Zafer Aydın’ın yeni çıkan ‘İşçilerin Haziranı’ adlı kitabı, 50. yıldönümünde 15-16 Haziran işçi eylemlerini bizzat içinde yaşayanların dilinden anlatıyor. Kendisi de sendikacı kökenli olan Zafer Aydın’la 50. yıldönümünde, kitabından yola çıkarak ’15-16 Haziran’ın günümüzde ne anlam ifade ettiğine uzanan bir söyleşi yaptık.
Kitabın öyküsüyle başlayalım. Bu kitabı yazma fikri nasıl doğdu?
Doğrusu bu kitap fikri benden çıkmadı. İlbay Kahraman, Masis Kürkçügil ve Erdem Akbulut aslında bu kitabın fikir babaları oldular. Onlarla bu konu hakkında konuştuğumuzda, ‘15-16 Haziran’ı bütün yönleriyle ele alan bir çalışma olmadığını tespit ettik. Buradan hareketle kendi bakış açımla öncesi ve sonrasıyla bir ’15-16 Haziran anlatısı’ yazabilir miyim, diye yola çıktım. Bu çalışma, yaklaşık 4 yıl sürdü. Kitap, büyük ölçüde yaptığım sözlü tarih görüşmelerine dayanıyor. 90’ıyla yüz yüze olmak üzere toplam 119 kişiyle görüştüm. Görüştüklerim dönemin aktörleriydi ve önemli bir kısmı işçilerdi. Ayrıca konuyla ilgili çok önemli arşiv kaynaklarından da yararlandım. Örneğin, TÜSTAV’ın (Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı) arşivi. Kemal Sülker’in, Orhan Silier’in arşivlerinden de yararlandım. Bunların dışında da başta DİSK arşivi olmak üzere pek çok sendikanın ve diğer kurumların arşivlerinde de çalıştım. Amacım bütünsel bir ‘15-16 Haziran’ fotoğrafı ortaya koymaktı.
‘15-16 Haziran’ın Türkiye’nin yakın tarihindeki diğer kitlesel işçi hareketlerinden ve toplumsal hareketlerden farkı nedir?
‘15-16 Haziran’ın farkı, Cumhuriyet tarihinde o güne kadar gerçekleşmiş, en büyük, en kitlesel işçi eylemi olmasıdır. Ama eylemin önemi sadece kitleselliğinden gelmiyor. Asıl önemi, işçi sınıfının varlığını, gücünü kitlesel olarak ortaya koymasıdır. Bir başka deyişle ’15-16 Haziran’da Türkiye işçi sınıfı haklarını savunma iradesini ortaya koydu.
Bunu açar mısınız?
DİSK’in 1967’de kurulmasıyla birlikte işçi hakları mücadelesi önemli ölçüde çehre değiştirdi. DİSK’in kurulması Türkiye sendikal hareketinde 1967’ye kadar varlığını hissettiren iki farklı anlayışın artık farklı sendikal çatılarda kendilerini ifade etmeye başlaması anlamına geliyordu. Bu iki anlayıştan birisi TÜRK-İŞ’in anlayışıydı. Bu anlayışa göre, işçiler kendilerine dayatılan verili çerçeve içinde kalmalı, vesayet altında olmayı dert etmemeliydi. Bu anlayışa sahip TÜRK-İŞ daha çok kamu sektöründe örgütlüydü. DİSK’te temsil edilen ikinci anlayış ise sendikal mücadeleyi sınıf mücadelesi içinde gören anlayıştı. Anlayış farkı, nasıl bir perspektifle sendikal mücadele verileceği noktasında düğümleniyordu. Şunu da vurgulayalım: 1967’de kurulan DİSK’i işçiler biraz naif bir ifadeyle, “sevdiler”. DİSK’le birlikte işçiler önemli ekonomik ve demokratik haklar elde ettiler. DİSK’le birlikte işçiler bir haysiyet mücadelesine giriştiler. İşyerlerinde itilip kakılan, ötekileştirilen, ikinci sınıf insan muamelesi gören işçiler DİSK’in varlığıyla birlikte, kimlik ve kişilik kazandılar. İşyerlerindeki insan haklarına aykırı despotik uygulamalar, DİSK’in varlığıyla ortadan kaldırıldı. DİSK’le birlikte, işçilerin kültürel hayatında da canlanma oldu. DİSK, işçileri tiyatroyla, sanatla, edebiyatla tanıştırdı. İşçi, sendika gazeteleri sayfalarını bizzat işçiler tarafından yazılmış yazılara, şiirlere açtı. Eğitim çalışmalarında işçiler yeni bilgilerle tanıştı. DİSK’in varlığı TÜRK-İŞ üyesi işçiler açısından da anlam kazandı. Sendikalar arası rekabetten TÜRK-İŞ üyesi işyerleri de işçiler açısından olumlu yönde etkilendi.
İşçiler, DİSK’i sevdi ama devlet, sermaye ve sarı sendikalar sevmedi. Genelkurmay Seferberlik Tetkik Dairesi, DİSK kurulduktan hemen sonra bölge temsilciliklerine yazdığı yazıda DİSK’in takibe alınmasını istedi. Bunun belgesine kitapta da yer verdim. Devlet, sermaye ve sarı sendika üçlüsü işyerlerinde DİSK’in örgütlenmesine çeşitli ayak oyunlarıyla engel olmaya çalışıyorlardı. DİSK’in hak arayışı ise çoğu zaman adliye ve bürokrasi koridorlarında sonuçsuz kalıyordu. İşte o noktada, işçiler bir çözüm olarak işyeri işgallerini gündeme getirdiler. 1968-70 arasında Derby işgalinden başlayarak Kavel, Demirdöküm, ECA gibi işyerlerinde gerçekleşen işgal eylemleri, işçilerin “Benim hangi sendikaya üye olacağıma sadece ben karar veririm” demeleri anlamına geliyordu. O radikal eylemlerle işçiler isteklerini kabul ettirmeye başladılar. Devlet ve sermaye ise bu sorunu bir yasayla çözme arayışına girdi. Genel olarak sendika örgütlenme özgürlüğünü daraltmaya, özel olarak da DİSK’i engellemeye yönelik yasal bir düzenleme hazırladılar. Bu yasal düzenlemeyle, sendikal örgütlenmeye baraj sınırı koyarak DİSK’i sahanın dışına itmeyi amaçladılar. Yasa tasarısı, AP, CHP ve TÜRK-İŞ koalisyonunun ürünü olarak gündeme geldi. İşçiler, ‘15-16 Haziran’da “Benim hangi sendikaya üye olacağıma devlet değil ben karar veririm” diyerek bu oyunu bozdu. Eylemin önemi buydu.
‘15-16 Haziran’la ilgili tartışmalarda sık sık eylemin kendiliğinden geliştiği söylenir. Kitaptan anladığım kadarıyla siz buna katılmıyorsunuz. Değil mi?
Elbette bu kadar kitlesel eylemlerin kendiliğinden gelişmiş bazı yönleri vardır. Ancak bu eylemin bir hazırlık süreci, arkasında da bir irade var. Alınan kolektif bir karar var. Bu da kolektif bir şekilde uygulanıyor. Buna kendiliğinden bir eylem diyemezsiniz.
Sözünü ettiğiniz eylemin arkasındaki irade kim? DİSK mi? TİP mi?
Türkiye İşçi Partis’nin (TİP) 1960’larda işçi sınıfı içinde örgütlenme çabası, işçilerin dünya görüşlerinde bir tür aydınlanmaya değişime neden oldu. 1960’ların genel atmosferi ’15-16 Haziran’ eylemine etki etmiştir. 1960’larda polisler, astsubay eşleri hak arama mücadelesine giriştiler. Kürtler de 1960’larda örgütlenmeye çalışıyorlardı. Kısacası geniş bir toplumsal hareketlilik söz konusuydu. Bu hareketler, birbirini besleyerek bir toplumsal hava yarattı. Kuşkusuz bu hava, ‘15-16 Haziran’ın şekillenmesinde önemli bir faktör oldu. Fakat eylemin arkasındaki esas irade DİSK’tir. Yasal düzenleme gündeme geldiği andan itibaren, “Buna karşı ne yapabiliriz?” sorusu etrafında çeşitli eylem ve etkinlikler düzenlendi. Bunun bir kısmı kamuoyuna dönük fikirlerini anlatma çerçevesinde oldu. Bir kısmı ise siyasi partilere, kurumlara yönelik deyim yerindeyse lobi faaliyetiydi. Öte yandan Şubat 1970 itibariyle DİSK Genel Kurulu bir eylem iradesi ortaya koydu ve DİSK Yürütme Kurulu’na eylem yetkisi verdi. O genel kurul kararı eylemin arkasında bir örgütsel iradenin olduğunu gösteriyor. 18 Mart’ta DİSK üye sendikalarını toplantıya çağırdı. Bu çağrı metninde, “İleride gerçekleşecek eylemlerde fiilen yönetici olabilecek arkadaşlarınızı da toplantıya getirin” deniyor. Yasa tasarısına karşı Mart ayında bir iradenin şekillenmeye başladığını görüyoruz. DİSK yönetimi bir karar aldı; işyeri temsilcileri ve öncü işçiler de bu kararı uyguladılar. Fabrikaların boşaltılması, kent merkezlerine doğru yürünmesi tamamen alınan kararların sonucudur.
Bugün, 50. yılında ’15-16 Haziran’ işçi sınıfı ve toplumsal mücadele açısından ne anlam ifade ediyor?
Tarih, aynı zamanda etkileyeceğimiz bir gelecektir. Bugün yaşanan sorunları çözmek için geçmişte yapılanlardan ilham alabiliriz. ‘15-16 Haziran’ günümüzde yaşanacak toplumsal mücadeleler için ilham kaynağıdır. Dünden bugüne baktığımızda politik atmosfer çok değişmiş olabilir. Ekonomik, sosyal parametrelerde değişiklikler olmuş olabilir. Ama 50 yıl önceki işçi eyleminde belirleyici olan ortak çıkarlar çerçevesinde birlikte mücadele etme gücü ortadan kalkmamıştır. İşçi sınıfı bugün de potansiyel olarak önemli bir güce sahiptir. Ama bugün emek haklarına yönelik saldırılara karşı bütünsel bir muhalefet, bir direniş sergilenemiyorsa bunun temel nedeni, işçileri mücadeleye sevk edecek bir sendikal iradenin olmamasıdır. Dünle bugün arasında bağ kuracaksak buradan bakabiliriz. Öğretilmiş çaresizliğe biat etmek yerine kavgaya cesaret edebilecek bir sendikal iradeye ihtiyaç var. En önemli eksiklik bu.
Bundan sonraki çalışmanız ne olacak?
Fransa ve Almanya’da 1968 konuşulurken gençlik hareketinin yanı sıra işçi hareketi de konuşulur. Türkiye’de ise sadece gençlik ve öğrenci hareketi konuşuluyor. ‘68’in işçileri ihmal ediliyor. Ben ‘68’de işçi eylemlerinde yer alan işçilerin yaşam öykülerini yazmak istiyorum. Bunun için çalışmaya başladım.
Kitaptan
Aram Pehlivanyan’dan 15-16 Haziran değerlendirmesi
Yeni Çağ, dünya komünist ve işçi partilerinin farklı dillerde yayın yapan ‘Barış ve Sosyalizm Problemleri’ dergisinin Türkçe versiyonunun adı. Bu derginin 1970 yılı Temmuz ayında yayımlanan sayısında Ahmet Saydan mahlasını kullanan TKP (Türkiye Komünist Partisi) Polit Büro Üyesi Aram Pehlivanyan, ’15-16 Haziran olaylarını izleyen gelişmeler’ başlıklı bir değerlendirme yazısı kaleme aldı. 15-16 Haziranı işçi sınıfının sosyal ve politik birikiminin olgunlaşması ve bir üst aşamaya sıçraması olarak değerlendiren yazar, eylemlerin orduda, devrimci hareket saflarında, sendikal harekette yarattığı gelişmelere ilişkin etraflı analizler ortaya koydu. TKP’nin meseleye dair yaklaşımını taşıyan bu yazıda, 15-16 Haziran eylemlerinden yola çıkılarak yeni döneme ilişkin politik görevler şöyle ifade edildi:
“(…) Bu bilinçlenme 15-16 Haziran olaylarında maddi bir direnme gücü olarak belirmiş, sıkıyönetim süresinde de sürekli direnmeye dönüşmüştür. Tam bağımsız, demokratik, barışçı ve sosyal adaletli bir Türkiye, ancak bütün anti-emperyalist, yurtsever, demokratik güçlerin Milli Demokratik Cephe’de, işte bu dönüşüm etrafında halkalanmasıyla biçimlenecektir.”
(İşçilerin Haziranı, Zafer Aydın, Ayrıntı Yayınları)