Venedik’te düzenlenen Mimari Bienali’nin bu yılki küratörü, Hollandalı mimar, teorisyen ve şehir planlamacı Rem Koolhaas. Haziran’da başlayan ve 23 Kasım’a kadar gezilebilecek olan, ‘Fundamentals’ (Temeller) başlıklı bienal, temel şeylerden bahsediyor ve mimarinin ortaya çıkışını en baştan düşünmek için güzel bir fırsat sunuyor.
Filipinler devlet başkanı Ferdinand Marcos, eşi Imelda ve ailesiyle birlikte Malacañang Sarayı balkanonda. Şubat 1986, Manila
EVRİM KAYA
evrimkaya@agos.com.tr
Ana pavyonda yer alan, Koolhaas’ın yönettiği ‘Elements of Architecture’ (Mimarinin Öğeleri) başlıklı sergi, adından da anlaşılacağı üzere, söz konusu temellerin izini parçalar üzerinden sürüyor: Tavanlar, duvarlar, odalar, pencereler, koridorlar, şömineler ve kapı kolları nasıl dönüşmüş, hangi formlara, hangi uzun yollardan ulaşmışlar? Bütün bunları incelerken, kalıntıları bugüne ulaşmayan hallerinin nasıl olduğunu ve bu öğelerin gelecekte nasıl formlar alacağını düşünmemek elde değil.
Serginin en ilginç bölümlerinden biri, milattan önceden bugüne gelen tuvalet örneklerini içeriyor. Bir diğeri de Hitler’in, Mussolini’nin, Ferdinand Marcos gibi diktatörlerin çıktıkları balkonların kolaj kopyalarını içeren ‘Balkonlar’ kısmı. Bunların hepsini bir arada görmenin tuhaf bir etkisi var; bir yandan tarih boyunca otoriter rejimler ile balkon konuşmaları arasındaki ilişki insanın yüzüne sertçe çarpıyor, öte yandan, hepsi çoktan tarih olmuş bu diktatörlerin kâğıttan replikalarının yarattığı geçicilik hissi bir tür ferahlama getiriyor. Efil efil bir balkon esintisi...
İstanbul sesleri
Koolhaas’ın Türk pavyonuna yakın bir yerde alıntılanan bir metni, muhafaza etme ile elden çıkarma arasındaki zorunlu ilişkiye vurgu yapıyor: “Muhafaza etme yolculuğu tam zıddına dair bir teoriyi de gerektirir; yalnızca neyi tutacağınıza değil, neyi silip neyi terk edeceğinize dair bir teori...”
Adil Arıkan, Gültekin Çizgen, Emre Dörter, Ali Taptık gibi sanatçıların eserlerinin yer aldığı Türk pavyonuna hâkim olan duygu da, muhafaza edilenler ile elden çıkarılanlar arasındaki gerilim. Uzun bir koridor Atatürk Kültür Merkezi’nin tarihini izliyor: Hayata geçmeyen ilk tasarımlardan, yeni cumhuriyetin modernist anıtı olarak yükselişine ve Gezi Direnişi’nde asılan posterlerle ikonik bir mücadele sembolü olarak bilinçaltımıza kazındığı günlere kadar... Pavyonun en dikkat çekici eseri ise, Candaş Şişman’ın yaptığı yirmi kanallı ses enstalasyonu. Bu çalışma, Venedik’in kendini en iyi akşam sessizliğinde duyuran fetiş derecesindeki modernist muhafazakârlığından, İstanbul’un terk etme, haritadan silme, muhafaza etmeme üzerine kurulu postmodernliğinin gürültüsüne hızlı bir geçiş sağlıyor.