Mardin'den Figen Işıker, 21 Eylül-21 Ekim tarihleri arasında gerçekleşen Mardin Bienali izlenimlerini aktarırken, bir yandan da Mardinlilerin bienalle, sanatçıların ise Mardin'deki gündelik hayatla imtihanlarını anlatıyor. Eserlerin maruz kaldıkları müdahaleler sonucunda ortaya çıkan yeni performanslar, Mardin Bienali’nin en hoş sürprizi.
Figen Işıker
figenisiker@gmail.com
Bu yıl ikincisi düzenlenen ve 30 sanatçının katılımıyla gerçekleşen Mardin Bienali üzerine birçok şey konuşulabilir kuşkusuz. Bu konuşmalar; sergiler, mekanlar, katılımcılar, etkinlikler, yapılan enstalasyonlar ve birçok konu dahilinde uzayıp gidebilir. Ancak tüm bunlarla beraber konuşulması gereken çok önemli bir mevzu atlanmış olur. O da, sıradan birinin, daha doğru bir ifadeyle herhangi birinin, bienali gezmeye karar verdiği andan itibaren başlayan ve aslında gündelik hayatın kendisi olan bienal gezisinin her anının, gezen kişinin zihnindeki karşılığı ve öğrenilmiş birçok şeyi arızaya uğratan bu gündelik yaşam diliminin, çok farklı biçimlerde yaşanması durumudur.
Bugüne kadar Mardin üzerine birçok kez konuşulmuş, yazılmış, çizilmiş, düşünülmüş ve farklı zamanlarda farklı şekillerde algılanmıştır Mardin. Bu nedenledir ki, kuşkusuz herkeste bambaşka mütekabiliyetleri vardır. Buna karşın, kenti çoğu zaman tek bir resme sığdırmaya çalışan ve her şeyin bunun üzerinden okunabileceğini düşünen indirgemeci bir tavırla karşılaşırız. Tüm bu anlatılar, karşıdaki insanın zihninde dondurulmuş bir imaj olarak yer eder.
Bugün Mardin dendiğinde çoğu kişinin zihninde canlanan fotoğrafın ne olduğunu tahmin etmek bu nedenle hiç de zor olmasa gerek. Kale eteğine üst üste oturan sarı taş evler, dinlerin ve dillerin kenti, hoşgörü diyarı … Yıllardır hep bu resim üzerinden Mardin “idealize” edilmeye çalışılır. Bu indirgemeci sanı üzerinden konuşulur çoğu zaman ve istenildiği üzere, bu bize Mardin’e dair her şeyi sadece dondurulmuş bir fotoğraf olarak tarif eder. Oysa Mardin’deki durum hiç de böyle değildir. Tek bir dille ve fotoğrafla anlatamayacağımız olağan farklılıklardan oluşur. Tıpkı başka şeyler gibi…
İşte bu nedenle Mardin Bienali’nin ana temasının “Double Take” [İkinci Bakış] olması benim için hayli önemli. Tanıtım metninde de vurgulandığı üzere, bienalin en önemli kısmı “Mardin halkının gündelik hayatıyla kaynaşan mekanlarında gerçeklemesi”. Bu durum, Mardin’de yapılan bienali diğerlerinden ayıran gündelik pratikler doğurdu. Sözgelimi Kuşçu Mehmet ve Turistik kıraathanelerindeki yerleştirmeler, mekanın gerçek kullanıcıları ve bu işleri görmeye gelen izleyiciler arasında farklı bir diyaloga dönüştü. Sanatçının, kendi kurgusu içinde olmayan birçok pratik buna eklemlendi. Sözgelimi, kıraathanenin kullanıcıları sürekli olarak dönen videodan sıkılıyor, onları anlamsız buluyor, video kapatılıp yerine öğlen kuşağı programı açılıyor. Bienal izleyicisi geldiğinde ise bambaşka bir mizansen sergileniyor. TV programı kapatılıyor, masanın üstüne çıkan kahvenin çırağı DVD’deki görüntüyü birkaç teknik aksaklıktan sonra açıyor ve akan videoyu bienal ziyaretçisi seyredebiliyor. Sanatçının isteği olan videonun mekanda sürekli gösterilmesi kurgusu arızaya uğratılıyor ve bambaşka bir performansa dönüşüyor.
Bir başka performansı ise Yeni Otel’de deneyimliyorum. Mekana girerken gördüğüm kişi birden ortalıktan kayboluveriyor. Odaları geziyorum, yapılan işlerin künyelerini okuyorum, videoları izliyorum, videoların bazıları kapalı. Kumandayı elime alıp projeksiyon cihazını kurcalıyorum. Açamıyorum. Demin orada olan kişiyi aramak için bütün mekanı dolaşıyorum. Sonra da oradan ayrılıyorum. Her iki mekandaki enstalasyonlar, her ne kadar kurgulanmış bir çalışmanın ürünü olsa da, kurgulanmamış olanın müdahalesine maruz kalıyor. Bu nedenle hiçbir şeyin sabit olmadığı ve sürekli dönüşmesi hali öngörülemez bir farklılık kazandırıyor. Aslında tam da bu noktada bienalin ana teması ‘İkinci Bakış’, benim için yeniden anlam kazanıyor.
Fotoğraflar: Figen Işıker