Sivas’tan Der Zor’a kaç saatte gidilir?

Bu yazımızın amacı, yukarıdaki soruya verilen cevaptan yola çıkarak cevapta belirtilen 176 saatlik sürenin Sivaslı Ermeniler için ne ifade ettiğini anlatmak. Birileri için 176 sadece kuru düz bir rakamdan ibaret iken yüzbinler için bir ölüm yolculuğunun bitmez tükenmez zaman aralığını ifade ediyor.

1915 yılında binlerce yıldır yaşadıkları topraklarından kopartılarak Suriye’nin doğusunda yer alan Der Zor’a “tehcir” edilen Ermenilerin nelerle karşılaştıkları, sürecin nasıl gerçekleştiği ve Ermenilerin başına gelen felaketin adının ne olacağı günümüzde halen tarihçiler, ama en çok da hukukçular tarafından tartışılan bir konu. Tarihçiliğin en önemli işlevi soru sormaktır. Her cevap yeni sorular ortaya çıkartıyorsa tarihçi görevini doğru yapıyor demektir. 

Biz tarihçi olarak görevimizi yapalım ve soruya dönelim:

1915 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nu yönetenler, Ermenilerin varlığını Anadolu’dan tamamen yok etmeyi önceden mi planladılar yoksa tehcir kararı savaş koşullarında kendiliğinden mi gelişti? Tehcir kararını verirken tehcirin yaratacağı felaketin boyutunun farkında mıydılar? 

Yukarıdaki soru son yüz yıldır tarihçilerin ardından koştukları, değişik cevaplar verdikleri ve cevaplarda birbirleri ile anlaşmazlığa düştükleri sorulardan birisidir. Bu sorunun cevabı “önceden planladılar” ya da “farkındaydılar” olunca işin içine birden bir başka hukuki kavram, yani “taammüt” girer. Daha doğrusu, “önceden düşünülmüş planlanmış” bir kararla karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkar. Bu da, “Tehcir savaş sırasında düşmanla işbirliği yapan Ermenileri savaş bölgelerinden uzaklaştırmak için yapılmıştır. Sadece aynı ülke coğrafyası içinde bir yerden bir başka yere göç ettirmedir” cümleleri ile başlayan ve yüz on yıldır tekrarlanan resmi tehcir anlatısını boşa çıkartabilir.

Osmanlı arşivlerinde karşımıza çıkan bir belge yukarıdaki soruya verilecek cevabı daha da karmaşıklaştıracak ve karşımıza yeni sorular çıkartacak. 

 Dahiliye Nezareti’nden Erkan’ı Harbiye Riyaseti’ne (BAO, DH.EUM.MH, 86/97)Yıl 1914. Dahiliye Nezareti soruyor...

Şimdi bu belgeden bahsederek değerlendirmemize başlayabiliriz.

Yıl 1914, aylardan Haziran. Dahiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti doğrudan Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’ne bir soru soruyor:

“Akser-i turuk itibarıyla Sivas’tan Der Zor’a ve kezalik Sivas’tan Bağdat’a kadar olan mesafenin zeylen beyan buyurulması arz olunur”

Aynı belgede gelen cevap da not edilmiş “...sual edilen mevakii muhtelife beynindeki mesafatın ba’laya kayd ve terkim kılınmış olmakla ...”  Sivas Der Zor arasındaki en yakın (akser-i turuk)  mesafenin 176 saat olduğu belirtilmiş. Aynı soruda Der Zor ile beraber Sivas – Bağdat arası mesafe de sorulmuş, o mesafenin de 176 saat olduğu cevabı verilmiş.

176 saat Sivaslı Ermeniler için ne ifade ediyor? 

Hemen belirtelim; bir devletin iki kurumunun birbirine soru sorması normal ve doğaldır. Hatta bu türden mesafe soruları arşivlerde çok yaygın olarak karşımıza çıkar. Amacımız bir belgeden yola çıkarak tarih yazımında reddettiğimiz kasıtlı okuma eylemini yapmak da değil. Bu yazımızın amacı, yukarıdaki soruya verilen cevaptan yola çıkarak cevapta belirtilen 176 saatlik sürenin Sivaslı Ermeniler için ne ifade ettiğini anlatmak. Birileri için 176 sadece kuru düz bir rakamdan ibaret iken yüzbinler için bir ölüm yolculuğunun bitmez tükenmez zaman aralığını ifade ediyor. 

Sorumuza, belgenin tarihini, oluşturulduğu döneme ilişkin tarihsel arka planı, soruyu soran kurumun işlevini, yöneticilerini, kurumlar arası ilişkileri ve zamanın ruhunu inceleyerek devam edebiliriz. 

O zaman, dönemin tarihsel arka planına dönelim. Savaş henüz başlamamış. Arşidük Ferdinand ve eşine yönelik Saraybosna’da gerçekleşecek suikaste daha günler vardır. Ancak İttihat ve Terakki yönetimi imparatorluktaki Ermeni vatandaşlarının reform taleplerine isteksizce de olsa evet demiştir. Vilayet-i Sitte olarak adlandırılan altı vilayetin (Vilayet sayısı Trabzon’un eklenmesi ile yedi olmuştur) yönetimi için birisi Hollandalı diğeri Norveçli bağımsız/tarafsız iki müfettiş, valilere de emir verebilecek bir yetkiyle görevlendirilirler. Dahiliye Nezareti’nin 15 Nisan 1330 (28 Nisan 1914) tarihli tezkiresi ile Van, Bitlis, Harput ve Diyarbakır bölgesi genel müfettişliğine Norveçli Binbaşı Nicolas Hoff, Trabzon, Erzurum ve Sivas bölgesi genel müfettişliğine de Hollandalı Doğu Hindistan sömürgeleri memurlarından Louis Westenenk atanmıştır.

Nisan’dan Haziran’a kadar bu iki müfettişe yapılacak ödemeler, hangi otelde kalacakları otelin masraflarının nasıl ve kim tarafından ödeneceği, müfettişlerin yardımcılarının kimler olacağı, salahiyetleri, müfettişlik merkezinin nereleri olacağı gibi konular 1914 yazında hükümet gündemini meşgul etmişe benziyor. Osmanlı Arşivlerindeki yazışmalardan Westenenk ve Hoff’un İstanbul’daki davranışlarını hükümetle yazışmalarını, ve Hoff’un Erzurum’a, Westenenk’ın da Van’a hareket etmek için yaptığı hazırlıkların yakından izlendiğini görebiliyoruz. İttihatçıların hatıratlarından bu iki müfettişin varlığının İttihat ve Terakki yöneticilerinin düşünce ve ruh dünyalarında nasıl bir sarsıntıya yol açtığını görmek mümkün.

İmparatorluğun altı vilayetine İstanbul’un kontrolü dışında “Türk Olmayan” iki müfettişin görevlendirilmesi (Westenenk doğrudan bir sömürge valiliği memuriyetinden geliyordu) ülkede hakim olmaya başlayan Türk milliyetçiliği ile de taban tabana zıt olan bir uygulamaydı. Talat Paşa anılarında müfettişlerin atanmasını imparatorluğun bağımsızlığına karşı açık bir yaptırım olarak değerlendirir ve bakanlar kurulunda karara Dahiliye Nazırı olarak muhalif oy verdiğini söyler. Talat Paşa müfettiş atamasına ilişkin bir de karşı argüman ileri sürer: “… bizim Petersburg’daki elçimizin [Rus] İçişleri Bakanına başvurarak Türkistan hakkında ıslahat tekliflerinde bulunması halinde bunun da Rusya’nın bağımsızlığına aykırı düşeceğini söyledim.” 

1914 baharındaki koşullar ve Rumların sınırdışı edilmesi

1914 yılı baharı Anadolu’nun batısındaki Rumların sınır dışı edildiği, Rumların olmadığı bir geleceğin planlandığı ve gerçekleştirildiği ve Halil Menteşe’nin anılarında söz ettiği Cemiyetin teşkilatı aracılığı ile Rumların ürkütülerek 200 bine yakın Rumun Anadolu’dan gönderildiği günlere tanıklık eder. Hemen akla bir başka soru geliyor. Daha savaş başlamadan Haziran ayında Anadolu’nun batısı Rumlardan temizlenebiliyorsa Anadolu’nun doğusu Ermenilerden temizlenemez miydi? Dahiliye Nezareti’nce Sivas’tan Der Zor’a olan mesafenin merak edilmesi bu soru ile ilişkili olabilir miydi?

1914 ortasında İttihatçılarda doğu vilayetlerinin elden gitmekte olduğu veya doğu vilayetlerinin bir tür sömürge valiliklerine dönüştüğü şeklinde bir algının hakim konuma geldiğini düşünmemize yol açan gelişmelere de tanık oluruz. Dahiliye Nezareti Emniyeti Umumiye Müdüriyeti çatısı altında oluşturulan Ermeni Masasının sorumluluğu çok iyi Ermenice bilen Esat Bey’e (Ahmet Esat Uras) verilir. 1913 Aralığı’nda Dahiliye Nezareti Emniyet Müdürlüğü altında bir İstihbarat (istilaat müdüriyeti) Dairesi tesis edilir. Bu daireden gelen emirle 1914 Mart ayında yurt dışındaki tüm diplomatik temsilcilere bir genelge gönderilerek Ermeni hareketleri mercek altına alınır ve yurtdışında yayınlanan her türlü Ermenice yayının takip edilerek İstanbul’a gönderilmesi istenir. 

Önceden mi düşünülmüştü? 

Henüz daha dünya savaşı başlamadan İttihatçı yönetimin hiç de istemediği ve isteksizce imzalamak zorunda kaldığı, Yeniköy Anlaşması’nı ve onun sonucunda mecburen yetki devrettikleri iki “ecnebi müfettiş”e terk edilecek doğu vilayetlerinin durumunu kurtarabilmenin yolu o vilayetlerde Ermeni nüfusun kalmaması olabilir miydi? Silah zoru ve kanlı bir darbe ile iktidara gelen İttihatçılar ellerindeki gücü doğu vilayetlerinde iki ecnebi müfettişe kolayca devrederler miydi? Ermenilerin doğu vilayetlerinden hatta tüm Anadolu’dan sürülerek nihai varış noktası olarak Der Zor’a sürülmesi önceden düşünülmüş olabilir mi? Tehcirin tüm güzergahlarını, toplama kamplarını ve tüm detaylarını 1915’te idare edecek olan Dahiliye Nezareti’ne bağlı Emniyeti Umumiye Müdürlüğü tehcir düşüncesini, güzergâhları daha savaş başlamadan çalışmış ve detaylandırmış olabilir mi? 

1915 Ermeni Tehcirinin savaş sırasında alınan gerekli bir önlem ve savaş bölgesindeki Ermenilerin savaş olmayan güvenli bölgelere nakli olduğu iddiası üzerine yazan tarihçilerin kullandığı bir argüman da tehcirin önce Anadolu içlerine yapıldığı şeklindedir. Doğrudur, Mart 1915’te önce Dörtyol ve Nisan ayında Zeytun Ermenilerinin önce Konya’ya sevki emri verilir. 24 Nisan 1915’te, sevk yönü Dahiliye Nezareti’nden gelen bir telgrafla Der Zor yönüne değiştirilir. Der Zor ya da Arapça söylemiyle Deyr-i Zor 1915 yazında sevkiyata tabi tutulanların da ömürlerinde ilk kez duydukları bir yerdir.

Neden Der Zor seçildi? 

Tehcirin nihai varış noktası olarak Der Zor’un seçimi ve bu bölgenin seçiminin savaş öncesi planlanmış olup olmadığına ilişkin soru tehcirin de nihai hedefi hakkında yeni soru işaretleri barındırıyor. Fuat Dündar Der Zor seçiminin tehcirin yıkıcı sonuçlarının önceden bilindiğinin ve bilinçli alınmış bir karar olduğunun göstergesi olarak yorumluyor. Der Zor, imparatorluğun en düşük nüfus yoğunluğuna sahip bölgelerinden biridir. Bu esas olarak, bölgenin yazların şiddetli kuraklığa yol açacak derecede sıcak, kışların da çok sert geçtiği, yükseltilerin ve doğal korunakların az olduğu iklim ve topoğrafik özelliklerinden kaynaklanıyordu. Dündar, Osmanlı’nın 1912 yılında Balkanlar’dan gelen göçmenler için de Der Zor’un önerildiğini ancak bölgenin muhacirlerin iskanına uygun olmadığı sonucuna varıldığını belirtiyor. Dündar’a göre, Der Zor’un seçimi bir şekilde “ıslah edilemeyen bir halkın ıslah edilemeyen bir bölgeye sürülmesi yani açıkça gözden çıkartılmasıdır.”

Sivas Ermeni mahallesi ve Surp Asdvadadzin Kilisesi (Kaynak- Houshamadyan).

176 saatlik güzergah

Bununla beraber, elimizdeki arşiv belgesi İçişleri Bakanlığı’nın Sivas’tan Der Zor’a “en yakın” mesafeyi bir yıl önceden not etme ihtiyacı duyduğunu gösteriyor. 1914 yılında “Sivas’tan Der Zor’a” yürünecek mesafenin not edilmesi yukarıdaki sorularımıza anlam kazandırıyor. Cevabın bir uzunluk ölçüsü olarak değil bir zaman ölçüsü olan saat bazında verilmesi, bu mesafenin yayan olarak yürüneceğinin de düşünüldüğünü gösteriyor. 1915 sonrası hayatta kalabilenlerin anlatıları, hatıratları, o zaman diliminde bölgede olan görgü tanıklarının ifadeleri Sivas’tan Der Zor’a olan yolculuğun güzergâhını Sivas – Tecirhan – Mağara – Kangal – Alacahan – Kötühan – Hasançelebi – Hekimhan – Hasanbadrig – Aruz Yazı – Kırk Göz Köprüsü – Fırıncılar – Zeydağ - Gergerdağ – Adıyaman – Samsat – Gözen civarında Fırat Nehir Geçişi – Suruç – Rakka – Der Zor olarak veriyor. Suruç sonrası Sivas kafilelerinin bir bölümünün Musul’a bir bölümünün de Bab ve Münbiç üzerinden Halep’e yönlendirilerek Hama ve Homs’a sevk edildikleri de biliniyor. Günümüz navigasyon uydu teknolojilerini ve yazılımlarını kullanarak Sivas’tan Der Zor’a olan mesafeyi sorguladığımızda, iki nokta arasında 720 km’lik bir mesafe bulunduğu ve bu mesafenin 165 saatlik bir yürüyüş ile kat edilebileceği cevabını alıyoruz. Yüz on yıl önceki seyrüsefer hesaplamaları da hemen hemen aynı yol mesafesini verirken aradaki farkın günümüzde yapılan yeni yollardan ve günümüzde Atatürk Barajı ile doldurulan Adıyaman – Urfa arasındaki vadilerden ve Fırat geçişinden kaynaklandığını belirtelim. 

Kafilelerin refakatçileri her vilayet sınır geçişinde değişir. Her vilayet sevkiyat memuru kafileyi bir sonraki vilayet sevkiyat ekibine ve refakatçilerine devreder. Hayatta kalanların anlatılarından konvoyların genelde şehir içlerine sokulmadan dağ yolları ve dolambaçlı kırsal patikaları izleyerek nihai varış noktalarına sevk edildiği ve 165 saat ile 176 saat arasındaki farkın kaynağının da bu olduğu sonucuna varmamız mümkün. 1912 yılında Balkan muhacirleri için düşünülen ancak bölgeyi bilen ve inceleyen yöneticilerce yaşam için uygun olmayacağına karar verilen Der Zor bölgesine tehcir hem 1914 yazında zorla dayatılan yabancı müfettişlerden hem de Anadolu Ermenilerinden tamamen kurtulmak için düşünülmüş olabilir mi?

Anlatılar farklı olsa da sonuç aynı: Bir insanlık trajedisi

1915 Ermeni tehcirinin nedenleri ve sonuçlarına ilişkin yazılan kitap sayısı binleri, makale sayısı ise on binleri aşmış durumda. Yazılmaya da devam ediyor. Yazılanlar, “Birkaç izole saldırı vakası olmuştur” anlatısından “önceden planlanmış bir soykırımdı” söylemine kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Anlatı yelpazesi ne kadar geniş olursa olsun 1915 Ermeni tehcirine ilişkin olarak kimsenin itiraz etmeyeceği ve hemfikir olacağı gerçek, bu yolculuğun büyük bir insanlık trajedisi ile sonuçlandığıdır. 

Murat Bardakçı’nın yayınladığı Talat Paşa’nın Evrak-ı Metrukesi’nde her bir vilayet ve sancaktan sevk olunan Ermeni nüfus sayısı, Sivas vilayetinin özel konumunu gösteriyor. Talat Paşa’nın özel evrakında Sivas’tan sevk edilen nüfus 141.592 olarak belirtiliyor. Raymond Kevorkian ise, 1914 öncesi Sivas Vilayeti’nin Ermeni nüfusunu 204.472 olarak verir ve vilayette Ermenilere ait 198 kilise, 21 Manastır ve 20.599 çocuğun eğitim gördüğü 204 okul olduğunu söyler. Tehcir sırasında en yüksek can kaybı sayısal olarak Sivas Ermenilerinin payına düşecektir. Dolayısı ile Dahiliye Nezareti açısından Der Zor’un Sivas’a olan mesafesini öğrenmek, aynı zamanda en büyük can kaybının nerede olacağını da önceden tahmin etmenin bir yöntemi miydi? 

Tarihçilikte niyet okuma, ya da varsayımsal esaslarla tarih yazımı eleştirilir ve bu eleştirilerde haklılık payı yüksektir. Bu çalışmada okuyucu ile buluşturmak istediğimiz ve Osmanlı arşivlerinden paylaştığımız belgedeki mesafe bilgisi Sivas’tan Der Zor’a ve Bağdat’a gidecek bir devlet görevlisine harcırah hesaplaması için de istenmiş olabilir. Büyük bir ihtimalle de bir harcırah hesaplaması için istenmiştir. Belgeyi yazıldığı dönemin ortamı, olayları ve bilgi talep eden kurumun diğer kurumlarla ilişkileri ve ardından orada yazılan 176 saatin 141.592 Sivaslı çocuk, kadın, yaşlı, suçsuz günahsız insan için felakete dönüşen bir zaman aralığı olduğunu birlikte analiz ettiğimizde yukarıda sıraladığımız soruları sormanın söz konusu dönemi doğru anlamak ve tarihini doğru yazmak açısından biz tarihçilerin görevi olduğu da yadsınamaz. 

1914 yılında kuru düz bir kağıt üzerine yazılan “176 saat,” 1915 yılında evlerinden yurtlarından komşularından kopartılarak yollara düşürülen 141.592 Sivaslı Ermeninin 176 saat sürecek bir ölüm yolculuğunun ilk habercisi miydi? Çoğunluğu çocuk kadın yaşlı 141.592 kişi olarak yola çıktılar. 176 saatlik yolu inişli çıkışlı, dolambaçlı yollardan, nehirler geçerek, dağ bayır kat etmek zorundaydılar. Azala azala yol yürüdüler. 176. saatin sonunda azalmışlardı. Der Zor’a varabilen küçük bir bölümü de zaten dillerini dinlerini kültürlerini yaşamlarını sürdürmenin olanaksız olduğu Der Zor’da yok oldular. 110 yıl sonra biz tarihçiler bu olaya ne isim verirsek verelim, nasıl adlandırırsak adlandıralım hiçbir sözcük çekilen acıyı ve yaşanan felaketi tanımlayamayacaktır.

(Ekrem Yener, İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü Yüksek Lisans öğrencisidir)

KAYNAKLAR

1. BAO, DH.EUM.MH, 86/8-97 (24 Haziran 1914).

2. 9 Şubat 1914'te Rusya ile imzalanan Yeniköy Anlaşması'na göre 6 vilayet ikiye bölündü. Erzurum, Trabzon ve Sivas vilayetleri ile Van, Bitlis, Harput ve Diyarbakır vilayetleri yabancı bir müfettişin idaresi altında yönetilecektir. Müfettişler valiler, adliye, polis ve jandarma dahil olmak üzere sivil yönetimi atama, görevden alma ve denetleme yetkisine sahip olacaklardı. Müfettişler gerekli gördükleri takdirde hükümetten askeri güç talep edebileceklerdi.

3. Talat Paşa’nın Anıları, Haz. Alpay Kabacalı (İstanbul, Türkiye İş Bankası Yayını, 2000).

4. Halil Menteşe, Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe’nin Anıları (İstanbul: Altınordu Yayınları 2019), 85-86. Hans-Lukas Keiser, Talat Paşa İttihatçılığın Beyni ve Soykırımın Mimarı (İstanbul: İletişim, 2018).

5. BOA, HR.SYS, 2789.36 05/03/1914. Ermenilik cereyanı ile fark-ı siyasiyesinin esaslı bir surette takibi ve Osmanlılık hakkında muhalif veya muvafık her ne dil ile olursa olsun yapılan neşriyatın temin edilerek gönderilmesi.

6. BOA, DH.ŞFR.52/93, 24/04/1915. Konya’ya Ermeni Sevkinin Durdurulması Bundan Sonra Halep, Zor ve Urfa Cihetlerine Sevki. Osmanlı Belgelerinde Ermeniler 1915-1920 (Ankara: Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayın 14, 1994).

7. Der Zor ismi Arapça kullanımındaki Deyruzor, Deyr-i Zor,  Deir ez-Zor, Dayr az-Zawr gibi değişik kullanımlardan ziyade Anadolu kültürel belleğinde türkülerde ve ağıtlarda  yer etmiş olan Der Zor şeklinde kullanılmıştır. 

8. Fuat Dündar, Kahir Ekseriyet Ermeni Nüfus Meselesi 1878-1923 (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2012).

9. Raymond Kevorkian, The Armenian Genocide A Complete History (New York: I.B. Tauris, 2011).

10. Murat Bardakçı, Talat Paşa’nın Evrak-ı Metruke’si (İstanbul: Everest Yayınları, 2009).

Kategoriler

Dosya


Yazar Hakkında