YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

4-5 Kasım'da gerçekleştirilen 'İstanbul, 1914-1922: Savaş, Çöküş, İşgal ve Direnişin Tarihi’ başlıklı konferansta sunum yapan isimlerden biri de Vahé Tachjian’dı. Aynı zamanda Houshamadyan sitesinin de yöneticilerinden olan Tachjian, “Bir Konuşmanın Hikâyesi: I. Dünya Savaşı Sonrasında İstanbul’da Ermeni-Türk İlişkilerini Tartışmak” başlığını verdiğini sunumunda ağırlıklı olarak II. Meşrutiyet döneminde Osmanlı Meclisi'nde Halep mebusu olan Artin Boşgezenyan'ın konuşmalarına odaklandı. Boşgezenyan'ın 1918'de Osmanlı Meclisi'nde yaptığı bir konuşmayı hatırlatan Tachjian, Boşgezenyan'ın bu konuşmada Ermeni Soykırımı'na değindiğini, "Müthiş bir suçtan bahsediyoruz, Ermeni felaketinden bahsediyorum. Burada esas fail Türk ulusu değildir, önceki Türk hükümetleridir" dediğini aktardı. Tachjian, Boşgezenyan'ın ulus ile suçu işleyenler arasında bir fark gözettiğine dikkat çekti. Tachjian ile sunumundan yola çıkarak Artin Boşgezenyan’ı ve dönemin siyasi atmosferini konuştuk.

İktidar açısından buradaki riyakarlık elbette çok fena halde sırıtıyor ama sonuçta diyalog, her zaman diyalogsuzluktan iyidir. İşin bu kısmını, iktidar öyle istiyor diye sabah akşam HDP’ye nefret yazıları döşenen kanaat önderleri, köşe yazarları düşünsün. Ancak burada herhalde asıl olarak CHP’nin düşünmesi gereken bir durum var.

Siyasette bazen toplum içinde dalgalar oluşur ve bu dalgalar kabarır. 1973’te CHP’yi iktidara taşıyan dalga, 1983’te ANAP’ı iktidara taşıyan dalga gibi. Ve her dalga, kendi siyasetçisini de yaratır. Sorumuz şu: Böyle bir dalga var mı ve bu dalganın siyasetçisi kim?

Evet, biliyoruz, Türkiye ve Azerbaycan kardeş ülkeler, ancak bir savaşta ne olup bittiğine, hele ki can kayıplarına toplu olarak bakmak, insanlığın gereğidir. Bu basit ilke bile, Ermenistan söz konusu olunca unutuluyor ya da önemsenmiyor.

Agos’un, bu konu da dâhil olmak üzere hiçbir konuda sansasyon yaratan ya da sansasyona kapı açan bir çizgi izlemediğini hatırlatmak isterim. Hrant Dink ve Vahakn Dadrian ile dostluğu uzun yıllara dayanan Prof. Taner Akçam’ın konuya dair yazısını da bir ‘sansasyon yaratma’ çabası olarak görmedim

Vakıf Başkanı’nın sözlerini sorunlu bulabiliriz, ancak burada Rum toplumu içinden kavgalı olduğu kişileri kastettiğini anlamak zor değil. Rum toplumu içinde de vakıf yönetimleri konusu, aynı bizim toplumda olduğu gibi sorunlu. Gelin görün ki, burada İmamoğlu’nun kastedilmediği çok açık. Öyleyse niye İstanbul Belediye Başkanı böyle bir azarlayıcı tona ve bu görüşmeyi basına servis etmeye karar verdi?

Yani Samatya’da oturan bir kişi Bakırköy’e aday olamıyor, Yeşilköy’de oturan bir kişi, diyelim ki Balat’a aday olamıyor, aynı şekilde Şişli’de oturan bir kişi Kadıköy ya da Üsküdar’a ya da Adalar’a aday olamıyor. Neden? Hiçbir doyurucu yanıtı yok. Zaten 40 bin kişi kalmış bir toplumdan bahsediyoruz. Bu kadar az sayıda kalmış bir topluluğu böylesine bölmek niye?

Türkiye bütün sorumluluğu Ermenistan üzerine atarak bence işin kolayına kaçıyor. Baştan beri söylediğimi bir kez daha not düşmek isterim: Bütün bu süreçte Ermenistan’ın tereddütlerini gidermek Türkiye’ye düşüyor

Burada apaçık bir hakaret ve küfür var. Akla şu soru geliyor: Rejim böylesi hakaret ve küfürlere sarılacak kadar zor durumda mı? Belli ki öyle.