Hayr Meğrig / lensler konuşabilseydi

Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos’un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı ‘Lensler konuşabilseydi’ başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.

Hayr (Peder) Meğrig ölmüş. Nasıl olur? Vefat haberini gördüğümde donakaldım. İçim burkuldu. Aslında üzerinden iki yıl geçmiş ama ben haberi birkaç gün önce, tesadüfen gördüm. Toronto’daki Ermeni kilisesinin İngilizce adını teyit etmek istiyordum; kilisenin papazı o olduğu için, arama motoruna onun adını yazdım. Sonuçlar arasında gözüme takılan ilk şey, “müteveffa episkopos Meğrig Parikyan” oldu. Çok büyük bir kayıp. Müthiş biriydi – papaz, müzisyen, besteci, araştırmacı, yönetmen, gözlerinden yaratıcılık fışkıran bir örnek insan...

Yıllar önce bir gün, Agos’un Ermenice sayfalarının editörü Baron (Sarkis) Seropyan, bana “Hemşehrin İstanbul’a geliyormuş” demiş, ben “Kimmiş ki hemşerim?” diye sorduğumda “Toronto’dan Meğrig diye bir papaz... Deli herhâlde. Yanında 150 kişi getiriyormuş. Türkiye’nin doğusunu gezeceklermiş. O kadar çok insana nasıl rehberlik edecek ki, mümkün değil” diye yanıt vermişti. Ben de gülüp, “Tam Hayr Meğrig’lik bir iş. Onun için hiçbir şey imkânsız değildir, yapar” demiş, Baron’a uzun uzun ondan söz etmiştim. Toronto’da, 150’den fazla oyuncunun yer aldığı müzikal oyunları nasıl sahneye koyduğunu anlatmıştım. Kostümlerin dikiminden dekorun hazırlanmasına, ışık tasarımına kadar her şeyi, cemaatinin mensuplarının gönüllü yardımıyla, sıfırdan yapardı. Öyle büyük bir karizması vardı, o kadar çok sevilirdi ki, insanlar bir dediğini iki etmezdi. Metni yazar, oyunun hem yönetmenliğini hem yapımcılığını üstlenirdi. Çok yenilikçi ve yaratıcıydı. Görevli olduğu kilisenin korosu ve org çalan sopranosuyla, iki CD’lik bir dinî müzik albümü bile yapmıştı.

St. Mary (Surp Asdvadzadzin) Kilisesi’nde yıllar boyu onun fotoğraflarını çekerken, büyük bir vizyon ve enerjiyle cemaatini canlandırışına tanık oldum. Geleneksel ritüelleri ısrarla, geçmişte yapıldıkları hâlleriyle sürdürmesini hayranlıkla izledim. Onu babamın cenazesinde tanımış ve daha ilk anda sevmiştim. Uzun sakalı ve sevecen yüzüyle, çocukluğumdan hatırladığım papazlara benziyordu. Zaten bu yeni gelen papaz herkesin dilindeydi; cemaat ona bayılmıştı, yönettiği ayinlerde kilise dolup taşıyordu. Onu çocukların da çok sevdiği, onlar için müzik ve İncil dersleri başlattığı anlatılıyordu. Ben de o dönemde, artık ciddi ciddi fotoğrafçı olmuştum. O ve çocuklarla ilgili bir foto hikâye hazırlamaya karar verdim. Kiliseye bir-iki kez gidip, yönettiği ayinlerde fotoğraf çekmek için izin aldım. Dinî ritüelleri ve bayramları fotoğraflamayı çok seviyordum; bu sevgim nihayet akacak bir mecra bulmuştu. O kadar çok fotoğrafını çekiyordum ki, bazen “Yeter yahu. Ne yapsam, nereye gitsem makinen şakır şakır... Çekmediğin bir şey mi kaldı?” diyor, ardından kahkaha atıp bana göz kırpıyordu. Bunları sırf bana takılmak için söylediğini biliyordum.

Hayr Meğrig’in yanında kendimi çok rahat hissederdim. Doğaldı, hiçbir zaman poz vermez, çektiğim karelere müdahale etmezdi. Orada yokmuşum gibi davrandığından, onu çok çeşitli ruh hâllerinde görüp fotoğraflayabildim. Ondan almış olduğum onay benim için bir nevi paso olmuştu, istediğim zaman gidip fotoğraf çekebiliyordum. İlk zamanlar meraklı bakışlarla karşılaşıyordum; daha önce hiçbir zaman kilisenin müdavimi olmayan ben, artık sık sık oradaydım. Gözler sürekli olarak üzerimdeydi. Ama yılmamalıydım, çünkü ritüelleri, din görevlilerini ve ibadet edenleri fotoğraflamak konusunda kararlıydım. Bu dünyada hiçbir şeyin olduğu gibi kalmadığı, orada gördüklerim de bir gün değişeceği için, merceğimle mümkün olduğunca çok görüntüyü kayıt altına almam gerektiği düşüncesiyle hareket ediyordum. İnsanlar, çektiğim kareler aracılığıyla, geçmişte oradaki dünyanın nasıl olduğunu görebileceklerdi. Her şeyden çok da, insanın göklerdeki Tanrı’ya inanması ve tapmasına dair merakıma hitap ediyordu bu iş. Dolayısıyla sebat ettim; ibadet edenler zamanla rahatladılar, orada olduğumu unuttular.

Yukarıdaki fotoğrafı, mezarlıkta yapılan bir törenin ardından çekmiştim. Hayr Meğrig aynı bu karede göründüğü gibiydi. Yüzünden o sevecen gülümsemesi hiç eksik olmazdı. Burada yine, neşeli bakışlarıyla “Bu hâldeyken de fotoğrafımızı çekmeyeceksin herhâlde!” der gibi... Arka koltuktaki, kocaman gülümseyen genç, Vartan Gabrielian. Şu anda Kanada Operası’nda bas bariton – Hayr Meğrig’in sayesinde… Ayinlerde papaz yardımcısı olarak yer alan bu çocuğun sesini duyduğu andan itibaren, onun konservatuvara gidip şan eğitimi alması için ne gerekiyorsa yaptı. Vartan ne zaman ‘Der Voğormya’yı okusa sesi yüreğime işlerdi. Bana göre, bu ilahiyi onun kadar güzel okuyabilen kimse yok, olmayacak da. Bunca yıl sonra hâlâ, o hüzünlü sesini hatırladığımda tüylerim ürperiyor.

İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz



Yazar Hakkında