“Elektronik müzik konserleri, canlı performans dinlemek ile çok alakalı değildir.' Elektonik müzikler hakkındaki bu yanılsama, oldukça genel bir türü “bum, bum” diye tekrarlayan baslarla güzel giyimli kadınlar ve erkeklerin dans ettiği bir ritüele indirgemenin bir sonucu. Bütün genellemeler elbette ki yanlıştır; peki bu genellemenin bittiği yer neresidir? Sertan Şentürk yazdı.
Sertan Şentürk
sertansenturk@gmail.com
“Elektronik müzik konserleri, canlı performans dinlemek ile çok alakalı değildir. Sahnenin ortasındaki DJ setinde bir adam arka arkaya kayıtları değiştirir. Onun arkasındaki dev ekranlardan ve spot ışıklarından ise parlak gösteriler fışkırır. Fakat gözlerinizi kapar (ve etrafınızdaki coşkudan kendinizi soyutlayabilirseniz), çalan müziğin her saniyesinin aynı olduğunu, parça geçişleri dışında anlık yaratıcılığa yer olmadığını anlarsınız.”
Elektonik müzikler hakkındaki bu üçüncü büyük genelleme, oldukça genel bir türü “bum, bum” diye tekrarlayan baslarla güzel giyimli kadınlar ve erkeklerin dans ettiği bir standart ritüele indirgemenin bir sonucu. Eşdeğeri gitar müziklerini “Akdeniz Akşamları”na indirgemek olan bu önyargı, bu genelleme elbette ki yanlıştır. Peki elektronik müzikte bu genellemenin bittiği yer neresidir?
Öncelikle elektronik müzik derken neyi kastettiğimizi düşünelim. En genel haliyle sesin elektronik olarak değiştirildiği her durumda işin içerisine biraz “elektroniklik” girer. Yine de bizler elektronik müzik derken tüm seslerin elektronik olarak üretildiği müzikler üzerine yoğunlaşalım. Yani elektrogitar gibi fiziksel olarak çalınan ama elektronik olarak yükseltilen enstrümanlar konumuz değil.
Elektronik müzikle, kaba bir tabirle, “enstrüman virtüözitesinin” yanyana tutulmamasının belki en önemli sebebi (başta örneğini verdiğimiz) DJ’lere yüklenen –cd çalar başında bekleyen bir adam– algısıdır. Eminim ben de dahil benzer durumlarda “oraya beni koyun ben de tuşa basarım” tepkisini vermişizdir. İşin aslı Fatboy Slim gibi popüler elektronik müzisyenlerin performanslarındaki genel durum budur. İpucu olarak, eğer bir konserde görseller ve müzik her zaman senkron gözüküyorsa, bu duyduğunuz tüm seslerin zamanlamalarının önceden belirlendiği anlamına gelir.
O zaman gelin cd çalar genellememizi ilk örneğimiz olan Madeon ile törpülemeye başlayalım. Madeon, ya da gerçek ismiyle Hugo Pierre Leclercq şu anda kariyerinin 3. yılında olan gencecik bir müzisyen. Daha 18’ine yeni basan bu genç, son yılların en parlak elektronik müzisyenlerinden birisi. Öyle ki bizim ÖSS (ya da ismi şu anda her neyse) diye delirdiğimiz yaşta Sónar gibi dünyanın en büyük elektronik müzik festivallerinde boy gösteriyor. Yukarıdaki video da onu ünlü yapan mashup (popüler parçalardan kısa örnekler toparlayıp karıştırarak yeni parçalar yaratılan bir tür) videosu. Onu Youtube’a eklenen yüzlerce mashup’çıdan farklı kılansa, izlediğiniz üzere, bütün sesleri bire-bir ve canlı olarak kontrol edebilmesi. Bu açıdan Madeon’un önündeki arayüzü (meraklılar için Novation Launchpad) kullanmasıyla bir piyano çalması arasında bir fark yok. Zira piyanoda nasıl doğru tuşa doğru zamanda basmak gerekiyorsa, Hugo da aynı zorunluluklarla boğuşmak zorunda.
Elbette ki, Madeon’dan bir piyanistin ellerinin kıvraklığını ya da ondan Ayışığı Sonatı’nı çalmasını beklemek gereksiz. Sonucunda piyano müziğini icra etmenin en mantıklı hali piyano. Ayrıca bir piyano ile yapacağınız mashup parçasından ancak piyano sesi alabilirsiniz. Peki bu elektronik arayüzleri sadece önceden kaydedilmiş sesleri aynı şekilde çalsın diye mi kullanabiliriz? Bu noktada Nosaj Thing’in setine kısa bir ziyarette bulunmak yararlı olur. Madeon’un yaptığını bir adım öteye taşıyan Nosaj Thing, canlı performanslarında sesleri kontrol ederken bir yandan da onlara çeşitli efektler uygulamayı ihmal etmiyor. Nispeten sakin müziğini icra etmek için ellerinin pek de boş durmaya vakti olmadığını görebileceğiniz performans “virtüözite” kavramına farklı bir boyut açıyor: her ne kadar Nosaj Thing’in yaptığı hareketler teknik olarak bir kemancının kullanacağı ileri seviye tekniklerle boy ölçüşemese de, müzikte kontrol etmesi gereken elemanların sayısı ve derinliği alet hakimiyetinin düşünsel sınırlarını zorluyor.
İşte elektonik müzik için kullanılan aletler ve arayüzlerin belki de en büyük avantajı kullanıcıya sağladığı bu esneklik. İstediğiniz butonu ve düğmeyi istediğiniz şeye haritalandırabileceğiniz için, pratikteki en büyük sıkıntınız kendi hayalgücünüz. Öte yandan bu durum izleyicinin, yapılan “cambazlıkları” müzikle ilişkilendirememesine yol açabiliyor. Bir gitarcının sağ elleriyle bütün tellere vururken bir akor çalacağını biliriz, ama elektronik bir arayüzün bir butonuna basıldığında hangi sesin çıkacağını ya da hangi efektin devreye gireceğini bilmek doğal olarak zor. Son yıllarda elektronik müzikle ilgilenen müzisyenlerin, alet üreticilerinin ve müzik teknolojileri araştırmacıların sorduğu en büyük sorulardan birisi bu: “elektonik enstrümanları ve arayüzleri nasıl anlaşılır kılabiliriz?” Bu soruya asla mutlak bir çözüm bulunamayacak olsa da (öyle bir “çözüm” olsa dünyada tek bir enstrüman olurdu), bu kaygıyla geliştirilen bir sürü yeni ekipman mevcut. Bunların arasında Reactable’da seslerin, sentezleyicilerin ve efektlerin hepsi birer fiziksel blok olarak karşımıza çıkıyor. Müziği yaratan tüm elemanlar “elle tutulur” ve kolayca düzenlenebilir olduğu için, arayüzde neler olduğunu anlamak ve “enteresan” müzikler yapmaya başlamak için 15 dakika Reactable’ın başında durmak yetiyor. Aşağıdaki kısa videoda, Reactable ve nasıl çalıştığı basitçe anlatılmış:
Reactable, her ne kadar başlaması çok kolay da olsa, kesinlikle bir oyuncak değil. Çünkü blokların kendi aralarında yerleştirilişleri müziği doğrudan etkiliyor. Yerleşim ne kadar karmaşık olursa sonuçlar da o kadar yaratıcı olabilir. Bu sebeple Reactable ustalaşmak için oldukça emek istiyor.
Buraya kadar hep elektronik arayüzlerin meziyetlerinde dem vurdum. Öte yandan akustik enstrümanların ifade kabiliyetleri ile karşılaştırmaya kaltığımızda bu meziyetler önemsiz kalıyor. Daha iyi açıklayabilmek ve kendi laflarımı birazcık yemek adına, Taraf de Haidouks’un bir performansına göndermek yapmak istiyorum:
İtiraf etmek gerekirse bu parçadaki darbuka, klarinet, akordeon veya kemanın ifade seviyelerine yukarıdaki aletlerin bir tanesi bile sahip değil. Sonuçta dijital aletler, bir kemancının aynı notayı sonsuz şekilde çalabilmesinin aksine, doğaları gereği ancak sınırlı sayıda seçenek sunabilir. Bugüne değin “normal” enstrümanların seviyesine gelebilmiş ve nispeten kabul gördüğünü söyleyebileceğimiz bir tek elektronik enstrüman var o da theremin. Ellerin manyetik alanlar arasından gezerken manyetik dalgaları değiştirmesi prensibine dayanan (televizyon antenlerinin etrafına ellerimizi yaklaştırdığımızda görüntünün değişmesi gibi) theremin, insanoğlunun ürettiği en esrarengiz, hassas ve hüzünlü seslerden birine sahip.
Elektronik müzik “play” tuşuna basmaktan ibaret değil. Elektronik müzisyenlerin en büyük avantajları kullandıkları aletlerin onlara müziğin birçok boyutunu aynı anda düzenleme imkanı sağlaması. Öte yandan bu aletlerin, alışılageldik enstrümanlarla baş edebilecek bir kapasiteye ulaştığını söylemek zor. Bunun altında yatan en büyük sebep ise belki akustik enstrümanların geçmişlerinde yatan binlerce yıllık evrimleşme. Son yüzyılda meşhur olmuş gitar belleğinde nasıl Fars tarları, Yunan lirleri, Arap udları, Avrupa vihuelalarını taşıyorsa; bundan yüzyıllar sonra theremin’in açtığı yoldan devam eden elektronik enstrümanlar göreceğiz.
Şapgir'de bu hafta;