“Türklüğe hakaret’ resmi ideolojiyi korumak adına konulmuş bir yasa”

İfade özgürlüğü kağıt üstünde korunsa da, Türkiye’de “Ermeni Soykırımı” kavramını kullanmak veya soykırım üzerine tartışma yürütmek, halen dokunanın yandığı bir mesele. Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi Damokles'in Kılıcı gibi tepede sallanmaya devam ediyor. Mahkemeler, birbiri ardında beraat kararları çıkmasına rağmen dava açmaya devam ediyor. 24 Nisan’da yaptıkları basın açıklamaları nedeniyle haklarında her seferinde dava açılan Diyarbakır Barosu yöneticileri, “suçun yasal unsurlarının oluşmadığı” gerekçesiyle Şubat ayında altıncı kez beraat etti. 1915’i konuşmanın “Türklüğe hakaret” olarak yaftalanmasındaki ısrar, suskunluğu büyütüyor. Türkiye’deki ifade özgürlüğü mücadelesinin turnusol kağıdı olan Ermeni Soykırımı’nın yargıya ve topluma yansımalarını, avukat Eren Keskin ile konuştuk.

Türkiye’deki ifade özgürlüğü mücadelesinde “Ermeni Soykırımı” ifadesinin halen ceza yargılamasına tâbi tutulması neden önemli?

“Soykırım” sözcüğüne dava açıyorlar ama bugüne kadar verilmiş bir ceza yok benim bildiğim. Bu konunun aslında gündem olmasını istemiyor devlet. Bu çok net. Yani Ermeni Soykırımı’nın tartışılmasını istemiyor. Bu konu eğer burada ceza alırsa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gidecek. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde kesinlikle Türkiye mahkûm olacak ve soykırım konusu yeni bir tartışma konusu olarak önlerine gelecek. Bunu istemedikleri için iç hukukta beraat karar veriyor ya da dava açmıyorlar. Soykırımdan ceza vermemelerinin nedeni bence bir yanıyla da Hrant Dink'in verdiği mücadele. Dink ile İHD’nin Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyonu’nda birlikte çalışmıştık. O bizi hep frenlemeye çalışırdı. ‘Bu kadar radikal kullanmayın’ diye. Bu çok anlaşılır bir şey. Aslında Hrant Dink soykırım meselesini en naif dille, kimseyi kırmadan, herkesin anlayacağı, en kabul edilebilir bir şekilde anlatmaya çalıştı bu topluma, ama onu yaşatmadılar. Bence bugün bu konunun üzerine çok gidememelerinin en büyük nedenlerinden biri de Hrant Dink'in mücadelesi ve Hrant Dink'in katledilmiş olması. 

Açılan soruşturma ve davalarda, Ermeni Soykırımı’na ilişkin yapılan açıklamalar ile “Türklüğe hakaret” arasında nasıl bir bağ kuruluyor?

Hiçbir bağ kurmuyor. Neden bu bağı kurduğunu söylemiyor iddianameler. Türk resmi ideolojisinin kırmızı çizgilerini hedef alan, eleştiri konusu yapan her türlü konuşmayı “Türklüğe hakaret” olarak kabul ediyorlar. Yani Ermeni soykırımı demek böyle, Kürdistan demek böyle, Kıbrıs'taki askeri varlıkla ilgili bir şeyler söylersem böyle… “Türklüğe hakaret”, resmi ideolojiyi korumak adına konulmuş bir yasa. Resmi ideolojinin kırmızı çizgilerinin tartışılması istenmediği için hazırladıkları bir kanun. Gerekçe göstermiyor yani. “Şunu dediği için Türklüğe hakaret etmiştir” demiyor. “Bunları bunları demiştir, TCK 301’i ihlal etmiştir” diye yazıyor iddianameyi.

İHD'nin 2021 yılında Ermeni Soykırımı’nın yıldönümünde düzenlediği anma nedeniyle Gülistan Yarkın ile TCK 301. maddeden yargılandınız. “Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması” gerekçesiyle beraat ettiniz. Kanunda suç olarak tanımlanmayan bir fiil hakkında neden dava açılıyor?

Çünkü aslında bunun suç olduğunu düşünüyorlar kendi açılarından. Biz duruşmada çok radikal ifadeler verdik. Soykırımın tanımını yaptık, neden soykırım dediğimizi açıkladık. Buna rağmen mahkeme, ifade özgürlüğü kapsamına girdiğini söyleyerek beraat kararı verdi. Daha önce Diyarbakır Barosu'nun da aldığı beraat kararı var. Bizim aldığımız takipsizlik kararları var. TCK 301'den açıyorlar bu davaları ya da soruşturmaları. Ben soykırımla ilgili çok eskiden beri yazıyorum. Soruşturma açsalar bile dediğim gibi takipsizlik kararı veriyorlar. Bunun bir devlet politikası olduğunu düşünüyorum. Tartışılmasını asla istemiyorlar. Bu coğrafyada sağcısının, solcusunun, iktidarının, muhalefetinin-tabii ki istisnalar ayrı- aynı kaynaktan beslendiklerini düşünüyorum. Yani bu coğrafyada kendilerini muhalefet olarak tanımlayanların çoğu da Ermeni Soykırımı meselesi söz konusu olduğunda devlet gibi bakıyor zaten. Bu zaten genel olarak ortaklaşa kabul ettikleri bir suç. “Biz yapmadık onlar yaptı”. Hemen herkes bunu söyler mesela. Bu, üzerinde ortaklaşmış bir bakış açısı, bu devletin resmi politikası. Mesela “Kürdistan” dememek de tanımlanmamış kanunda. Ama sen bunu dediğinde sana ceza hala verebiliyor.

Ermeni Soykırımı’yla ilgili tek nedeni var, dediğim gibi: Onlar aslında suç olarak görüyor, bu yüzden dava açıyor. Uluslararası camiada tartışılmasını engellemek içinse böyle bir gerekçe yazıyorlar. Yani orada savcı ve hakimlerin de asla özgür davrandıklarını düşünmüyorum. Yoksa suç olduğunu düşünmese dava da açmaz. Türkiye’de bu konunun tartışılmasının önündeki tüm engellerin aşılması gerekiyor. Tartışılmıyor bu konu. Ama bunun tartışılmaması sadece devletin suçu değil. Bu coğrafyada birçok sol hareket var, değil mi? Hiçbiri de “Soykırımı tanıyalım, af dile, tazmin et’ diyelim” dememiş. Bunu ilk defa, ne kadar acıdır ki, İnsan Hakları Derneği 2005 yılında söyledi. Bunu zaten ortaklaşa kabul etmişler ve bu soykırımın sonuçları hala devam ediyor. Çünkü inkar devam ediyor hala. Doğal olarak herkes bu suçun tarafı oluyor. Yani biz o nedenle zaten “Hepimiz suçluyuz” kavramını da çok kullanırız. “Vakıf malı” adı altında kullanmalardan yararlanarak, ucuza kiralayarak, ucuza satın alarak her türlü, bir biçimde bu suçun ortağı oluyorsun bu sistemin içinde. O nedenle de konuşulmuyor. Bir olay konuşulmaya başlanırsa devlet tavır almak zorunda kalır buna karşı, ama konuşulmuyor zaten. 

Hatırlattığınız üzere, İHD Soykırıma dair ilk anmayı 2005 yılında yapmıştı. O zamana dair, “Bizim için de çok geçti. Devlet çok üstümüze gelir, dernek kapatılır gibi endişeler vardı” ifadelerini kullanmıştınız. Dernek içinde nasıl tartışmalar yürütülmüştü o zaman?

“Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon” olarak böyle bir çağrıyı artık yapacağımızı söyledik. O dönem derneğin merkez yönetim kurulunda bulunan arkadaşlarımız, “Tamam, yapalım ama derneği kapatırlar” dediler. Hani diyorsun ya tanımlanmış bir suç değil, ama “Suç bunu söylemek..” Herkesin kabul ettiği bir şey. Yani endişeliydiler. Bizim gibi düşünmeyen insanlar da vardı. Tabii ki vardı. Ama genel olarak İHD yöneticileri bunun soykırım olduğunu kabul ediyordu.“Soykırım kavramını kullanmadan yapalım” diyenler de oldu. Ama biz ‘yapacağız’ dedik ve kimseyi dinlemeden yaptık. “Soykırımı tanı, af dile, tazmin et” çağrısıyla 2005’ten itibaren her yıl biz sokakta basın açıklamaları yaptık. Yurt dışından, Ermeni diasporasından katılanlar oldu. 2018 yılında yine devletin kararıyla, Süleyman Soylu'nun İçişleri Bakanı olmasıyla birlikte eylemlerimiz yasaklanmaya başlandı. Gözaltına alındı arkadaşlarımız. Gerçi ondan da takipsizlik kararı verildi. Sokakta yapmamız engelleniyor. Dernekte yine yapıyoruz tabii ki. Ermenistan'da Soykırım Anıtı’nda soykırımı tanıyanlar bölümünde ismimiz var. Bu da bizim için tabii ki çok onur verici. Bu coğrafyadan sadece bizim adımız var.

Kamusal alanda ilki 2015 yılında yapılan anma etkinliklerine 2017’den bu yana izin verilmeme gerekçeleri neler?

Suç!  Valiliğin yasağı var. Ama valilik o yasağı 2005 ile 2017 arasında neden çıkarmıyordu da 2017'de çıkarmaya başladı? O zamanlar, bizim bu anmaları sokakta yaptığımız dönemler AKP başka bir politika izliyordu. Hiç unutmayalım, bu coğrafyada ilk defa 24 Nisan 1915’e dair üzüntülerini belirten ilk başbakandı Tayyip Erdoğan. Yani bunu da AKP yapmıştı. Evet, o dönem AKP başka bir politika izliyordu. İktidar ortakları farklıydı. AKP hatta devletle biraz kavgalıydı. Ama devletin ta kendisi haline dönüştükten sonra devletin resmi politikalarını aynen uygulamaya o da devam etti.

TCK 301, “Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” diyor. Türkiye Cumhuriyeti yargısına göre, Ermeni soykırımıyla ilgili yapılan açıklamalar ‘eleştiri amacı taşımıyor’ diye anlıyoruz. Devlet bu konuda nasıl bir okuma yapıyor?

Türkiye Cumhuriyeti devleti, Anayasasının 90. maddesiyle uluslararası sözleşmeleri kendi iç hukukunun üzerinde kabul etmiş ve Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin tarafı. Bu sözleşmenin 9. ve 10. maddeleri düşünceye çok açık özgürlük hakkı tanıyor. Bu davaları hiç açmamaları lazım. Sadece eleştiri amacını taşıyor bizim yaptıklarımız. Biz devletin resmi görüşünü eleştiriyoruz. Biz kimseye “Düşüncemi kabul et” diye şiddet uygulamıyoruz. Zaten eleştiri amacıyla yapıyoruz. Bırak uluslararası sözleşmeleri, kendi iç hukukuna bile aykırı davranıyor. Türkiye uluslararası hukukun tarafı, bunları kabul etmek zorunda. Şunu da söylemek isterim ki bu sözleşmelerde Türkiye tek imzacı değil. Avrupa Birliği ülkeleriyle imza ortağı ve bu sözleşmelerin hepsinin denetim mekanizmaları var. Ama işletilmiyor bu mekanizmalar Türkiye'ye karşı. Aslında hiç açmamaları lazım bu davaları. Yaşam tehlikesi içinde biz kalıyoruz. Haber yapılıyor, tehditler alıyoruz bu yüzden. O nedenle burada devletin ağır bir kusuru var.

İHD’nin ilk Soykırım anmasından bu yana yirmi yıl geçti. Şöyle bir baktığınızda, Ermeni soykırımı tartışması özelinde Türkiye nereden nereye geldi?

Her konuda olduğu gibi ifade özgürlüğü alanında geriye gittiğimizi düşünüyorum. Biz ifade özgürlüğü alanında en rahat dönemimizi de AKP döneminde yaşadık. Bu da ilginç bir şey. Doğruyu da söylemek lazım. İlk defa bu anmaları yaptık. Hatta başbakan olarak üzüntü belirten açıklama yapıldı. Ama ifade özgürlüğünün en kısıtlandığı dönemi de şu anda yine AKP döneminde yaşıyoruz. Bu AKP'nin sadece politika değişikliğiyle ilgili bir şey. Değişen biz değiliz. Değişen siyasal iradenin kendisi. Açık Radyo’nun kapatılmasındaki temel gerekçenin de soykırım olduğunu düşünüyorum. Kapatır ve gerekçesinde başka açıklar. Bir resmi ideolojiyle biçimlenmiş iktidar ve muhalefet var. O nedenle de zor bir konu. Bana göre bu coğrafyada yaşadığımız bütün hak ihlallerinin temelini oluşturan bir konu. Çok temel bir mesele 1915. Soykırımı gerçekleştiren bir İttihatçı yapı var ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş ideolojisini de bu İttihatçı yapı oluşturulmuş. Herkes tarafından kabul edilmiş, bütün coğrafya bu şekilde şekillenmiş ve soykırımla birlikte Ermeni ve diğer Hristiyan halkların topraklarına, anılarına, mallarına her şeylerine el konulmuş. Ve bunları ispatlayamıyorsunuz bugün.

Bunun hukukunu yapmışlar. Soykırımda yaşamını yitiren bir ailenin yakınları mallarının peşine düşseler karşınıza ne çıkıyor? “Atık kayıt”. Atık kayıt olarak geçiyor nüfusta. Her şeyi bunun üzerine inşa etmişler. Türkiye'de burjuvazinin temelini soykırım malları oluşturuyor. Sadece bir devlet kurmak değil, bir millet oluşturmuşlar bunun üzerinden. Çok temel bir mesele o yüzden. Zaten bu yüzden tartışılması istenmiyor. Eğer soykırım tartışılacaksa mallar tartışılacak. Paralar tartışılacak. Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin vakıflar bünyesindeki tüm malları soykırım malları. Bunlar tartışılacak. 

Türkiye'deki sol örgütlenmelerin soykırım konusundaki suskunluğu konusunda hayal kırıklığınız var mı?

Her zaman var. Bu konuyu konuşan birkaç kesim var tabii ama esas olarak soykırımdan söz eden İbrahim Kaypakkaya var. Bunun dışında Türkiye sosyalist hareketinde konu olmamış. Aralarında belki konuşmuşlardır ama hiçbir sol örgüt yüksek sesle yüzleşme talep etmemiş. Kemalizm üzerinde yine birleşiyorlar. Yeni bir sol yok ortada. O nedenle solun da burada mutlaka kendisini sorgulaması gerektiğini düşünüyorum.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2006 yılında Hrant Dink’in o malum  cümlesinin –bilirkişinin suç yoktur demesine rağmen-  “Türklüğü aşağıladığına” karar vermişti. Hrant Dink, bu sözleri nedeniyle bugün de yargılanır ve ceza alır mıydı?

Yine yargılanırdı. Belki ceza da alırdı. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Hrant Dink’i öldürmüş olması bana göre devlet kararıydı. Bunun açıklamasını yapamadılar. Doğru dürüst bir karar çıkmadı. Bu yapı hala varlığını koruyor. Hrant Dink'i öldürme yeminleri edenlerin hiçbiri yargılanmadı. Şimdi daha esnek davranmaya çalışıyor diye düşünüyorum.

 “Devletin resmi belgesi yalan çıktı”

“Bizim bu çalışmaları yaptığımızı öğrendi birçok insan ve 12 Eylül askeri darbe sırasında Ankara Esenboğa Havalimanı'ndaki bir eylemde yakalanan ve idama mahkum edilen ama mezarının nerede olduğu bilinmeyen Levon Ekmekçiyan'ın ailesi komisyonumuzdan Ayşe Günaysu aracılığıyla bize ulaştı. Vekalet çıkardılar bana. Ve biz Levon Ekmekçiyan'nın mezarını bulmak için iki yıl çaba sarf ettik. Sonunda Ankara Cebeci Mezarlığı'nda resmi evraklara göre gömülü olduğu yerin tespiti yapıldı. Biz mezarın açılışında hazır bulunduk. Mezar açıldı, kemikler çıkarıldı. Levon'un annesi artık ölüm döşeğindeydi. Paris'te yaşıyorlardı ve ailesi annesinin son isteğini yerine getirmek istiyordu. Bir Ermeni cenaze işleriyle uğraşan firmayla anlaşma yaptık ve o kemikleri biz buradan Paris'e gönderdik. Aile doğal olarak Paris'te de bir adli tıp incelemesi yaptırmak istedi. Yaptırdılar ve maalesef ki kemiklerin 60 yaşlarında bir kadın ve köpekgillerden bir hayvana ait olduğu çıktı ortaya. Hani diyorlar ya hep a”Arşivleri açalım, biz hazırız”. Biz bir arşiv açtık aslında. Levon Ekmekçiyan'ın mezarını açtırdık. Bir arşiv açtırdık ve arşivin içinden bir yalan çıktı. Devletin resmi belgesi yalan çıktı. Resmi belgeye göre Levon Ekmekçiyan'ın mezarı açıldı ve oradan bambaşka bir cenaze çıktı. O kadın kimdi? Büyük ihtimal o da bir Ermeni'ydi. Çünkü Ermenilere ait bir bölüm var o kimsesizler mezarlığında. Oraya gömmüşler. Bu durum bile aslında o “Arşivleri açalım” ifadesinin ne kadar içi boş olduğunu ortaya çıkarıyor. Hepimizi derinden etkileyen bir olay olmuştu.”






Kategoriler

Dosya


Yazar Hakkında