Gayrimübadillerin mübadelesi

‘Projesiz Modernleşme’ kitabının yazarı Hakan Kaynar, Erken Cumhuriyet Dönemi İstanbulu’na gündelik hayatın içinden bakıyor. Çeşitli ulaşım araçları, mahalle yaşamı, sinema filmleri, romanlar ve taşralı-şehirli karşılaşmaları üzerinden mikrofonunu sokaktaki insana doğrultan yazarla, iktidardan bağımsız bir şekilde değişen İstanbulluların yaşamlarını konuştuk.

EZGİ BERK
ezgidenizberk@gmail.com

İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Yayınları tarafından ‘Projesiz Modernleşme’ üst başlıklı kitabı okurla buluşturulan Hakan Kaynar, Erken Cumhuriyet Dönemi İstanbulu’na gündelik hayatın içinden bakıyor. Çeşitli ulaşım araçları, mahalle yaşamı, sinema filmleri, romanlar ve taşralı-şehirli karşılaşmaları üzerinden mikrofonunu sokaktaki insana doğrultan yazarla, iktidardan bağımsız bir şekilde değişen İstanbulluların yaşamlarını konuştuk.

  • Kitabınızın girişinde, Cumhuriyet öncesi değişen İstanbul ve dolayısıyla erken Cumhuriyet döneminde değişim mefhumuyla bir süredir iç içe yaşayan İstanbul portresi çiziyorsunuz. Cumhuriyet öncesi İstanbulluların gündelik hayatlarında neler değişti?

Çok şey değişti. Üstelik bu değişim, 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra geniş bir zamana yayılmıştı. Örneğin İstanbul toplu ulaşım araçlarıyla birlikte birbirinden bağımsız, kapalı köyler, semtler, mahalleler şehri olmaktan çıkıp, bütün bir şehir haline dönüştü. Vapurlar, Boğaziçi ve Marmara kıyılarını şehre bağlamaya başladı. Haliç’in iki yakasının birbiriyle ilişkisi daha da arttı. Buna tramvay da eklenince, bir zamanların kendi içine kapalı mahalleleri şehre açıldı. Bu gelişmelere eşlik eden bir başka olgu 19. yüzyılda büyük Avrupa şehirlerinde olduğu gibi hızla artan bir nüfus ve bu nüfusun barınma ihtiyacıydı. Ancak nüfus artıyor ama yeni İstanbulluların barınma ihtiyaçlarını karşılayacak konut üretimi gerçekleşmiyordu; aksine konut stoku, o ünlü İstanbul yangınlarıyla sürekli azalma eğilimindeydi. Haliyle toplu ulaşımın gelişmesiyle yatay anlamda genişleyen şehir, bir diğer yandan daha yoğun hale gelmişti. Bu yüzden belki de İstanbullular daha önceki yüzyıllarda hiç olmadığı kadar birbirleriyle, tanımadıklarıyla, yabancılarla karşılaşır, kaynaşır ve çatışır hale geldi. Belki de şehir ilk defa modern zamanların yakıştırması olan ‘kozmopolitlik’ terimine uygun hale geldi. Kozmopolit terimi, bir birey için kullanıldığında o kişinin kendisini nerede olursa olsun evindeymiş gibi rahat hissettiği anlamına gelir. Oysa İstanbul’da, örneğin Fener’de doğup büyüyen ama birkaç kelime dışında Türkçe öğrenmeden mübadeleyle Yunanistan’a giden İstanbullu Rumlar olduğu gibi, Üsküdar’dan koca yılda sadece birkaç gün İstanbul’a inen Türkler de vardı. Demek ki ‘kozmopolit’ olduğunu düşündüğümüz bu şehrin yerlileri, pek de ‘kozmopolit’ değildi. Oldukları zaman da bu kısa sürecekti bence. Şöyle toparlayalım, belki de Cumhuriyet’ten önce İstanbul’daki en önemli değişim, İstanbul’un gerçek bir kozmopolit şehir haline gelmesiydi.

  • Bütün bu değişimler yaşanırken Cumhuriyet dönemi İstanbulu’nda Müslüman ve gayrimüslim nüfusun dağılımı nasıldı?

1922’de polis müdürlüğünün yaptığı sayıma göre İstanbul’da 710 bin küsur insan yaşıyor. Bunun 373 bini Müslüman. Rumlar 158 bin, Ermeniler 87 bin, Museviler ise 40 bini aşıyor. ‘Diğer’ başlığı altında 51 bin kişi var. Çoğu Levanten olan yabancılar bunlar. 1927 yılındaki sayımda Müslüman nüfusu 74 bin artmış. Gayrimüslimlerin sayısı ise 90 bin azalmıştır. Ama başka rakamlarla bu nüfus rakamlarını birleştirince İstanbul’un karakteri ortaya çıkar. Bu nüfus sekiz ayrı dini gruba ayrılmıştı. Birbirinden çok farklı diller konuşuyorlardı. Türkçe, Rumca, Ermenice, Fransızca, İtalyanca, İngilizce, Arapça, Acemce, Ladino, Kürtçe, Çerkesçe, Tatarca, Arnavutça, Bulgarca. Muhakkak ki İstanbulluların çoğu anadillerine ek olarak diğer dillere de hâkimdi. Dönemin gazetelerinde iş arayan İstanbullular, lehlerine olur diye bildikleri dilleri sıralıyorlardı. Ama bu aleyhlerine de olabilirdi. Çünkü ‘Yeni Türkçe ve Rumca okur yazarım’ diyen birisi, aksi neredeyse imkânsız olduğuna göre, İstanbullu Rum’du.

Cumhuriyet’le birlikte İstanbul’da gayrimüslimlerin çalışmaları hep sorundu çünkü. Bu gayrimübadillerin mübadelesiydi bir bakıma. İnsanları doğdukları yerden göçe mecbur eden ‘zor’un yıllara yayılmış haliydi. Antlaşmalarda belirlenmiş, nasıl ve ne şartlarda, hangi zaman diliminde gerçekleştiğini bildiğimiz bir mübadele var, bir de yıllara yayılmış, bir yandan baktığınızda kişilerin gönüllü tercihleri gibi görünen bilmediğimiz bir ikincisi...

  • Gayrimübadillerin mübadelesi nasıl gerçekleşti?

Lozan Antlaşması, İstanbul’daki gayrimüslim nüfus hakkındaki sınırlamalarla şehrin kozmopolit yapısını bir tür güvenceye almıştı. Ama İstanbul’daki gayrimüslimlerin iaşesini antlaşma sağlamayacaktı. İnsanların İstanbul’da yaşamaya devam etmeleri için pasaporta değil paraya ihtiyaçları vardı. Ankara, bu ant-laşmadan hemen sonra, İstanbul’daki yabancı şirketlere gönderdiği talimatlarda iki şey istiyordu: Yazışmaların eskiden olduğu gibi Fransızca değil Türkçe yapılması ve çalıştırdıkları yabancı uyruklular ile gayrimüslimlerin işten çıkarılarak yerlerine Türklerin istihdam edilmesi. Örneğin 1923’te tarifelere zam yapmak için Ankara’dan onay bekleyen şirkete çalışanlarının tamamı Türk olursa bunun önünü açacak düzenlemenin yapılabileceği söyleniyordu. 1924’te Ankara’dan gelen sorulara cevap veren Tramvay Şirketi, Müslüman işçilerin sayısını yüzde 87’den yüzde 90’a çıkardıklarını, gayrimüslimlerin yüzde 9,6’lık payını ise yüzde 7,7’ye düşürdüklerini yazıyordu. Ama ekledikleri notta, daha fazlasını yapamayacaklarını da söylüyorlardı. “Çünkü” diyorlar, “dahasını işten çıkarırsak İstanbul halkına iyi hizmet veremeyiz, çünkü diğer işçiler kalifiye, yetişmiş eleman, onların yaptıklarını yapabilecek Türk ve Müslüman işçi bulamayız.” Dönemin İngiliz elçisinin de benzeri gözlemleri vardır. Yazılı bir emir olmadan her kurum çalışanlarının en az yüzde 75’ini, Müslümanlardan olması istemiyordu.

Aynı zamanda 1924’te aile hayatı için tehlike yarattığı bahanesiyle, Beyoğlu’nda 960 bar ve meyhanenin yarısından fazlası kapatılmış. Açık kalan 430’unun kimlere ait olduğu bu temizlik hareketinin ahlaki mi, yoksa milli mi olduğu konusunda açıklayıcıdır. 313 Türk işletmesine karşılık, 42 Rum, 39 Ermeni, 34 Yahudi işletmesi. Belli ki eğlence sektöründeki istihdam da Türkleştirilmek isteniyordu, ki bu daha sonra aşikâr hale gelecektir. Bırakın bar sahipliğini, garsonların bile Türk olması isteniyordu. 1932 yılında çıkan kanuna göre, sadece Türk vatandaşlarının çalışabileceği meslekler arasında odabaşılıktan şoförlüğe birçok meslek vardı. Ayrıca gazino, dans salonu ve barlarda kadın ve erkek hizmetçiliği, bar oyunculuğu ve şarkıcılığı da Türklere hasredilmiş mesleklerdi. Bu kanuna göre gayrimüslim olup İstanbul’da çalışacak bir iş bulmak neredeyse imkânsızdı. Haliyle 1927’den 1935’e kadar İstanbul’daki gayrimüslim nüfusun bir yetmiş bin daha azalması çok da şaşırtıcı değildir. Bu insanlar, doğdukları vatanlarını bırakıp kendilerine doyacakları yeni bir vatan bulmaya zorlanmıştı.

Kategoriler

Güncel Yaşam