BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Lozan görüşmelerinde Patrikhane’nin uluslararası hukuki durumu (ekümenikliği) hiç tartışılmadı. Müttefikler Patrikhane’den söz ederken hep “Ekümenik Patrikhane / Patrik” terimini kullandılar, TBMM Hükümeti temsilcileri de bu terime hiçbir oturumda karşı çıkmadılar ve bir gün öncesinin tutanaklarını ertesi gün okuyup imzalarken, bizzat kendi ifadelerinde “Ekümenik/Evrensel Patriklik” olarak yazılmış yerlere dahi itiraz etmediler.

Niye “Türkiyeliyim” diyoruz? Çünkü bu bir topraksal (teritoryal) terimdir ve bu toprak içindeki etnik ve dinsel açıdan farklı tüm vatandaşları kapsar. Ülkenin üst kimliği olarak en kucaklayıcı terimdir. Teritoryal isimli ülkeler arasında Türkiye için en öğretici olanı İspanya ve özellikle de Fransa’dır. Türkiye’de çoğu insan İspanya’da “İspanyol” diye bir etnik grup olduğunu sanır, oysa yoktur. İspanyol terimi “İspanyalı” demektir. İspanyolca dediğimiz dil de ülkedeki Kastilya bölgesinin dilidir.

Bir siyasal parti genel başkanının ağzından bu derece bir erkek zihniyeti ilginç. Ayrıca buram buram Lozan cehaleti, ayrımcılık ve alenen tehdit. Mezunu olduğu Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Gayrimüslimlerle ilgili bişey okutulmuyor olacak ki, bu demeci veren genel başkan Lozan Barış Antlaşması’nın (kendisinin anlayacağı tabirle) “Ekalliyetlerin Himayesi” başlıklı 37. ila 45. maddelerini hiç okumamış değil, duymamış. Çünkü bu maddelerde tek bir defa bile “Ermeni”, “Yahudi”, “Rum”, “Süryani” kelimeleri geçmez. Korumaya alınmış azınlıklar, “Müslüman-olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları”dır.

O zamanlar hiç ilgimizi çekmeyen ama şimdi bugünkü konjonktürde çok çekecek bir hususu daha zikredip Ermenistan’daki duruma geçelim: Soydaş Azerbaycan 2012 yılında, İran sınırında İsrail’e bir hava üssü verdi. Haberi, ABD’nin ünlü Foreign Policy dergisi 28 Mart sayısında duyurdu . Artık gelelim Ermenistan’daki şu anki duruma ve Paşinyan’'a... Paşinyan iç politikada demokrasiyi kurmaya, dış politikada da barışı sağlamaya çalışıyor.

Huysuzluk kötü ama, tutarsızlık daha da kötü. Kendisini ömür boyu seçtirecek bir anayasanın lansmanını yapmak için de olsa, AKP Kızılcahamam kampının kapanışında “Türkiye’nin geleceği daha fazla demokrasi ve özgürlüktedir” demiş olan bir Erdoğan’dan söz ediyoruz.

İnanması zor ama, yaklaşık bir hafta kadar önce haberdar olduğumuz bu sansür kararlarının 1 tanesi 2023 yılına, 1 tanesi 2022’ye, 1 tanesi 2021’e, 1 tanesi 2020’ye,1 tanesi 2018’e, 5 tanesi 2016’ya, 2 tanesi 2015’e, 1 tanesi de 2014’e ait. 2 tanesi de 2016 tarihli.

9. Yargı Paketi Md. 22’de yer alan “Etki Ajanlığı” düzenlemesiyle bir “Rus Yasası”, gümbür gümbür geliyor. Buna göre, hiç lamı cimi yok, Tek Adam Rejimi’ni eleştirecek kişiler ve kurumlar casus muamelesi görecek. Tek Adam Rejimi’nin “yumuşama” politikasının ne olduğunu gösteren bu olası durumu incelemeye başlamadan önce, niye “Rus Yasası” deniyor, kısaca görelim.

Rejim, gönlünce rant sağlamasına köstek olan imar izinlerini kestirme biçimde aşmayı nasıl becerdiyse, yani “yenilenebilir enerji kaynak alanı ilan edilen alanlarda imar izni ve planı olmadan santral kurulmasına” onay veren bir düzenlemeyi geçenlerde nasıl devreye sokmuşsa , Dışişleri Bakanlığı konusunda da aynı kestirme yola gitmiş gözüküyor: Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı kanun teklifi... Eski adı Twitter olan X’te Lyon olayı üzerine çıkan yorumlarda biri şöyle diyor: “Dışişlerinde bundan hiç yok, bu bir tane”

Görüldüğü kadarıyla, “yumuşama”nın şu andaki tek faydası bu. Yani, AKP’nin iktidardan düşme halinde helva gibi dağılacağı gerçeğinin ortaya çıkmış olması.

Otuz günlük Nisan haberlerinden seçtiğim “Kötüye gidiş alametleri” dosyam 4,5 sayfa tuttu. “İyiye gidiş alametleri” ise, RTÜK’ün TRT haberlerinin tek taraflı oluşunu inceleme kararı aldığına ilişkin 1 haberle sınırlı kaldı. Ve o haberden de şu âna kadar sıfır sonuç çıktı. Taksim’in 1 Mayıs’a yine kapatılması rezaleti zaten her şeyin özü ve özeti, ama onu sona bırakalım ve konulara ayırarak Nisan’ı gözden geçirelim