ELVİRA ROSERT
İklimin korunması için çok uzun süredir daha az uçmak, daha az tüketmek, günlük yaşamdaki kısıtlar gibi ısrarla alınması talep edilen önlemlerin azımsanmayacak bir kısmının günümüzde devletler tarafından Covid-19 salgınıyla mücadele adına alınıyor olması, hem sevindirici hem de çok acı. İçinde bulunduğumuz günlerde insanlar bir şeylerden feragat ediyor, devletler de bunun karşılığını ödüyor. Sars-CoV-2 virüsünün yayılımını durdurmak için, bir taraftan iklim değişikliğini durduracak önlemlerin yaygınlığını ve derinliğini büyük ölçüde aşan sosyal ve ekonomik bedeller göze alınıyor. Öte yandan ödenen bu bedeller (tüm alanlarda olmasa da) “Ne pahasına olursa olsun” sloganıyla olduğundan basit ve küçük gösteriliyor. Gücü olan devletler milyarlık yardım paketleri hazırlıyor; IMF gibi uluslararası kuruluşlar zor durumdaki devletlere kredi sözü veriyor ya da borçlarını siliyor. Oysa iklim koruma bütçeleri çok daha düşük seviyelerde seyrediyor; yetersiz bulunan destek paketleri eleştiri konusu. İklim aktivistlerinin bu durumu uzun zamandır eleştirdikleri şeyin kanıtı olarak görmesi şaşırtıcı değil: İklimin korumasında yaşanan başarısızlığın sebebi imkansızlıklar değil, siyasi irade eksikliği. Covid 19 ile mücadelede bu irade nispeten hızlı bir şekilde gerçekleşirken, iklim değişikliğiyle mücadelede onlarca yıl sonra bile bir gönülsüzlük hakim. Acaba neden?
Bu sorunun yanıtı nereden baktığınıza bağlı olarak değişir. Örneğin taraf olan aktörlerin çıkarlarını analiz edebiliriz ya da söz konusu sorunla bağlantılı maddi çıkarları. Bu yazının amacı, Covid-19 pandemisi ile iklim krizini kamusal bir sorun olarak ele alarak karşılaştırmak. Ele alacağımız noktalar, hangi sorunların hangi yollardan siyasi karar vericilerin gündemine girdiği ve onları eyleme geçmeye zorladığı, hangilerinin ise gündem olamadığıdır. Covid-19 ile iklim krizi arasındaki farkları ortaya çıkarmaları hasebiyle iki ana başlık önemli görünüyor: Zaman faktörü ve sorunun karmaşıklığı.
Zaman faktörü: Aciliyet ve hız
İki krizinin zaman parametreleri pek çok açıdan birbirinden farklı. Her gün bir dizi sorun siyasetin gündemine giriyor; hangi sorunların gündeme oturacağı ve öncelikli ele alınacağını belirleyen faktörlerden biri de, sorunun ne ölçüde acil olarak algılandığı.
Aciliyetin öncelikli görüldüğü durumlarda koruyucu önlemler geri planda kalıyor, refleksvari alınan önlemler öne çıkıyor; üstelik siyaset hızlı hareket ettiğinde bile kaynak yetersizliğinden acil sorunların tamamına eğilemiyor. Korona pandemisinde koruyucu önlemler almanın ne kadar zor olduğunu görmüş olduk. Neredeyse bütün ülkeler harekete geçmekte geç kaldı; yani ancak virüs yayılmaya başladıktan ve yayılım, tek tek bulaş zincirlerinin takibiyle durdurulmasının mümkün olduğu nokta aşıldıktan sonra harekete geçildi.
Hem trajik, hem de şaşırtıcı bir durum bu. Çünkü doğal ve sosyal özellikleri olan bu melez felaket bir taraftan farklı ülkelerde, farklı bölgelerde farklı zamanlarda başladı, demek ki başkalarının hatalarından ders çıkarmamız mümkündü. Diğer taraftansa, hızla toplanan verilere bakarak, virüsün sadece uzun vadede değil birkaç hafta ilerisine dair öngörülerle bile nasıl yayılacağını anlayabilirdik.
Devletler bütün bunlara rağmen ancak kendi yoğun bakım üniteleri dolup taşmaya başlayınca harekete geçti. Bu konudaki tek istisna Doğu Avrupa ülkeleridir. Oysa en azından komşu ülke aynı sorunla karşılaşınca harekete geçebilirlerdi. Korona pandemisi gibi akut bir sorunda kısa sürede önlem alınamıyorsa ya da önlem almakta gecikiliyorsa, iklim değişikliği gibi yıllara, onyıllara yayılan bir sorunda ciddi anlamda harekete geçmeyi kimsenin düşünmemesi hiç şaşırtıcı değil.
Pandemi sırasında başlangıçtaki tereddüt aşıldıktan sonra hızla ciddi ve kapsamlı önlemler alınmasını, sorunun kendisinin gelişme temposuyla açıklayabiliriz. İklim değişikliği, ortalama ısının artması gibi yavaş ilerleyen ve uzun bir süreye yayılan bir gelişmeyken, Korona pandemisi üç ay gibi bir sürede bütün dünyaya yayıldı.
Sars-Cov-2 enfeksiyonlarının görüldüğü ülkelerin sayısı hızla arttı, her gün de artmaya devam ediyor. Ancak baştan itibaren başka bir gösterge çok önemliydi: (Sayım ölçütleri, test kapasitesi ve verilerin aktarım süreçlerindeki tüm farklılıklara rağmen) vaka sayıları. Virüs lineer değil, logaritmik yayıldığı için vaka sayıları hızla artıyor ve haftalar değil, sadece günler içinde bu sayılarda büyük farklar oluşuyordu.
İklim krizi ve korona krizinin farklı hızlarda geliştiğini, ilgili haberlerin yoğunluğunda da görebiliyoruz. “Gelecek İçin Cumalar” hareketi iklim değişikliğini büyük ölçüde görünür kıldı kılmasına ama yine de her gün haberlerde yer almıyor, onun yerine bambaşka konulara gereğinden çok yer veriliyor.
Korona pandemisi ise hızla basının bütün dikkatini üzerine çekti. Pandemi haberlerinin medya aracılığıyla böylesine hızla yayılmasının nedeni, -küresel, ulusal, yerel ve bireysel- olmak üzere bütün sistemleri ve bu sistemlerin birbirleriyle ilişkisini sarsan beklenmedik bir şok etkisi yaratmasıydı. Sürecin dinamizmini besleyen, sadece farklı ülkelerdeki vaka sayıları değil, her gün alınan siyasi kararlar, pandeminin sosyal ve ekonomik sonuçları ve virüs hakkında her gün artan bilimsel bilgiydi.
Karmaşıklık faktörü: nedenleri, biçimleri ve alınacak önlemler
Zaman faktörünün yanı sıra krizlerin çözülmesi için eyleme geçme baskısı da önemli bir kriter. Ancak yapılması gerekenlerin karmaşıklığı harekete geçmeyi bloke ettiği için bu faktörün krizler üzerindeki etkisi olumsuz oluyor. Korona krizinin başında birçok devletin virüsü küçümsemesinin bir sebebi de mutlaka bu faktördü. Pandemiyi kontrol altına alabilmek için kendilerini nelerin beklediğini anlamak ve kabullenmek zor oldu devletler için. Kaldı ki uzmanlar da pandeminin nasıl kontrol altına alınacağı konusunda, yani kontrollü bir sürü bağışıklığının mı yoksa bulaşı engellemenin mi doğru olacağı konusunda hemfikir değildi.
Korona pandemisi bütün bunlara rağmen iklim değişikliğine oranla üç kat daha karmaşık bir sorun. Birincisi, iki krizin nedensellik zincirleri farklı uzunluklarda ve konuların alt başlıkları da farklı. İklim değişikliğinin insan kaynaklı mekanizmalarla bağlantılı olduğunu biliyoruz bilmesine, ama burada da çok farklı mekanizmalar söz konusu. Pandeminin sonuçları ne kadar çok katmanlı ve yıkıcıysa, -insanlar diğer bulaşıcı hastalıkları tanıdığı için- idrak edilmesi o kadar kolay ve işleyiş mekanizması o kadar basittir: Adı Sars-CoV-2 olan bir virüs damlacık –ve nadiren enfekte yüzeylere temas- yoluyla insandan insana bulaşmakta, böylece artan sayıda insan Covid-19 hastalığına yakalanmakta ve günümüzün networklerden oluşan mobil dünyasında yayılmaktadır.
İkinci bir fark, iklim değişikliğinin, mercan kayalarının ölmesi, daimi buzullu tabanların erimesi, ormanların kuruması gibi çok farklı biçimlerde ortaya çıkması. Yani iklim değişikliğinin tek bir sembolü yok (Hemen aklımıza gelecek Greta Thunberg ismi iklim değişikliğinin değil, yeni iklim hareketinin sembolüdür). Öte yandan pandeminin sosyal ve ekonomik etkileri çelişkili, kesinlikle herkesi aynı oranda etkilemiyor, ama yine de bir şekilde herkesi etkiliyor, en azından Batılı toplumlarda şaşırtıcı biçimde tek bir şablon üzerinden ilerliyor.
Sorunlar da şu anda görmezden gelemeyeceğimiz kadar benziyor birbirine. Bir başka benzerlik de bu sorunların uzun zamandır farkında olmamız, ama korona krizinden önce görmezden gelmemiz. Sokağa çıkma kısıtlamaları bize şunu gösterdi: Sistemin yürümesi için vazgeçilmez olan, bu yüzden de bugün alkışa boğduğumuz meslekler, ki bunların çoğunu güvenli home-officelerde yapmak mümkün değil, geliri en düşük işler ve bu işlerin çoğunda kadınlar ve göçmenler çalışıyor.
Devletin sağlık ve bakım sistemi personel ve finansal olarak kısıtlı değil, tamamen yetersiz. Çoğunu anne ve bakıcı olarak kadınların üstlendiği bakım hizmetleri bu dönemde başkalarına devredilemediği için, daha değerli görülen ve daha iyi kazanılan mesleklerin bir tarafa bırakılması, bakım hizmetlerinin gerçek değerini anlamamızı sağladı. Barınma koşulları arasındaki uçurum (şehrin eteklerinde bahçeli müstakil bir ev ya da yakında park alanı ve orman olmayan küçücük odalı sitelerde bir daire) sokağa çıkma kısıtlamalarıyla kimin ne kadar başa çıkabildiğini belirlemekle kalmıyor, daracık evler bulaş riskini de arttırıyor.
Covid-19 da -başta düşünüldüğünden daha sinsi ve daha tehlikeli olduğu anlaşılmasına- benzer şekilde gösteriyor kendini. Öksürük ve ateş gibi tipik semptomları var, ağır solunum sorunlarında bilinen bir tedavi yöntemi mevcut; sokak görüntülerinin bir parçası olan maske ise güvenli bir koruyucu önlemin sembolü oldu.
Covid-19 kurbanlarının sayısı farklı şekillerde hesaplanıyor, ikincil zararlar hakkında (henüz) istatistiki bilgiler yok elimizde gerçi, ama yine de günbegün değişen bazı rakamlar var. Karşımızda alelacele kurulmuş, dolup taşan morg görüntüleri. İklim değişikliğinde ise ihtimaller var sadece: Tek tek doğa felaketlerinin iklim değişikliğinin bir parçası olduğunu anlatmak pandemiyi anlatmakla karşılaştırılamayacak kadar zor olduğu için iklim değişikliğinin mağdurlarını sayılara dökmek ya da görselleştirmek de zor.
Üçüncü bir fark, devletlerin iklim değişikliğine ve Covid-19 pandemisine karşı önlemleri ne hızla aldığı. İklim değişikliğine karşı uygulanan stratejilerin ne kadar etkili olduğunu ancak uzun vadede görebiliyoruz, ama bu önlemler için harcanan kaynakları kısa vadede hissediyoruz. Öte yandan iklim için alınan önlemlerin etkisi çoğunlukla muğlak kalıyor, çünkü başka etkileşimlerden izole edilmeleri oldukça zor; ayrıca bu işe az ve gönülsüz kaynak aktarılması etkileri azaltabiliyor, hatta sıfırlayabiliyor.
İklim sorunu çok uzun süredir kah az kah çok gündemde boy gösterdiği için, HEMEN ŞİMDİ harekete geçmek zorunda olduğumuzu anlatmak da ayrı bir sorun. Yaşadığımız boyutlarda bir pandemi ise yepyeni bir konu. Üstelik Covid-19’a yakalanan insan sayısı şunu net bir şekilde ortaya koyuyor: Önlem alınmadan geçen her gün, çok açık biçimde daha fazla vaka ve daha fazla ölüm demek; bunu her gün bizzat izliyoruz. Hem vaka sayılarını gösteren eğriler, hem de kuluçka süresi ve test sonuçlarına bağlı olarak 2-4 hafta gecikmeli de olsa başka bölgelerle yapılan karşılaştırmalar, sokağa çıkma kısıtlarının, fiziksel mesafenin ve el hijyeninin virüsün yayılımına set çektiğini gösteriyor bize. Bu yüzden karar vericileri başarılı bulmak ya da ihmalkarlıkla suçlamak kolaylaşıyor.
Gelecek koruyucu önlemlerde
Siyaset dünyasının iklim değişikliğine karşı harekete geçmesini sağlamak için korona pandemisinden öğreneceklerimiz başlı başına bir yazı konusu. Yine de son olarak bu konuda birkaç mesaj vermek istiyorum. İklim hareketi bu mesajı korona krizinin başlarında hemen gördü: Şayet isterse siyaset her şeyi yapabilir.
Siyasetin getirdiği önlemlere -münferit ihlal vakaları görülse de- yüksek oranda uyan insanlardan yola çıkarak yukarıdaki mesajı şu şekilde tamamlamak isterim: Halk sebebini anladığı sürece söylenenleri yapıyor. Devlet vatandaşının öğrenme becerisine kesinlikle güvenebilir, önlemlerin kabul edilemez ve uygulanamaz olduğu gibi bir bahanenin arkasına gizlenemez. Ayrıca pandeminin, koruyucu önlemlerin ne kadar hayati ve önemli olduğunu ortaya koyduğunda ısrarcı olabiliriz artık. Bundan asla vazgeçmemeli, başkalarını da harekete geçirmeliyiz. Bu yaklaşım ilerde hükümetleri iklimle ilgili sorunlarda şimdiye kadarkinin tam tersi yönde ve şu sloganla almaya zorlayabilir: Zafere giden yol koruyucu önlemlerden geçer.
(Bu makalenin değiştirilmiş hali
17 Nisan 20020 tarihinde Hamburg
Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesine ait 100x100 blogunda yayımlanmıştır. Bu metin Almanca’dan Türkçe’ye Dilman Muradoğlu tarafından çevrilmiştir.)
*Hamburg Üniversitesi, Siyaset Bilimci