kadın: Samar Yazbek

Arapça edebiyatla ilgili İngilizcedeki en iyi kaynaklardan birisi olan arablit.wordpress.com isimli blogun editörü Marcia Lynx Qualey, bu hafta PEN Cesaret Ödülü’nü kazanan Suriyeli Nusayri yazar Samar Yazbek’i ve son kitabı The Woman in the Crossfire’ı, Agos Şapgir ve The Chicago Tribune için yazdı.

Marcia Lynx Qualey
mlynxqualey@gmail.com

Samar Yazbek’in Woman in the Crossfire (Çapraz Ateş Altındaki Kadın) isimli anı kitabı, okuyucuyu karanlığa, yazarın kendini bulduğu boşluğa çekiyor: “İki veya daha fazla ateş arasında, düşmanın ateşi de dostunki de birbirine benziyor.”

Bu hafta, PEN Cesaret Ödülü’nü alan Yazbek, yaklaşık bir yıl kadar önce Suriye’yi terk edişinden, Suriye’de neler olduğu hakkında uluslararası dinleyiciyle konuşmasına, hareketli bir tempoyla yol alıyor. İşte kat ettiği bu yolda biriktirdiği anıları sebebiyle, PEN Pinter Ödülü sahibi şair Carol Ann Duffy tarafından bu ödüle layık görüldü.

Yazbek’in kurgusal olmayan ilk kitabı olan anıları, bizi Suriye’de 18 ay önce Esad rejimine karşı başlayan kavganın umut dolu ve kaotik ilk anlarına götürüyor. Kitapta, çok tehlikeli sokak gösterileri, şehirlere yapılan saldırılar ve on binlerin ölümüne sebep olan bombalardan görece az bahsediliyor. Kitabın odaklandığı esas nokta, Yazbek’in dolaylı yoldan ve telaş içinde tecrübe ettiği kapalı kapılar arkasındaki devrim: “Protesto hareketleri başladığından beri buradayım. Penceremden dışarı bakıyorum ve seyrediyorum. Sesim çıkmıyor.”

Kitap, hızlı veya kolay okumaya uygun değil. Bir hikaye temelinde kurgulanmamış, fakat büyük resmin parçaları olan Suriyelilerle yapılan birkaç söyleşiye yer veriyor. Ayrıca Yazbek için katılması hiç de kolay olmayan gösteriler için sokağa inmesine, korkularına ve genç yaştaki kızını koruma çabalarına şahitlik ediyoruz. 

Woman in the Crossfire, birçok üslubun karışımı. Ne bir gazetecilik çalışması, ne de kişisel anılar… Kitap, aceleyle ve hassasiyetle yazılmış bir günlükten çok, Yazbek’in gerçeği günyüzüne çıkarma ve kendisine ülkesinde bir yer bulma mücadelesinin kaydı. Kitabı, uluslararası okur için güvenilir yapan da, onun Suriye’deki bölünmüşlük için kendine bir yer bulma mücadelesini anlatması.

En başından beri, Yazbek’in durumu hiç kolay değildi. O da, iktidardaki Beşar Esad ve şürekası gibi Nusayri. “Katiller ve ben, aynı şehirden geliyoruz. Onların damarlarında dolaşan kandan, bende de var.” Fakat Yazbek, mezhep çatışmalarının Esad karşıtı protestoların sonucunda doğal olarak ortaya çıkmadığı konusunda ısrar ediyor. Bunun her fırsatta kışkırtıldığını söylüyor. Esad, Nusayrileri hayatlarının ona bağlı olduğuna ve radikal Selefi protestocuların, özgürlüklerini ellerinden alacağına ikna ediyor. Yazbek’in dediği gibi, Esad Nusayrileri “canlı kalkan” olarak kullanıyor.

Esad’ın anlatısına ters bir şekilde, Yazbek, birçok Hıristiyan, Nusayri ve diğer azınlıklara mensup insanların gösterilere katıldığını yazıyor. Fakat bu insanlar da, devlet televizyonu ve güvenlik güçleri tarafından Selefi olarak gösteriliyorlar. “7 Temmuz 2011” başlıklı bölümde, bir Nusayri, Yazbek’e, katıldığı gösteride feci şekilde dayak yediğini ve bir otobüste alıkonduğunu anlatıyor: “Her taraf kıpkırmızıydı. Camlar gibi kan kırmızı.”

Bu adam güçlükle bir polis merkezine ulaşmış, sıkı bir dayak daha yedikten sonra, ambulansla yakın bir hastaneye götürülmüş. Hastanede, tekerlekli sandalyeye oturtulmuş ve güvenlik güçleri, onu beş polisi öldüren bir keskin nişancı olduğu ilan ederek, dolaştırmış: “İnsanlar yüzüme tükürebilsin diye beni hastanede dolaştırdılar. ‘Allah belanı versin, kafir! Ajan! Selefi!’ diye bağırıyorlardı. Hata ettiklerini söylemek için bile kafamı kaldıramıyordum.”

“Adamlardan birisi dirseğimi kavradı ve ileri doğru itekledi. Kolumdan tutarken, kapıyı açtı ve içeride… Onları gördüm. Sadece iki veya üç kişinin ayakta durabileceği kadar küçük bir hücreydi. Tam olarak seçemiyordum, fakat üç beden asılı duruyordu, nasıl olduğunu bilmiyordum! Allak bullak oldum. Karnıma sancılar girmeye başladı. Bedenler neredeyse çıplaktı. Bir yerlerden sönük bir ışık sızıyordu, bu ışık, bedenler en fazla 20 yaşındaki gençlere ait olduğunu görmeme yetti. Taze ve genç bedenleri, kanla yıkanmıştı. Elleri çelik bilekliklerle bağlıydı ve ayak baş parmakları, güç bela yere değiyordu. Kan, bedenlerinden süzülüp yere akıyordu, taze kan, kurumuş kan lekeleri ve derin bereler, alelade bıçak darbelerine benziyordu. Başları öne eğikti, bilinçleri kapalıydı ve kesilmiş hayvanlar gibi salınıyorlardı.

Geri çekildim, fakat biri beni yakaladı ve beni mutlak sessizliğe itti. Gençlerden biri, başını acı içinde kaldırdı. Işık zayıf da olsa, yüzünü görmemi sağlıyordu. Fakat artık suratı yoktu. Gözleri tamamen kabuk bağlamıştı. Gözlerinde hiçbir ışık göremedim. Burnu ve hatta dudakları sanki yoktu. Yüzü, hatları olmayan kırmızı bir resim gibiydi. Kırmızı ile siyahın karışımı…

(…) İkinci bir hücre açıldı. Genç bir adam, cenin pozisyonunda, kıvrılmış yatıyordu yerde. Arkası bana dönüktü. Anatomicilerin çizdiği gibi bir omurgası vardı. Onun da bilinci kapalı görünüyordu. Sırtı, sanki birisi bıçakla harita çizmeye çalışmış gibi, lime limeydi.”

Guardian’da yayılan “A testimony from Syria” (Suriye’den bir tanıklık) yazısından… 

Ünlü bir yazar ve bir yerel kanalda yorumcu olan Yazbek bile hükümet güçleri tarafından kendi hikayesinin yeniden kurgulanışına tanık oluyor. İnternette, hakkında birçok dedikodu dolaşıyor. Birçok akrabası, onu reddetmiş. Memleketinde, işbirlikçi olduğu yazılı ve insanları onu öldürmeye çağıran el ilanları dağıtılmış: “Nusayrilerden gelen mektuplar, beni ihanetle suçluyor. Rejim destekçilerinden ölüm tehditleri alıyorum. ‘Sevgili örtüsüz kafir, Suriye Devrimi, kendi saflarında senin gibi örtüsüz bir döneği görmek istemiyor’ yazan garip bir mektup bile aldım.”

Belki de en çok yürekleri burkan, Yazbek’in genç kızının olanlardan nasıl etkilendiği. Annesinin onları tehlikeye atmasına çok öfkeli ve bir seferinde, “hüzünle, onun daha iyi hissetmesini sağlamamın tek yolunun devlet televizyonuna çıkarak, Esad’a sadakatimi sunmam olduğunu söyledi.” Kitabın sonunda, Yazbek ve kızı, Paris’e kaçmayı başarıyor.Yazbek, elinden geldiği kadar, kendi başına gelenleri görmekten kaçınmış. Her adımı tehlikelerle kuşatılmış. Üç kere alıkonulmuş ve güvenlik güçleri tarafından dövülmüş. Sorgulamaların birinde, göz bağı çözülmüş ve hapishanede kısa bir “gezi”ye çıkarılmış. Gördükleri kabus gibi… Gördüklerinin sebep oldukları korkunç, bunları yazmanın sebep oldukları onun için, İngilizceye çevirmenin sebep oldukları çevirmen Max Weiss için, hatta okumanın sebep oldukları okur için çok çok ağır…

Kitap, Yazbek’in kişisel deneyimleriyle onlarca Suriyelinin hikayelerini birleştiriyor. Yazbek, bu durumu “Gerçek hayat, küçük hikayelerdedir” diyerek anlatıyor. Yazbek’in Woman in the Crossfire kitabına alma şansının olmadığı yüzlerce, belki de binlerce başka hikayeler de var. Yazbek’in dediği gibi, bunlar şimdilik “bir gün geri döneceği hikayeler.”

Yazbek’in, art arda yaptığı konuşmalar için çıktığı seyahatler boyunca, bu hikayelerin birçoğuna geri dönme şansı oldu ve “Cesaret Ödülü”nü kabul ederken yaptığı konuşmada, bu onuru, “Suriye Devrimi’nin şehitlerine, Suriye’de özellikle zor şartlarda sessizce çalışan tüm kadınlara ve ağır silah, tank ve jet ateşinin ve kurşun yağmurunun altında özgür ve demokratik bir toplum kurmak için Suriye halkına devrimi taşımaya çalışanlara” ithaf etti.

Bu haftanın Şapgir'i

 
06.10.2012
29.09.2012
22.09.2012
15.09.2012