Bahreyn’de geçen sene bastırılan, fakat bu dönemde tekrar filizlenmeye başlayan ayaklanma, basitçe Şii-Sünni çatışmasına indirgenmeye çalışılıyor. Bahreyn’in önde gelen aktivistlerinden Meryem el Khawaja uyarıyor: “Bahreyn’deki Şiiler Sünnilere karşı hikâyesinde tek kazananın tiranlar olduğunu hatırlayın.” Fatih Gökhan Diler çevirdi.
Meryem el Khawaja
Bugün gazetenizi aldığınızda muhtemelen Bahreyn’de devam etmekte olan popüler ayaklanmanın ele alındığını göremeyeceksiniz. Fakat ola ki Bahreyn’den bahsedilirse, büyük olasılıkla iki kelime yüzünüze çarpacak: Sünni ve Şii. Hatta daha yüksek ihtimalle, Sünni monarşiye karşı Şiilerin ayaklanmasından bahsedildiğini göreceksiniz.
Bu denli karmaşık bir meselenin küçük bir efsane olarak sunulması büyük talihsizlik… Tarihi ve tehlikeli bir anlatı ve her efsane gibi içinde gerçeklik payı barındırıyor.
Geçen sene Bahreyn’de ayaklanma başladığında mesele mezhepler değildi. Sünniler ve Şiiler Bahreyn’deki “süşiiler” (karma bir kökene sahip insanlar), gayrimüslimler ve ateistler; hepsi Tahrir Meydanı’nın Bahreyn sürümünde bir araya geldiler. Ortak talepleri Bahreyn’de anayasal bir monarşinin kurulmasıydı. İnsanlar, Bahreyn Emiri Halife’nin babasından Emirlik’i devraldıktan sonra verdiği mağrur reform vaatlerini yerine getirmesini talep ediyorlardı.
Bu sözde Arap Baharı’ndan evvel gerçekleştirilen üçüncü hareketti. Batı’da büyük ölçüde unutulmuş durumda olan Bahreyn halkının başkaldırışı 1990’larda başlamıştı. O zamanlar talepleri insanlara gerçek bir parlamento sunan demokratik 1973 anayasasına geri dönmekti. Onun yerine binlerce kişi tutuklandı ve mahkûm edildi. Çoğu işkenceyle onlarca insan öldürüldü.
Bu döngü, 1999 yılında Hamid bin el-Halife’nin uzlaşma ve reform umutlarıyla beraber babasından iktidarı devraldığında kesintiye uğradı. İlk icraatı anayasal bir monarşi vaadiyle bir referandum düzenleyeceğini duyurmak oldu.
Başlangıçta babasının baskıcı siyasetinden ayrılan Hamid takdir edildi ve çoğu kişi referandum için olumlu oy kullandı. Bütün siyasi tutukluların serbest bırakılması, siyasi sürgünde olanların Bahreyn’e geri dönmesi ve devlet eliyle işkencenin son bulması cesaret vericiydi.
2002 yılında Napolyon Bonapart’ın oyun metninden bir sahne çalarcasına “Reformcu Hamid” kendi monarşi darbesini kurguladı. Kendisine denetimsiz mutlak bir güç bahşedecek şekilde anayasayı ıslah etti. Üyelerinin yarısını Emir’in belirlediği yarısı “seçimle” gelen, ancak üzerinde ne bir yargı denetimi ne de bir gözetim organının olmadığı şahsiyetsiz bir parlamento o zamanla oluştu.
Bu maskaralık seçimlere kadar bulaştı. Seçim bölgeleri öyle ayarlandı ki, muhaliflerin elle tutulur bir kazanım elde etmesi engellendi. Sonuç olarak, muhalefet oyların yüzde 60’ını almış olsa bile seçim bölgelerindeki yeni ayarlama, onların ancak parlamentodaki 40 sandalyeden 18’ini kazanabileceği şekildeydi. Bütün bunların merkezinde, ülkenin çoğunluğunu oluşturan Şii Müslümanlara karşı marjinalleştirme ve ayrımcılık uygulamaları vardı.
Bahreyn’in yazılı olmayan kuralları ülkede sinsice Şiileri kamu arazilerinden ve hükümet vazifelerinden uzak tutmaya çalışan apartheid benzeri bir rejim kuruyordu. Örneğin Riffaa gibi bölgede Şiilerin ev ya da arazi kiralama ve satın alma hakkının olmadığı yerler var.
İronik bir şekilde, ülkedeki en büyük işveren İçişleri Bakanlığı ve rejimi korumakla yükümlü güvenlik güçleri. Son rakamlara göre ülke nüfusunun yüzde 70’ini oluşturan Şii Müslümanların ise buralarda istihdam edilmesine izin verilmiyor. Bu durumu Bahreynlilerin “siyasi vatandaşlık” ile meşrulaştırıyorlar.
Yirmi senedir Suriye, Ürdün, Yemen ve Pakistan gibi yerlerden binlerce insana Bahreyn vatandaşlığı verildi ve hepsi de Sünni’ydi.
Rejim böylece iki sorunu çözmüş oluyor. Kısa vadeli ihtiyaç olarak güvenlik güçlerini ulusa değil de, monarşiye bağlılık gösteren, siyasi olarak güvenilir kişilerle doldurmak. Uzun vadeli hedef olarak da Şii çoğunluğu azaltarak ülkenin demografik yapısını değiştirmek…
Sonuç olarak devlet tarafından yeni inşa edilmiş evlere siyasi vatandaşlık verilmiş kişiler yerleşirken, Bahreynli aileler (Sünni veya Şii) 20 yıl kadar beklemek zorunda. İşsiz bir şekilde evde oturan pek çok Bahreynli varken, siyasi vatandaşlık verilmiş kişilere hemen iş bulunuyor.
Bu uygulamalar rastlantı eseri olmuyor; hepsi ülkede mezhepler arası gerginliği tetiklemek ve bölgede jeopolitik ve mezhepçi fay hatlarını çatlatmak isteyen çabaların bir parçası.
Geçmişte Bahreyn’deki muhalefet, “Nasırcı sosyalistler, daha sonra komünistlerdi”. Bugün İran ajanı ve terörist olarak yaftalanıyorlar.
Avrupa ve Amerikalı 13 farklı uluslararası ilişkiler şirketi tarafından desteklenen rejim, artık günümüzün düşmanı Şii İran korkusunu sermayeleştirerek baskıcı siyasetini aktif bir değere dönüştürmeye çalışıyor. Nihayetinde gerçekler değişmiyor: Enformasyon Bakanı Samira Rajab gibi Şii ve rejime sadık birisi olabilirsiniz, diğer yandan askeri mahkeme tarafından mahkûm edilen, işkence görüp hapishanede yatan İbrahim Şerif gibi bir Sünni de olabilirsin.
Bir daha gazeteyi elinize aldığınızda, Bahreyn’deki Şiiler Sünnilere karşı hikâyesinde tek kazananın tiranlar olduğunu hatırlayın. Tabii ki eğer gazetede Bahreyn hakkında bir şey yazılmışsa…
İngilizceden çeviren Fatih Gökhan Diler. Yazının orijinali için tıklayın
El Khawaja, Bahreyn’in önde gelen insan hakları aktivistlerinden ve aynı zamanda ülkenin ender muhalif STK’larından Bahreyn İnsan Hakları Merkezi’nin başkanı.
Şapgir'de bu hafta;