'Türkiye'nin Gizli Ermenileri' kitabının yazarı Avedis Hadjian: Ermeni kimliği uzun bir gölge gibi her yerde takip ediyor

Gazeteci-yazar Avedis Hadjian’ın Anadolu’daki Ermenilerin izini sürerek kaleme aldığı “A Secret Nation: The Hidden Armenians of Turkey” başlıklı kitabı, “Türkiye’nin Gizli Ermenileri” ismiyle Türkçeye çevrildi. İletişim Yayınları’ndan çıkan kitap, Ermeni kökenleriyle barışanlardan kimliğini inkâr edenlere, geniş bir yelpazede insan hikâyeleri üzerinden kimlik tanımı ve aidiyetine dair tartışmalara yeni bir soluk getirirken, soykırım sonrası yüzleşilmeyen karanlık tarihe de ışık tutuyor. Hadjian ile Anadolu'da çıktığı uzun yolculuğu ve bu yolculuktaki tanıklıklarını konuştuk.

Anadolu’da yaptığınız görüşmelerde, “Ermeni misiniz?” sorusuna, “Müslümanım” cevabını ilk kez duyduğunuzda nasıl hissettiniz?

Sözde laiklik ve üniter devlet üzerine kurulmuş cumhuriyetten bir asır sonra bile millet zihniyetini ortaya koyuyor: Müslüman eşittir Türk ve Hıristiyan eşittir Ermeni. Ancak her durumda, soruyu geçiştirmenin ve bunu doğrulayacak başka unsurlar varken Ermeni kökenlerini dolaylı olarak teyit etmenin akıllıca bir yoluydu. Ve en önemlisi, hiçbir zaman “Hayır, ben Ermeni değilim” demediler. Ermeni kökenli olmayan kişilere sorduğumda, ilk başta “Hayır, ben Müslümanım” demiyorlardı. “Ben Kürdüm ve Müslümanım” ya da “Babam Türk, annem Gürcü, ben Müslümanım” vs. diyorlardı.

Din değiştirmesine rağmen ailesiyle birlikte köyünden kovulan Gevro, “İslam bir fark yaratmıyor, Türkiye'de Ermeni olmak feci derece zor” diyor. Bu argümanı sıklıkla duydunuz mu?

Tekrar tekrar gündeme gelen bir argümandı. Türkiye’deki insanlar din veya etnik kökenden bağımsız Batı standartlarına göre olağanüstü misafirperver. Ancak yerel Ermenilerin hikayelerini öğrendiğimde taciz ve rahatsızlığın ipuçları ortaya çıkıyor veya Gevro'nun durumunda olduğu gibi, Müslümanlaşmış olsun ya da olmasın, Ermenilere yönelik düşmanlığın çok fazla veya hiç azalmadığını açıkça söylüyorlardı. Erzurum gibi Ermeni olmanın düpedüz tehlikeli olduğu yerler var. Diğer yerlerde ise kızgınlık, ırksal olmaktan çok kiliseye yönelik. Müslümanlaşmış Ermenilere karşı hoşgörü var ama yerel çoğunluk Hıristiyanlığa düşman.

Diyarbakırlı Vartan, Ermeni kimliğini reddeden dört çocuğu hakkında çok yaralayıcı bir şekilde konuşuyor. “Yalnız ve soğuk hissediyorum” diyor. Anadolu’da aile üyeleri veya akrabaları Ermeni kimliğini kabul etmeyen insanların ruh hali nasıldı?

O, çok hüzünlü bir sohbetti. Diyarbakır'da gittiğim bir kafeye son parti Agos gazetelerini bırakmıştı. Çok soğuk bir kıştı ve şehir kasvetliydi. Vartan beni gördüğüne çok sevinmişti. Ermenistan'a taşınmak ve orada yeni bir hayata başlamak istediğinden bahsetti. Dostça bir tavırla ona Ermenistan'da hayatın kolay olmayacağını söyledim. O da bana ironik ve üzgün bir şekilde, Türkiye'deki hayatın kolay olduğunu düşündüren şeyin ne olduğunu sordu. Konuştuğum insanlardan bazıları ailelerinden gelen ve bazen hayata geçme noktasına gelen tehditlerden ve şiddet içeren tepkilerden korkuyorlardı. Ruh halleri hakkında spekülasyon yapmaya cüret edemem, ancak aktardıkları izlenim yalnızlık ve çoğu durumda yanlış ülkede kapana kısılmışlıktı.

Hrant Dink Vakfı tarafından düzenlenen “Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler” konferansı, kitabınız için röportajlar yapmaya devam ettiğiniz esnada, 2013 yılında gerçekleşmişti. Konferans, kitabınızın gidişatını nasıl etkiledi?

“Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler” konferansı, Türkiye’nin dört bir yanından din değiştirmiş Ermenilerin tarihlerini ve kişisel hikayelerini profesyonel şekilde ele alan ilk konferans ve eşsiz bir fırsattı. Sasun'dan, Urfa'dan, Diyarbakır'dan, hatta Şırnak'tan ve soykırım coğrafyasındaki pek çok yerden Müslümanlaştırılmış Ermeniler ilk kez kendi aralarında hikâyeler paylaşıyor, sosyalleşiyorlardı. Akademisyen, araştırmacı ve gazeteciler de kaynaşıyor, yüzyıllık bir sessizlikten sonra korkusuzca birbirlerine açılıyorlardı. Soykırımın “o tarafında” sıkışıp kalmış insanların anavatanlarından sürülmüş bizlerle el sıkışmasına vesile olan müstesna bir olaydı. Beni aynı anda ve aynı yerde, kitabımın birkaç bölümünün yazılmasında kritik rol oynayan birçok insanla tanıştırdı. Soykırımdan bir asır sonra, ister İstanbullu ister taşradan olsun, Hıristiyan ya da başka dinden olsun, Ermeniler arasındaki kimlikle ilgili birçok nüans ve karmaşıklığı tanımama yardımcı oldu. Bu anlamda, Ermeni kimliğinin ne kadar karmaşık ve değişken olabileceğine dair eşsiz bir fırsat ve hızlandırılmış bir ders gibiydi.

Konferanstaki konuşmanızda, Müslümanlaştırılmış Ermenilerin kendilerini her zaman çoğunluğa ait hissetmediklerinden bahsetmiştiniz. Din değiştirmenin Ermeni kimliğinin kabulü ya da reddi üzerindeki etkisi konusunda sizi en çok şaşırtan şey neydi?

Kitap için görüştüğüm insanların çoğu faillerin dinine geçtikten ve bir asırlık baskı, korku ve inkârdan sonra bile kimliğin nasıl bu kadar yeniden ortaya çıktığı beni hala şaşırtıyor. Dillerini unutmuşlar, tarihleri hakkında çok az şey biliyorlar ya da hiçbir şey bilmiyorlardı ama yine de kimlikleri onları uzun bir gölge gibi her yerde takip ediyordu. Elbette konuştuğum insanların çoğundan bahsediyorum. Müslümanlaşma, Türkiye gibi bir ülkede, 1453 yılından yani Konstantinopolis’in düşüşünden bu yana, İslami üstünlükçülükle ve modern cumhuriyetin temelini oluşturan bir soykırımla tanımlanan bir ülkenin tarihi göz önüne alındığında, en azından belli bir seviyede zorlama anlamına gelir. 

Bazı durumlarda, bireyler veya aileler kendilerini Türk, Kürt veya Müslüman olarak görseler bile, komşuları onlara gerçek kökenlerini hatırlatmaya devam ediyor. Beni en çok şaşırtan, cevabımın ilk cümlesinde söylediğim şey: İnsanların, genellikle çocuk veya gençlerin, neden okullarına, mahallelerine veya kasabalarına ait olmadıklarını hissettiklerini merak etmelerine neden olan bariz göstergeler vardı. Yedikleri yemekler farklıydı, arkadaşları kadar çok akrabaları yoktu ve ebeveynlerinin diğer insanlara, özellikle de İslam'a karşı tutumlarında şüphe uyandıran bir şeyler vardı. Başlangıçta bunu tam olarak saptayamamış ama bir şeylerin yanlış gittiğini hissetmişlerdi.

Diyarbakır'da tanıştığım emekli bir tarih öğretmeni, çocukken din değiştirmiş Ermeniler olduğunu bilmiyor, ama bir şeylerin doğru olmadığına dair süregelen duyguyu hatırlıyordu: “Ters bir şey vardı.” Adıyaman'da, babası her gün namaz kılan ve evdeki kütüphanesinin ortasında Kuran bulunan genç bir adamla tanıştım. Kendisi pek dindar olmasa da, Kuran çalışmalarına gitmeye karar verdiklerinde sınıf arkadaşlarına katılmak istemiş. Derse gireceği ve kütüphaneden Kuran'ı aldığı ilk günü hatırlıyor. Babası gitmesine izin vermemiş. Pek bir şey anlamamış ama bir ışık yanmış. Sonunda Ermeni olduklarını öğrenmiş. Öğrendiğinde gizlice Hıristiyanlığı seçmiş ama bunu öğrenen ve öfkelenen ailesiyle arası açılmış.  

Kitabınızın çeşitli bölümlerinde Hrant Dink'in çalışmalarının ve mirasının Anadolu'da yaşayan gizli Ermenilerin kimliklerini keşfetme sürecinde oynadığı role de rastlıyoruz.

Bu, konuştuğum insanlar arasında yinelenen bir temaydı. Çoğu onu bir kahraman olarak görüyordu. Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra kendilerini Ermeni olarak tanımlamaya karar verdiklerini ya da kimlikleriyle bağlantı veya yeniden bağlantı kurmaya çalıştıklarını tekrar tekrar anlattılar. İlginç hikâyelerden biri de bir Poşa’nın bana Horom Ermenilerinden bahsetmesiydi. Çok şaşırmıştım. Kitapta da bahsettiğim gibi, Poşaları bulmam çok zamanımı almıştı, ancak nihayet Kuzeydoğu Karadeniz bölgesinde gerçek Poşaları ya da Ermenileşmiş Romanları bulduğumda, onlardan biri bana Horom Ermenilerinden bahsetti. Horomlar, Kalkedon Ermenileri ya da Rum Ortodoks Kilisesi'ne katılmış olanlar. Bu beklenmedik, büyük bir sürprizdi ve ona üç kez bu kişilerin Horom Ermenileri olduğundan emin olup olmadığını sordum ve ısrar etti. Tekrarlanan sorularıma verdiği cevapta her zaman Hrant Dink'in öldürüldüğü 19 Ocak 2007'de onları ağlarken gördüğünü hatırladığı cümlesi geçiyordu. Eskiden onlar için tamirci olarak çalışıyordu, bu yüzden biliyordu. Ayrıca Adıyaman’da birkaç belirsiz cevaptan sonra nihayet Ermeni kökenli olduğunu kabul eden biri, kendisine kimliğini açıklamakta neden bu kadar isteksiz olduğunu sorduğumda, Hrant Dink'in öldürülmesinin ardından yaşanan üzüntü ve destek dalgasından bahsetti. Sadece iki milyon insanın sokaklara döküldüğünü varsayabileceğimizi söyleyerek, “Bu ülkedeki diğer 78 milyon insanla da bir arada yaşamak zorundayız” demiş ve uzaklaşmıştı.
Avedis Hadjian (FOTO: Berge Arabian)
Agos'un Ermenice sayfalarını okuyarak Ermenice öğrenmeye çalışan Anadolulu insanlardan da bahsediyorsunuz. Onların deneyimleri nelerdi?

Diyarbakır'da tanıştığım emekli tarih öğretmeni, büyürken evde çözemediği bir şeyler olduğunu söylemişti. İlerlemiş yaşında, Agos'un Ermenice bölümünü okuyarak şaşırtıcı derecede iyi bir Ermeniceye hakim olmuştu. Ermeniceyi düzenli, güzel bir uzun el yazısıyla yazmasına rağmen, hala kimliğiyle mücadele ediyordu. Kürtçe konuşarak büyümüştü, Türkçe eğitim almıştı ama Ermeni olduğunu biliyordu ve kimliğinin bu üç yanını uzlaştırmaya çalışıyordu. Yine de onunla konuşurken hiçbir an Ermeni olmayan biriyle konuştuğumu hissetmedim. Diasporadaki Ermeni çevrelerinde tanıştığım herhangi biri kadar tanıdık geliyordu.

Kitabın önsözünü “Korkmana gerek yok Sasonlu küçük kız, yalnız değilsin” sözleriyle bitiriyorsunuz. Sasonlu kıza verdiğiniz mesajda olduğu gibi geçmişle yüzleşme konusunda genç nesillere neler söylemek istersiniz?

O cümle, ona ve Türkiye'de Ermeni olduğu için korkuyla yaşayan her Ermeniye kardeşçe bir destekti. Söyleyebileceğim tek şey, onlara duyduğum saygının ne kadar derin olduğu ve bu saygının onları tanıdıktan sonra daha da arttığıdır. İçinde bulundukları durumu en iyi onlar değerlendirebilir. Düşmanca bir ortamda, üstelik çok da uzun olmayan bir geçmişte, hâlâ hayatta olmaları ve kimliklerine tutunmaları, her ne kadar hafife alınsalar, bazen hor görülseler ya da görmezden gelinseler de, kahramanlıktan başka bir şey olmayan hayatta kalma becerileri hakkında çok şey söylüyor. 

Röportajlarda, Kürtlerin soykırımdaki rolünden de sıkça bahsediliyor. Soykırımın iki toplum için de “odadaki fil” olduğunu söyleyebilir miyiz?

Bu muhtemelen, adil bir ifade biçimi. Ermeniler arasındaki genel söylemde, Kürtlerin soykırıma katıldığına dair çok fazla referans bulamazsınız ancak bu inkar edilemez. Agos'un 24 Nisan 2015'te yayınladığı, kitapta da alıntıladığım, araştırmacı Fırat Aydınkaya ile yapılmış mükemmel bir söyleşi var. Görünüşe göre, “Katliamlara katılan Kürtler cahildi” veya “Manipüle edildiler” en yaygın açıklama. Ermeniler arasında bile duyduğumu hatırlıyorum. Aydınkaya tarafından ileri sürülen tez ise soykırıma katılan Kürtlerin 1890'lardan beri Hamidiye Alayları ile soykırıma hazırlandıkları yönündeydi. Kürtlerin soykırımdaki rollerine ilişkin değişen tutumlarındaki birçok nüansa rağmen, Kürtlerle yaptığım konuşmalarda beni şaşırtan bir şey, soykırım sırasındaki davranışlarından dolayı pişmanlık duyduklarını ifade etmeleriydi. Bunun kısmen son yıllarda Kürtlerin siyasi eğitimi olarak adlandırdığım şeyin bir sonucu olabileceğine inanıyorum. Kürt siyasetçiler arasında, kefaret ve uzlaşma için büyük çaba sarf eden, Ermeni kültürü ve Ermeniler için dostane bir ortamı teşvik eden, cesareti ve dürüstlüğünün bedelini birçok dava ve tutuklamayla ödeyen eski Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş gibi isimler de oldu.

Ekim 2014'te bu yana Türkiye'ye gitmedim. Bu nedenle artık ülkenin mevcut durumu hakkında bilgi sahibi değilim, ancak o dönemde ilerici görüşlere sahip birçok Kürt arasında şekillenmekte olan şey daha da gelişip büyüyerek Türkiye'deki nüfusun çoğunluğuna yayılırsa, ülke Ermeni halkıyla ve Dağlık Karabağ'daki Ermenilere karşı soykırım savaşında Türkiye'nin Azerbaycan'a verdiği aktif destekle ne yazık ki tekerrür eden kendi tarihiyle ilişkilerini normalleştirmeye yaklaşmış olacaktır. 

Hemşinli Ermeniler, din ve dil

Dinden bahsetmişken, dilden bahsetmemek olmaz. Hemşin Ermenileri özelinde dilin, kimlik aidiyetini nasıl şekillendirdiğini görüyoruz?

Bu sonsuz derecede büyüleyici bir konu. Uzun süre Hemşinliler arasında, Ankara Havaalanı’ndaki bombalı saldırının ardından ASALA militanı Levon Ekmekçiyan’ın 1982’deki yargılaması sırasında, televizyonlarında yayınlanan duruşmada Ermenice konuştuğunu duyduklarına dair bir söylenti dolaştı. Bazı Hemşinliler, Ekmekçiyan’ın ne dediğini anlayabildikleri için bu dilin kendi dilleri ya da çok benzer bir dil olduğunu fark ettiklerinde tüylerinin diken diken olduğunu hissetmişlerdi. Soykırımdan sonra çoğunlukla Ermeni kökenlerinin kendilerinden saklandığı evlerde büyümüş olan üçüncü nesil Hemşinliler için bu durum, bazılarının Ermenilerle akraba olduklarına dair duydukları karanlık söylentilere dair ilk ipucuydu. Ancak Ekmekçiyan’ın televizyonda Ermenice konuştuğuna dair anlatılan hikâyelerde bir sorun vardı. Ne ben buna dair görüntü bulabildim ne de danıştığım uzmanlar bulabildi. Hemşin köylerinden başka bir arkadaşım da babasının duruşmayı izlediğini ve dili tanıdığını hatırladı. Oğlunun benim yanımda defalarca yalvarmasına rağmen konuşmayı reddetti.

Dolayısıyla bu hikâyeden ne çıkarmam gerektiğinden emin değildim. Ancak birkaç ay önce tesadüfen Levon Ekmekçiyan’ın kardeşi ile tanıştım ve ona bu hikayeyi anlattım. Gerçekten de Ekmekçiyan'ın hakimle Türkçe konuştuğu, ancak daha sonra Türkçesi zayıf olduğu için Ermeniceye döndüğü ve bir mahkeme tercümanı tarafından Türkçeye tercüme edildiği görüntülerin olduğunu söyledi. Bu görüntüleri yakında elde etmeyi umuyorum. 

Hemşinliler hakkında, kitabım için konuştuğum diğer herkes hakkında olduğu gibi, erkenden öğrendiğim bir şey varsa, o da benim hüsnükuruntularımı onlara dayatmadan kendi kimlik anlayışlarına saygı duymaktı.

Ermeni kökenli olduğunu kabul eden, genç ve çok akıcı bir şekilde Hemşince konuşan biri bana açıkça Ermenistan’a herhangi bir bağlılık hissetmediğini söyledi. Bu beni ne kadar üzse de, gerçek buydu. Dokunaklıydı ama 11-12 yaşlarında Hemşince'yi mükemmel bir şekilde, standart Batı Ermenicesine çok yakın, öyle ki diasporada bir öğrenciden duyabileceğiniz şekilde konuşan küçük bir çocuğun durumunda daha da dokunaklıydı. Dil, bu çocuk için Hopa'yı çevreleyen tepelerdeki çay tarlalarını, büyükanne ve büyükbabasını ve belki de çocukluk arkadaşlarının dilini sembolize ediyordu. Diasporadaki bir Ermeni için çağrıştırdıklarından çok uzak bir evrendi. Kendilerini Ermeni olarak görmeyen pek çok Hemşinli ve hatta Türk değil Hemşinli olduklarını söyleyenler için olduğu gibi, onun için de dilleri yerel kimliklerinin bir göstergesi, tüm Ermenileri kapsayan bir kimliğin değil.


Kategoriler

Dosya



Yazar Hakkında