Osmanlı, köçek, vampir: Béla

İstanbul’un Eyüp semtinde yaşamaya ya da daha doğrusu ölümsüzlüğünü sürdürmeye çalışan eşcinsel bir vampir; 1800’lü yıllar ve Osmanlı padişahı Sultan II. Mahmud Yeniçeri ocağını dağıtmış. Mehmet Bilâl, son kitabı ‘Osmanlı’da Bir Vampir-Béla’da, akıcı üslubuyla ilginç bir ‘öteki’ hikâyesi sunuyor.

NİHAN BORA

İstanbul’un Eyüp semtinde yaşamaya ya da daha doğrusu ölümsüzlüğünü sürdürmeye çalışan eşcinsel bir vampir; 1800’lü yıllar ve Osmanlı padişahı Sultan II. Mahmud Yeniçeri ocağını dağıtmış. Mehmet Bilâl, son kitabı ‘Osmanlı’da Bir Vampir-Béla’da, akıcı üslubuyla ilginç bir ‘öteki’ hikâyesi sunuyor.

Kitap, “Kendimle ilgili en son hatırladığım şey, yirmi yedi yaşında aşırı dozdan öldüğümdü” cümlesiyle başlıyor. İnsanın öldükten sonra nasıl öldüğüne dair kurduğu bu cümle fazlaca fantastik biraz da ürkütücü geliyor ama aynı zamanda hikâyenin devamının merak edilmesini sağlayan cümleler.  ‘27 yaş’ ve ‘aşırı doz’ deyince, akla Jimi Hendrix, Jim Morrison, Janis Joplin, Kurt Cobain ve Amy Winehouse gibi hayatının baharında yiten sanatçılar geliyor akla ve kitapta da bu isimlere yer veriliyor.

Romanya’dan Eyüp’e

Béla, mezarına gömüldükten kısa bir süre sonra kendisinin de hayretle izleyeceği şekilde yaşlı, şişman, beyaz saçlı bir adam tarafından dişlendikten sonra çıkarılıyor ve memleketi Romanya’dan İstanbul’a getiriliyor. Hayatını kaybediyor ama yeni bir ölümsüzlük hikâyesi başlıyor Béla için İstanbul’un Eyüp semtinde.

‘Béla’, sıradan bir vampir hikayesi değil. Karşımızda eğlenceli, aşık ve yalnız bir vampir var, aslında bir öteki hikâyesi yani. Kitap, kurgusu ve diliyle, birbiriyle çok ilişkili gibi görünmeyen; Osmanlı, eşcinsel ve vampir üçlüsünün iyi tasarlandığında çok da iyi bir hikayeye dönüşebileceğinin kanıtı. Başta ölüm, mezar ve mezardan çıkarılma konuları insanın tüylerini ürpertse de, karakterin samimi dili, konuyu gündelik konuşulabilecek bir hale getiriyor. Bu da okurun bu konuya takılmamasını sağlıyor.

Bir öteki hikayesinin anlatıldığı kitapta Béla, yeni yaşamla nasıl mücadele edileceğini biraz küstahca belki ama hiç karmaşık hesaplara girmeden anlatıyor. Yaşlı adamla olan çatışması dozunda; bir ötekinin dünyayla, bir oğlun babayla çatışması gibi veriliyor. Diğer vampirler gibi itici değil, aksine sempatik, duygusal ve neredeyse gerçek hayatta olsa arkadaş olmayı isteyeceğimiz bir karakter. Hele Béla’nın, aşkını cümlelere döktüğü cümleler edebiyatla fantastiğin birbirine nasıl da yakıştığının en iyi örnekleri. Güneşle yaşayamayan ve aslında ışığı özleyen Béla, tutulduğu yeniçeriye aşkını şöyle tarif ediyordu mesela, “Mahrum olduğum her şeyi ifade etsin diye ona Güneş adını verdim.”

Béla ve Paşa’nın İstanbul Galata, Şişhane, Haliç ve Eyüp’teki yaşamına tanıklık ederken çoğu zaman hikâyenin Osmanlı’da geçtiğini unutuyoruz. Döneme dair sözcüklerle karşılaştığımda, bir an durup “Evet Osmanlı’da bir vampirin hikâyesindesin” dediğim çok oldu. Başta biraz rahatsızlık verse de, daha sonra Béla ve çevresinde olan olayların birbirine bağlılığı, dönemin pek de önemli olmadığını düşündürdü bana.

Yaşlı adamın başlangıçta Béla’ya sorduğu soru şuydu: “Yaşamak istiyor musun, istemiyor musun?” Béla, “Yeni bir hayat daha yaşamaktan mı bahsediyordu yoksa kaldığım yerden devam etmekten mi? İyi de nasıl?” demişti. Béla, vampir olduktan sonra yaşadı, hem de çok güzel yaşadı.

Béla
Mehmet Bilal
Nar Kitap
218 sayfa.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ

Etiketler

Nar Béla Mehmet Bilal