Armaş Manastırı’nın 400 yıllık hikâyesi

Bir zamanlar Ruhban Okulu, kütüphanesi, matbaası, fırını ve çiftliğiyle görenleri kendisine hayran bırakan Armaş Manastırı'nın 1611'de başlayan hikayesi Batı Anadolu'nun tarihine ışık tutuyor. Yeraz Der Garabedyan kitapkirk için yazdı.

YERAZ DER GARABEDYAN

Raymond Kevorkyan, ‘The Armenian Genocide: A Complete History’ adlı kitabında İzmit kazasını anlatırken Armaş Manastırı’na şöyle değiniyor: “İzmit kazasının kuzey kısmında 1611’de kurulan Armaş Manastırı bulunur. Buranın özel önemi Batı Anadolu’da bulunan ilk ve tek Ermeni Ruhban Okulu olmasından kaynaklanmaktadır. 1910’da Ruhban Okuluna bağlı köyün nüfusu 1505 kişiydi. Köylüler Ruhban Okuluna bağlı arazilerde ipekböcekçiliği  yapıyorlardı.”

Kevorkyan’ın öneminin altını bu sözlerle çizdiği bu manastır hakkında çok sayıda kaynak mevcut olsa da, derli toplu bir bilgi gereksinimi duyanlar için Akmeşe tarihini iki bölümde inceleyen Yakup Aygil ve Yakup Özkan’ın ‘Akmeşe (Armaş)’ kitabı özel bir başvuru kaynağı olacak. Hele kitabın 1410-1922 arası Manastırın ve köyün yıkımına kadar olan geniş süreci kapsayan kısmı ziyadesiyle değerli.

Armaş’ın tarihine ilişkin ayrıntılı bilgiler içeren kitabın dilinde ‘öztürkçe’ akımının etkisiyle kimi yerlerde zorlamaya varan kullanımlar açısından sorun hissediliyor. ‘Tatlı Bakışlı Eren Tanrıdoğuran’, ‘Kutsal Aydınlatıcının Üzgüleri’ gibi Manastır adlarının Türkçeleştirilmesine varan örnekler kitapta fazlasıyla mevcut. Anadolu’nun Ermeni olmayan halkları arasında dahi orijinal isimleriyle tanınan bu manastırların Türkçeleştirilmiş isimleri doğrusu okuyucuda bir yabancılaşma hissi yaratıyor. Anlatıma dair dikkat çeken bir başka husus, sıklıkla karşımıza çıkan ve Türklüğü vurgulayan satırlar; böyle bir gaye güdülmemiş olsa bile, bu övgü cümleleri okuyucuda ‘Ermeni kültüründen serbestçe bahsetmeyi meşrulaştırma yolu’ fikrini doğuruyor.

Akmeşe (Armaş) kitabı, ‘İzmit Ruhani Çemberi’ olarak tarif edilen bölge içinde yer alan Armaş’a Hıristiyan inancının ulaşması sürecini ve Anadolu Hıristiyan tarihinin ilk dönemlerini özetleyerek başlıyor. Sonraki bölümlerde yer alan Hıristiyanlıkta manastır kurumunun doğuşu ve Anadolu Ermeni Apostolik Manastırlarına ait genel bilgiler, özellikle konu üzerine yeterince bilgisi olmayan okurlar için çok olumlu bir katkı niteliği taşıyor. Armaş’ın 1608’de büyük olasılıkla Celali isyanları dolayısıyla İran’dan kaçıp gelen 300 Ermeni aile tarafından kurulmaya başlandığını ve bunu takiben 1611’de Piskopos Thadeos’un idaresinde manastır olarak hizmete başladığını kitaptan öğreniyoruz.

Polonyalı Simeon’un tanıklığı

İncelemenin Manastıra gelen ziyaretçiler bölümünde yer alan Polonyalı Simeon, Seyahatnamesi’nde (1608-1619) yeni kurulan manastırdan şöyle söz ediyor:

“İznik’ten hareket ettikten sonra 30 hane Ermeni ve bir papazları bulunan Sakarya adlı bir köye; oradan da bir yanında orman, diğer tarafında kayalık bir dağ bulunan bir düzlüğe geldik. Dağın üzerinde küçük kârgir bir manastır ve içinde Erzincan Kabos Manastırı’ndan gelmiş bir piskopos, iki keşiş vardı. Manastırın yanında sadece Ermenilerle meskun 3 yeni köy mevcuttu.”

Manastır, kuruluşundan kısa bir süre sonra tanınmış bir ziyaret ve hac yerine dönüşür. Özellikle ilgi gören 1410 yılına ait Meryem Ana İkonası 1915’te yerinden sökülmüş ve bir Rum köyünde saklanmıştır. Sonrasında manastıra iade edilmek üzere getirilse de akibeti bugüne kadar belli değildir.

O dönemde Hac etkinliklerinin ilk aşaması kilise ibadeti, ikinci aşaması ise laternaların melodileri eşliğinde bir şenliğe dönüşen panayırdı. Manastırın ziyaretçilerinin sayısı Mayıs, Haziran aylarında 6-7 bin, Eylül ayında 10-15 bini bulmaktaydı. 21 Eylül 1889 tarihli Tarik gazetesindeki Anadolu-Osmanlı Demiryolları İşletmesi ilanı bu açıdan hayli ilginçtir: “Armaş Panayırına gidecek olanlar için canib-i idareden teshilat-ı atiye icra edilmiştir: İki nevi bilet verilecektir. Yalnız İzmit’e gitmek için III. Sınıf için altın akçe on beş kuruş alınacaktır...”

1720 yılında onarılan manastırın, 1790’larda bir onarım daha görmüş olduğunu anlıyoruz. 1804’te bir derebeyin sığındığı manastır bu konukseverliğini pahalı ödeyecektir: tüm manastır yapıları düşman derebey tarafından yakılır. Bu talanın önemli bir sonucu da manastırın çok sayıda elyazmasının tümünün yanmış olmasıdır.

1820’ye dek yıkıntı olarak kalmasına karşın, manastırın ziyaretçileri eksik olmaz. Nihayet Karakoçyan’ın inisiyatifiyle ve gönüllü gençlerin yardımıyla onarılır ve zamanla komplekse birçok yeni kilise ve bir çeşme ve havuz katılır. Ancak bu yapılar 1888’de meydana gelen yangında büyük zarar göreceklerdir.

1764’te yapılan çeşme manastırın batı duvarında yer almakta hem manastırın içinde hem de dışında yer alan musluklarla manastıra olduğu kadar köy halkına da hizmet vermekteydi. 18. yüzyıldan bahsettiğimiz düşünülürse, sözkonusu çeşmenin köyün sağlığı için önemi tartışılmaz.

Armaş Matbaası

Tarihler 1864’ü gösterirken manastırın bir resmi yayın organı vardır; manastıra bağlı bir matbaa kurulmuş ‘Huys’ (Umut) isimli bir dergi çıkmaya başlamıştır. Kitapta yer alan manastır basımevi karar metni, matbaanın okul ve kiliseye hizmet için kurulan ve maddi açıdan kendi kendini döndüren bir yapı olduğunu göstermektedir. Matbaada basılan birçok eserden ‘Sinoptik Müjdeler’, ‘Genel Ortodoks Kilisesinin Karşılaştırmalı Öğretisi’ ve ‘Genel Sağlık’ kitaplarından yazarlar kısaca söz etmiş. Bir dönem Ermeni yazılı kültüründe yer eden Ermeni harfli Türkçe metinlerin pek çoğunun da bu matbaada basılmış olduğunu biliyoruz.

‘Huys’ dergisinin 10. yıldönümü sayısının sunuş yazısından, derginin içeriğinde değişik kesimleri ilgilendiren yazılar olduğu ve aile-toplum düzeniyle ilgili mesajlar içerdiği çıkarımına varabiliriz.

19. yüzyıl Armaş için bir dönüm noktasıdır: Armaş artık tarih sahnesinde bir dini önderlik ve hac merkezi olmakla kalmayıp öğretim merkezi olarak da yer alacaktır.

Armaş Manastırına ait Ruhban Okulu, Yedikule, Eren Yakup, Kınalı ve Bahçecik gibi diğer alternatifler arasından seçilmiş ve 1889’da açılışı yapılmış. Müfredata göre yaşları 18’in üzerinde, en az ilkokulu bitirmiş öğrencilerin altı yıllık eğitim ve bir yıllık hizmet süresini tamamladıktan sonra okuldan ayrılma hakları vardır.  Manastırın öğrencileri okulu bitirene dek manastırın ve topluluğun haklarından yararlanamamaktadır. Son derece disiplinli olduğu anlaşılan okulun mezunlarından Cebeciyan’ın anılarına göre, okulda öğrencilere yılda bir kere giysi verilirken, lime lime olsa bile öğrenciler o giysileri giymek zorundaymış. O kadar ki öğrenciler yöneticileri olmadan aileleriyle dahi görüşemezlermiş. 

Kitapta yer alan Armaş Ruhban Okulu tüzüğünden, 21 yaşına gelmiş yani üçüncü sınıfı bitirmiş, bekar rahipliğe istekli olmayan veya evli rahip olmak isteyenlerin öğrencilikten çıkarıldığı öğreniyoruz. Eğer okuldaki öğrencilerden bekar kalıp rahiplik yapmak istemeyen çıkarsa, okulda kaldıkları yıl kadar İstanbul Paktikliği buyruğunda karşılıksız çalışmak durumundadır. Öte yandan tüzükte yer alan ders programı oldukça zengindir;  nota bilgisinden aritmetik ve trigonometriye hatta muhasebe ve anatomiye uzanan geniş bir yelpazeyi içermektedir.

Anadolu Ermeni kültürüne dair hemen her konunun son durağı olan 1914-1915 tarihleri, Anadolu’da Amasya, Adana, Arapkir, Bitlis, Konya, Urfa, Erzincan, Harput, Malatya, Merzifon, Muş, Sivas, Van, Diyarbakır, Kütahya’da ve Anadolu dışında Atina, Mısır, Bağdat, Bulgaristan, Romanya’da dini liderlik görevlerinde bulunmuş birçok Ermeni’yi yetiştiren Ruhban Okulu için de eğitimin bitişini işaret eder; okul 1914 yılında kapanacaktır.

1922: Yolun sonu

Kitapta Temmuz 1915’te görevliler tarafından manastırın boşaltıldığı belirtiliyor. Yine de manastır, kilise ve köy 1918’e dek içinde yaşayan birkaç kişiyle birlikte ayakta kalır. Hatta 1918-1922 arasında manastırda bir tarım okulu açılmıştır. Bu dönemde hayatta kalabilen ve köye dönen tek tük Ermenilerin kendi evlerine yerleşen Çerkezleri evlerinden çıkararak, Adapazarı ve İzmit’e kaçırılan manastır eşyalarının bir kısmını geri getirirler. Manastıra ait elyazmalarında ise büyük kayıplar verildiği tahmin ediliyor; sonunda manastırdan geriye 223 adet 19. yüzyıla ait elyazması kalıyor. 1922’de köyün ve manastırın son Ermenileri Armaş’ı politik nedenlerle terk ederken, köye Yunanistan’dan gelen İskeçeli Türkler yerleştirilmiş. Kimsesizliğe direnemeyen Armaş Manastırı da böylece yolun sonuna gelmiş.

Yüzyıllar boyu yangınlara, talanlara meydan okumuş manastırın bir kısmı cehalete ve Ermenilere dair hafıza mekânlarını yok etmeye yönelik malûm zihniyete kurban giderek 1922-1924 arasında yıktırılmış. Üç ana duvarı korunarak 1924 sonrası üzerine bir camii inşa edilmiş olsa da 1994’te manastırın son kalıntıları da yok edilmiş. Kitabın sonunda bulunan fotoğraflardan birkaçı, bu yıkıma ait görüntüleri içeriyor. Ayakta kalan ve Akmeşe Yatılı Bölge Okulu olarak kullanılan Ruhban Okulu binası için ise 1999 depremi sonrası çöken damının tamir edilmesi yerine yıkım kararı alınmış.

Bugün, Ruhban Okulu, kütüphanesi, çeşmesi, matbaası, ekmek fırını ve çiftliğiyle ünlü Armaş Manastırı’ndan geriye kalan yalnızca basımevi kalıntıları, birkaç gömüt taşı ve boynu bükük bir değirmendir. Söz konusu değirmen, 1950 yılına dek kullanıldığı için ayakta kalmıştır. Sahi, su değirmeni nasıl çalışır, bilir misiniz? Çark, su aktıkça döner, su kaynağı kurutulursa veya debisi azalırsa artık dönemez çark; değirmen bir süre sonra herhangi bir enerji üretemez, etrafındaki çölleşen toprak da tohum kabul edemez hale gelir. Anadolu’da yok olmuş her kilisede, kaybolan ve yitip giden, tıpkı Armaş örneğinde olduğu gibi birer istatistiki veya ansiklopedik bilgiden fazlasıdır.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ