Deniz Gezgin, tanıdık bir hikâyeyi, bu “yersiz ve havasız” dünyada, yükü “ne külçe altın, ne ipek kumaş; sade bir lokma” olan bir kervanın, bir “Vur!” emriyle açılan boşlukta kayboluşunu anlatıyor.
Deniz Gezgin
“Sabahın uykusu, derin uyku.
Hayırdır baba kimin hışmı üzerimizdeki?
Kervan yolda, yüreğim yanıyor nine…”[*]
Hani çalkalanınca içinde karlar yağan cam küreler vardır, berrak suyla doludur; bir ev, bir çam belki kardan bir de adam, her birinin giysisi kalın ve renkleri canlı. Küreyi sallayınca avuçta, içindeki su çalkalanır, kar taneleri aniden dağılır, yer gök ak tanelere ayrılır. Suda bir baloncuk, küçücük bir hava boşluğu… Dünya o boşluktan yoksun bir küre işte, yersiz ve havasız. Zaman sıkışmış, tüm iyi ve kötü şeyler birbirine karışmış. Birileri, o küçücük ve hayati hava boşluğunun, karı her yere eşit yağdıranın yerini almış ve işte her şey böylelikle başlamış.
Önce yuvarlağından olmuş Dünya, tepesi sivrildikçe başı göğe ermiş. Tortular çökmüş dibe; Dünya’nın Yer’i gitgide ağırlaşmış; baştakiler yükseldikçe, göğü, yeri ah ve kahır kaplamış.
Örtüsü ağır olanın uykusu derin mi derin, düşlerinde zil sesleri, tekerlek izleri; çiğnenmekten, yük çekmekten tükenmiş düş göçerleri; yastıklarının altında birer masal, ninelerin nefesiyle yunmuş, düşe yolluk edilmiş.
Böylece gün var, uyanmak var, Güneş, belki de ve ancak bu sayede var.
Göktekiler bilmezler, güneş yerin altında yuvalar; ateşi, canı Yer’dedir, her sabah kaldırıp başını dünyanın haline şöyle bir bakar, çıkar çıkar da yolun yarısında tepeye anca varır ve gördüklerinden nasıl da utanır, arkasını dönüp kederle inmeye koyulur.
Her gece yarın hiç çıkıp da bakmasam mı diye döner durur yerinde, bir ümitle, der yine de, ‘görecek güzel bir şey vardır mutlaka’, işte bu, vakit olur.
O doğmazdan evvel uyananlar masalları yastıklarının altından alıp koyunlarına koyarlar çünkü üst üste aynı yastıkla uyumak ne mümkün, altlarından çekilir döşekleri; kınalı yünler uçuşur dört bir yana, savrulur Hayat’a ki evin tüm odaları ona açılır, sofra tam ortasında kurulur, ocak orada yakılır.
Bir sürüden arta kalan, nasipten kırkılanlar doldurur orta yeri ve ‘yukarı’dan uzanır kırış kırış bir pençe, dağılanları kapıp göğe taşır didik didik etmeye. Pençesi var ve uçuyor diye sanılmasın ki bu zalim bir kuştur; o göğü yuttuğundan beridir kuşlar havalanmaz, kanatlarıyla süpürerek açarlar yolu kervana.
Kervan’ın yükü ne külçe altın, ne ipek kumaş… Sade bir lokma; kervancıların üstünde yok kalın postlar yalnızca örme bir hırka.
Vur! Diyor bir ses: Vur!
Gökte değil, Yer’de bir delik açılıyor ve kar yağıyor yerden göğe is renginde.
“…Kervan, sahipsiz kervan...
Masalları koynunuza koyun
Yolda kervan.”
[*] Sözlerini Vedat Yıldırım’ın yazdığı Kervan (Kerwane), Kardeş Türküler’in Doğu albümünde yer almaktadır.