Deniz Gezgin, herkesin bildiği “ilk günah”ın o kadim hikayesini yazdı: “Bir düş gördüm” diyor Kadın, “Bu yeşilin altında kapkara bir toprak, toprağın içinde çürükler, ölüler, bu sulardan başka akan sular, o sulara karışan kanlar…”
Deniz Gezgin
Bir bahçe ki, ağaçların dallarından mevsimsiz meyveler sarkar, yeri topraksız yeşil bir örtü kaplar, tatlı bir rayiha asılıdır havada, esintisi üşütmez, ışığı terletmez. Dört koldan dört ırmak akar etrafından; suları tatlıdır, ışıltılı ve tükenmez.
Burada hastalık yoktur ki otu, suyu şifalı olsun, zehri de olmaz yemişlerinin; böğürtlenin en sulusu, güllerin bin türlüsü vardır da hiç diken yoktur üstlerinde. Pıtrak, ayrık bitmez bu bahçede, yapraklar sararmaz, meyveler çürümez, yeşilin altından kara görünmez. Su kenarında çakıllar yoktur, meyvelerde kurt, ırmakta kurbağa bulunmaz, çiçekler tozlaşmaz öylece açıverirler bundandır ki, bahçede arı da uçmaz, polen de. Her şey kendiliğinden oluverir, olduğu gibi de kalır, ne sararır ne bozarır, bu halde zamandan da söz edilmez; gündüz ya da gece fark etmez.
Tüm bu hayatsızların içinde yaşar bir Adam, bir de Kadın; bahçenin meyvelerinden yer, ırmakların berrak sularından içerler, ne kadar yeseler bitmez, ne çok içseler de tükenmez. Böylece geçmez zaman, tatlar içinde tatsız, varlar içinde yoksundurlar.
Derken Kadın bir ağaç görür, yanına varıp gövdesine dokunur, dokununca anlar ki, bu ağaçta bir hal var. Kulağını kabuğuna dayar, içinden bir söz duyar, duyduğunu tutmaz içinde Adam’a da fısıldar; inandıramaz.
Birden kesilir iştahı Kadın’ın, uzanmaz olur eli meyvelere, geçmez boğazından bir damla su. Kulağında bir uğultu ‘ah’lar durur ve sanki böylece bahçede ‘an’ olur. Hiç bilmediği bir şey gelir başına, etinin içinde bir ağrı, şaşırıp haline ırmağa koşar, suyu içeceğine yüzüne çarpar; ayılır.
“Bak” der Adam’a, “Bak, şuramda oynayan bir şey var, dokun da duy” tutar elini onun, göğsüne koyar ve böylece Adam da kendi göğsünde bir kıpırtı duyar; gece olur.
Bu ilk karanlık; suyun, meyvelerin, göğün ve yerin rengi olmaksızın bahçe çok başka. Göremeyince biliyorlar ki, artık elleri var ve böylece dokunmak, dokununca ten, öyleyse koku ve ucunda arzu, sonunda dipsiz bir yar; düşecekler, düşerken kanayacak ve nihayet ölecek.
İlk sabah; Kadın ve Adam ter içinde, ekşi bir koku salıyorlar ve ilk kez uyanıyorlar.
“Bir düş gördüm” diyor Kadın, “Bu yeşilin altında kapkara bir toprak, toprağın içinde çürükler, ölüler, bu sulardan başka akan sular, o sulara karışan kanlar…”
“Sus” diyor Adam, “Düşüne şeytan girmiş, içine merak ekmiş, tükür o düşü hemen ve unut ne gördüysen”. Çıplak ve çekilmiş kanı, pişmanlık kemirirken aklını, uzanıp koparır ilk yaprağı; ister ki bir daha hiç gece olmasın.
Kadın yine o ağacın yanında, duyduğunun izini sürüyor, çömelip tırnaklarıyla yeri kazıyor; yerin altında toprak, toprakta çıyanlar, solucanlar, çürümüş yapraklar, derinlerde bir kuyu… Kadın o kuyuya inecek, içinde ne varsa bilecek ve kasıklarında ebedi bir sancıyla geri dönecek.
Bundan böyle onun adı “ömrü olan” ve yerdeki çamur ve gecenin karası ve yürekte duyulan sızı artık ondan bilinecek…
Dünyanın ağrısını duydu, duyunca iştahı kaçtı, cenneti terk eyledi diye yeryüzünün günahını yüklenecek ve cenneti bir cinnet olarak taşıyacak rahminde.