VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

Alevi katliamı ve Suriye'nin geleceği

Suriye’deki mezhepçi, Alevi karşıtı şiddet, Orta Doğu genelinde uzun vadeli sonuçlar doğuracaktır.

Suriye’den gelen görüntüler dayanılmaz. Siviller tutuklanıyor, işkence görüyor; öldürülen onlarca erkeğin cesedi bir sokak köşesine atılıyor; helikopterler ayrım gözetmeksizin her yere bomba bırakıyor; silahlı adamlar mahallelere giriyor, işgal gücüymüşçesine evlere, binalara ateş açıyor.

Görüntüler dayanılmaz ama ilk defa da görmüyoruz. 2011’den beri bunlara benzer binlerce video izledik. Ancak şu anda bir fark var: Şimdi bu baskıyı kuran güçler, kısa bir süre önce HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) olarak adlandırılan ve ondan önce Suriye el-Kaidesi olan grubun askerleri ve onların Sünni mezhepçi müttefikleri. Kurbanlar ise Suriye’nin eski diktatörü Beşar Esad’ın aralarından çıktığı Alevi topluluğunun üyeleri.

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre, yalnızca 48 saat içinde otuz farklı mezhep katliamında 745’ten fazla sivil öldürüldü. Bu, tam anlamıyla bir katliamdır. Suriye’deki son mezhep şiddeti dalgası, mağdur ve fail algılarını altüst etti.

Son mezhep şiddetini neyin tetiklediğini açıklamaya çalışan farklı anlatılar var: Mart ayının ilk haftasında, Cebele bölgesindeki Ad-Dali gibi Alevi köylerine konuşlandırılan “geçici hükümet” güvenlik güçleri ile eski rejimin savaşçı güçleri olan silahlı gruplar arasında çatışmalar patlak verdi.

Esad yanlıları, Lazkiye bölgesinde “geçici hükümet” güçlerine pusu kurarak onlarcasını öldürdü. Buna karşılık, Lazkiye ve Banyas kırsalında Alevilere yönelik genel katliamlar gerçekleştirildi.

Ancak, Sünni ve Alevi nüfusun karışık olduğu bölgelerde mezhep gerilimleri ve şiddet, İslamcı isyancıların Şam’a girmesinden sadece iki ay sonra yani  Şubat ayının başından beri artıyordu. İç çatışmalar hızla Lazkiye, Tartus, Hama ve Humus’a yayıldı.

Eski rejim yanlılarının, yeni rejime bağlı Sünni savaşçılara pusu kurup onlarcasını öldürmesiyle durum kontrolden çıktı. Bu olay, mezhep katliamlarına dönüşen bir askeri operasyonu tetikledi.

Mezhep şiddeti önlenebilir miydi?

Bu şiddet neden yaşandı ve önlenebilir miydi? Tamamen Sünni savaşçılardan oluşan ve mezhepçi bir ideolojiye sahip “geçici hükümet” güçlerinin Alevi bölgelerine konuşlandırılması, şiddeti kaçınılmaz hale getirdi. Ancak yeni hükümetin karşılaştığı zorluk bundan çok daha büyük.

Suriye’nin kıyı bölgeleri —Lazkiye ve Banyas gibi şehirler ile Humus ve çevresi— Sünni, Alevi ve Hıristiyan topluluklarının bir arada yaşadığı karma mezhepli bölgeler. On yıllık savaş, Suriye’yi harabeye çevirdi: Ölü sayısı 500 bine ulaşmış olabilir ve binlercesi işkence gördü, kaçırıldı veya kayboldu.

Bu tür karma mezhepli bölgelerde, herkes eski rejimin kimleri yandaş olarak kullandığını, kimlerin kontrol noktalarında insanları durdurup işkence ettiğini ve öldürdüğünü biliyor.

Entellektüeller ve insan hakları aktivistleri, hukuki bir süreç aracılığıyla adalet talep ediyor ama böyle ağır durumlarda bu imkansız bir talep: Hiçbir hukuki süreç, bu büyüklükteki bir adaletsizliği ele alamaz ve Esad'ın  diktatörlüğünden çıkan Suriye’nin bunu yapacak bir gücü de yok. Bunun yerine, eski rejim unsurlarına karşı intikam eylemlerini ve eski ordu subaylarının yeni güçle ilişkisini kabul etmemeliydi.

Bu bölgelere “geçici hükümet” güçlerini, eski rejim kalıntılarını tutuklamak için göndermek, ateşe benzin dökmek gibiydi. Bu güçler yalnızca ideolojik değil, aynı zamanda söylediklerine göre bir on yıl boyunca mezhepsel bir savaşta yer aldılar. Sadece nefret dolu değiller, aynı zamanda disiplinsizler. Eski ordu subaylarının tutuklanması, Alevi toplumu tarafından kendi topluluk liderlerini tutuklama girişimi olarak görüldü ve mezhepsel bir intikam olarak değerlendirildi.

Mezhepçilik ve Bölgecilik

Alevilerin yaşadığı kıyı bölgelerindeki şiddetten önce, Şam’daki yeni rejim ile Şam’ın bir banliyösü olan ve çoğunluğu Dürzi olan Jaramana mahallesi arasında da gerginlikler vardı. Burada yapılan herhangi bir tutuklama, ne sebeple olursa olsun, bölgeye ve topluluğa yönelik bir saldırı olarak görülebilirdi.

Suriye’nin reddedemeyeceği bir mezhepçilik problemi var. Bu yeni bir şey değil: Baas rejimi, diktatörlük gücüyle yukarıdan bir “birlik” dayatıyordu. O devlet artık yok, savaşla parçalara ayrıldı. Bugün yapılacak en büyük hata, bu mezhep gerçeğini gerçeği reddetmek veya zorla imkansız bir birliği dayatmaya çalışmaktır.

Son dönemdeki Alevilere yönelik katliamlar ve güvensizlik duygusu, demografik bir yeniden düzenlemeye yol açacak, karma mezhepli bölgeler bir kez daha ayrılacak ve Aleviler, güvenlik arayarak uzaklaşacaklardır. Güneydeki Dürziler ve kuzeydoğudaki Kürtler de aynı şekilde hareket edecek, ayrıca önceki aylardaki Hıristiyan liderlerinin iyimserliğine rağmen Hıristiyan göçü de yeniden başlayacaktır. Geçici hükümetin güçleri, Sünni çoğunluğu olmayan mahallelerde bir işgal gücü olarak görülecek ve bu şekilde hareket edeceklerdir.

Suriye’deki mezhepçi, Alevi karşıtı şiddet, Orta Doğu genelinde uzun vadeli sonuçlar doğuracaktır. Bu, geçen yılki İsrail savaşıyla zaten travmatize olmuş Lübnan’daki Şii topluluklarında yeni bir mağduriyet duygusu yaratacak, aynı zamanda Irak’ta da etkili olacaktır. Ayrıca, Türkiye’deki Alevileri de etkileyecek, onlarda yeni bir korku duygusu ve aynı zamanda kendi devletlerine ve politikalarına karşı bir yabancılaşma yaratacaktır.

İntikam çağrısı yapmak yerine mezhepçi cinayetleri kınayan az sayıdaki Suriyeli aktivist, Suriye lideri Ahmed el-Şaraa'yı tekrar eski El-Kaide adı “el-Colani” olarak adlandırıyor. Ama o artık mezhepçi bir Suriye'nin, devlet kurumlarının araçlarıyla hareket edebilen yeni Esad'ı.

El-Şara’nın paradoksu, giydiği elbise ve sunduğu ideolojik söylemden bağımsız olarak, elinde kalan tek araç ve Suriye devletinin geriye kalan kısmı, liderliğini yaptığı mezhepçi silahlı gruplardır. Başka pek bir şey değil. Bu güçlerle Suriye’yi birleştirmesi imkansızdır. Harabe haldeki bir Suriye ve dört büyük gücün farklı bölgelerinde silahlı varlık gösterdiği bir Suriye bu. Yapılabilecek en iyi şey, bu mezhepçi güçleri Suriye’nin Sünni olmayan bölgelerinin dışında tutmak, Suriye’nin mezhebi ve etnik (Kürt) gerçekliğini kabul etmek ve daha fazla şiddet kullanmaktan kaçınarak bu karmaşık gerçeği nasıl yönetecekleri konusunda müzakere yapmaktır.

(Çeviri: Deniz Kaya)