O fotoğraf sanat eseri değil dedikçe Türkiye’nin en iyi fotoğraf sanatçısı ilan edildi. “Sanatçı olmanın en kolay yolu fotoğrafçı olmaktır. Sıkıysa müzisyen ol” dedi, sanat ödülleri takdim edildi. Dikiş makinesiyle bile fotoğraf çekerim dedi. Kendini fotoğrafçı addeden, 2,5 inç ekranlı dijital makineleriyle soluğu Fener-Balat’ta aldı.
Levent Özata
levozata@gmail.com
Yaklaşık on yıl önce... Ara Kafe, Galatasaray Meydanı ile Yeni Çarşı Caddesi’nin arasına yeni açılmış. Tomtom Sokak henüz Akarsu Sokak’ı yutmamış. Ara sokaklar arnavut kaldırım taşları yerine yamuk yumuk asfalt. Çevredeki evlerin kiraları hâlâ nispeten ucuz. Kimisi kira nedir bilmiyor, ev sahibini bile tanımamış. Eve nasıl yerleşmiş derseniz, kapıyı açık bulmuş diye cevap veririm. Beyoğlu artık Beyoğlu’nun Arka Yakası değil ama henüz Issız Adam’a dönüşmemiş. Bakımlı saçları, özenle seçtikleri kıyafetleri, biraz fazla kaçırılmış takı ve parfüm kokularıyla iki kadın Galatasaray Lisesi önünden geçiyor. Sanki onlar İstiklal Caddesi için değil de, koca cadde onlar için süslenmiş gibi umursamaz bir bakış yerleştirmişler yüzlerine. Muhabbet koyu, nereye otursak diye tartışıyorlar. Biraz düşündükten sonra, birinin aklına, belki bir arkadaşından duyduğu, belki de bir gazetenin Pazar ekinde gördüğü yer geliyor.
“Şuraya yeni bir kafe açılmış.” diyor Akarsu Sokak’ın girişini göstererek “Değişik bir yer. Güler Ara diye bir kadın açmış. Meşhur bir sanatçı mı, fotoğrafçı mı öyle bir şey. Haydi oraya oturalım.”
Ara Güler dünyada tanınmış bir gazeteci ve foto muhabiri. 1928 yılında Beyoğlu’nda doğdu. Yönetmen veya oyun yazarı olmak isterken kendini Yeni İstanbul gazetesinde gazeteci olarak buldu. Fotoğraf çekmeye böyle başladı. Bir daha da geri dönemedi eski hayallerine, o gün bugündür fotoğraf peşinde. 1953’te Henri Cartier Bresson’la tanıştı. Derler ki onun çömezidir. Amerika, Fransa ve Almanya’da dergilerde, ajanslarda fotoğrafçı olarak çalıştı. İngiltere’de yayımlanan bir fotoğraf antolojisi tarafından dünyanın en iyi yedi fotoğrafçısından biri olarak gösterildi. Dünyada birçok ünlünün –hatta fotoğraf vermemesiyle ünlü olan Picasso’nun bile– portrelerini çekti (karşılığında Picasso da bir portresini çiziktirmiş Ara Güler’in). Çok bildiğiniz bir İstanbul fotoğrafına bakıyorsanız, belki siz farkında değilsinizdir ama o fotoğraf Ara Güler’in olabilir. Sanat yapıtı güzelliğinde fotoğraflar çeker ama herkese inat, sanatçı değildir. Kendisine gazeteci denmesinden çok hoşlanır, fotoğraflarına da sanat eseri yerine belge. Ya o iki kadın Ara Güler’den çok Ara Kafe’yle ilgilenmiş, ondan tanımıyorlar, ya da Ara Güler kendini pek de tanıtmamayı mı yeğlemiş, bilinmez.
Bilinen bir şey varsa, o da, son on yılda Ara Güler’in, Türkiye’nin popüler kültür ilahlarından biri haline dönüştürülmeye başlaması. O fotoğraf sanat eseri değil dedikçe Türkiye’nin en iyi fotoğraf sanatçısı ilan edildi. “Sanatçı olmanın en kolay yolu fotoğrafçı olmaktır. Sıkıysa müzisyen ol” dedi, sanat ödülleri takdim edildi. Yıllarca İstanbul’da çektiği fotoğrafları tarihin yakalanması olarak sundu, irili ufaklı sanat objelerine dönüştürüldüler, nostaljik keyif araçları olarak kafelerin duvarlarına asıldılar. Dikiş makinesiyle bile fotoğraf çekerim dedi, kendini fotoğrafçı addeden, 2,5 inç ekranlı dijital makineleriyle soluğu Fener-Balat’ta aldı.
Artık fotoğraf çekmek için uzun seyahatlere çıkmıyor. Ya her yeri hem kendisi hem makinesi görmüş olduğundan, ya artık herkes fotoğraf çektiğinden, ya da yeni başlayan uçak korkusundan. Sıkça Ara Kafe ile Güler Apartmanı’nın bulunduğu sokakta görülüyor. Kafede oturup birileriyle laflıyor. Bir bakıyorsun sinirleniyor, basıyor küfrü. Ardından sakin sakin ne dediğini anlatmaya çalışıyor. Ağır ağır gazeteleri, dergileri karıştırıyor veya arabasına yürüyor. Charlie Chaplin’in fotoğrafını çekemediğine çokça hayıflanıyor. Yakın zamanda bir vakıf kurdu. Müze de açacakmış ama bilmiyor, hayattayken görebilir mi açılışı. Unutmadan; bir daha dünyaya gelirse tramvay olmak istiyor.