Soykırıma karşı ayağa kalkan teolog: Johannes Lepsius

Ermeni Soykırımı’na dair belgeleri Alman politikacılara ulaştıran ilk kişi olan Alman teolog Johannes Lepsius ve çalışmalarını, Lepsiushaus’un direktörü Dr. Roy Knocke anlattı.

“Osmanlı İmparatorluğu'nun başlıca askeri müttefiki olan Alman İmparatorluğu da bu operasyonlarda yer almıştır. Başından beri Alman İmparatorluğu'nun hem siyasi hem de askeri liderliği Ermenilere yapılan zulüm ve katliamlardan haberdardı. Protestan ilahiyatçı Dr. Johannes Lepsius, Temmuz/Ağustos 1915'te İstanbul'da yaptığı araştırmanın sonuçlarını 5 Ekim 1915'te Alman Reichstag'ına sunduğunda, konu Alman İmparatorluk Hükümeti tarafından sansür altına alındı. 1916'da doğrudan Reichstag üyelerine gönderdiği ‘Türkiye'deki Ermeni Halkının Durumu Hakkında Rapor’ da Alman askeri sansürü tarafından yasaklanmış, el konulmuş ve ancak 1919'da I. Dünya Savaşı sona erdikten sonra parlamento üyelerine teslim edilmiştir.”
2 Haziran 2016’da Alman Parlementosu, Ermeni Soykırımı’nı kabul eden tasarıyı yukarıdaki sözlerle onaylarken, Johannes Lepsius sayesinde herkesin her şeyi bildiğini ancak bir şey yapmadığını kabul ediyordu. Lepsius’un 100 yıl önce duyurmaya çalıştığı sesi, ancak 100 yıl sonra duyulabilmişti. 
Ermeni Soykırımı’na müdahale edilmesi için Alman politikacılara kanıtlarla raporlar gönderen ve soykırıma karşı sesini yükseltmeye çalışan ilk kişi olan teolog Lepsius’un mirasını  koruyan Lepsiushaus’un direktörü Dr. Roy Knocke ile 110. yıla yaklaşırken, Lepsius’un hem politik hem insani tavrını konuştuk. 

Lepsius kimdir ve Ermeniler, Türkiye, Almanya ve Ermeni Soykırımı için önemi nedir?

Johannes Lepsius, 1890'lar.Dr. Johannes Lepsius, Alman bir teolog ve bir hayırseverdi. Ermenilerle ilişkileri de, Ermeni katliamları sırasında başladı. Ermeni katliamlarını duyduğundan ilk başta inanmamıştı. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nda geziler yapmış, iki sene Kudüs’te yaşamıştı ve Osmanlı’yı az çok tanıyordu. “Osmanlı bunu yapamaz” demişti. Sonra 1800’lerin sonunda durumu görmeye İstanbul’a geldi. Bir tür araştırmacı gazeteci gibi. Sonra katliam bölgelerine gitti, kanıtlar topladı, hayatta kalanlarla konuştu ve en sonunda inandı. Lepsius artık bir tanıktı ve olan bir katliamdı. Sonra Alman İmparatorluğu’na döndü ve bir kitap yazdı. 300 sayfalık “Ermenistan ve Avrupa”. Bu kitap, Ermeni katliamlarının ilk zamanlarını anlatan ilk belgeydi. 
Bu kitap her şeyi anlatıyordu. İngilizce, Fransızca, Rusça’ya çevrildi. Kitapla beraber Lepsius da Alman İmparatorluğu’nda Ermeni soykırımı hakkında bilgisine ilk başvurulacak kişi oldu. Sonrasında Ermeni kırımı ve olan bitenle ilgili yayınlar yaptı. Ayrıca Ermenileri korumak ve güvenli yerlere alabilmek için, Osmanlı’da bir yardım topluluğu oluşturdu.
Yani iki ayak vardı. Birincisi bugün politik aktivizm dediğimiz ayak, katliamlara ilişkin kamuoyunda ses yükseltmek, ikinci olarak da insani yardım ayağı. Bu başlangıçtı. Sonrasında yani 1. Dünya Savaşı sırasında Lepsius, Ermenilerin sürüldüğüne dair dedikodular duyuyordu ancak sansür zamanıydı ve bilgi alabilmek pek kolay değildi. İstanbul’a geldi ve Enver Paşa ile görüştü. Lepsius bir şekilde bir anlaşma yapabileceğini düşünüyordu. Enver Paşa kabul etmedi, “Biz bu hainlerle işimizi kendimiz halletmeliyiz” dedi. Lepsius o zaman anladı: Bu, şimdi soykırım dediğimiz şeydi ama o zaman bunu anlatacak bir sözcük yoktu. Ve soykırım için Almanca bir kelime kullandı; Völkermord. Bu Almanca kelime tam anlamıyla soykırım demekti. Tüm bir halkın öldürülmesini kapsayan bu kelimeyi kullanmasının sebebi de, sanırım Enver Paşa ile yaptığı konuşmada bütün bir halkın öldürüleceğini anlamış olmasıydı. Akabinde Lepsius, Sofya ve sonrasında Alman İmparatorluğu’na gitti. Sofya’da sürgün belgelerini edindi. Sonra Postdam ’a geldi ve 1915’te bir kitap daha yazdı. İsmi “Türkiye’deki Ermenilerin Durumu Hakkında Rapor”du. Bunlar soykırımın ilk belgeleriydi. Bu kitapta vilayetleri, illeri, istatistikleri, hikayeleri, sürgünü, ölümleri anlattı. Jön Türkler’in azınlıklara dair milliyetçi tutumlarını da. 

Bu ikinci kitap, ciddi bir sansüre uğradı. Çünkü Alman İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu’nun müttefikiydi.

Her yere göndermeye çalıştı ama ciddi sansür vardı. Ayrıca kitap da basılmadı, Lepsius kendi bastırdı. Alman İmparatorluğu’ndaki bazı insanlara göre zaten bir haindi. Kitabı 20 bin kopya bastırdı ve gazetelere, kiliselere, Alman Parlamentosu’ndaki isimlere gönderdi.

Alman Parlamentosu nasıl tepki verdi ya da veremedi?

Bir işe yaramadı diyebiliriz. Parlamentodaki bir parlamenter arkadaşı sayesinde kısa bir tartışma yapıldı. Arkadaşı, Meclis’e, Lepsius’un söylediklerinin doğru olup olmadığını sordu. Alman hükümeti, “Cevap veremeyiz çünkü savaştayız ve bu belgeler gizli, Osmanlı ile askeri işbirliğimiz var” dedi. Aslında Alman hükümeti de Haziran-Temmuz 1915’ten beri biliyordu durumu. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nun her yerindeki Alman diplomatlar, çalışanlar var. Ama bir şey yapmak istemiyorlardı. Çünkü müttefiklik vardı ve umursamıyorlardı. Lepsius’a dönersek, soykırım hakkında sessiz kalmanın bir ahlaki felaket olduğunu anladı. Yani savaş bitecekti ve Almanya suç ortağı olacaktı. Soykırımın sesini bastırırsanız sonuçlarını yaşarsınız. Kitabını da 1916’da yasakladılar. Almanya tarihinin bir kısmı…

Bununla ne demek istiyorsunuz?
İkinci Dünya Savaşı, Nazi rejimi vs… Lepsius yol gösterici gibi. Lepsius cesaret gösterip ayağa kalkan biri. Hükümetlere karşı, hayır ben bu yoldan gitmeyeceğim diyen biri. Bu yol yanlış. Bence en önemlisi bu. 

2016’da Alman Parlamentosu, Ermeni Soykırımı’nı tanıdı ve orada Lepsius’u andı. Üzerinden 10 yıl geçti, Lepsius’un enstitüsünde ya da genel olarak insanlar üzerinde ne gibi bir değişiklik yaptı bu tanıma?

Soykırımın kabulü, bir gelişmeydi. Ama Alman hükümetinin Ermeni Soykırımı konusundaki araştırmalar için büyük bir atılımı oldu dersek yalan olur. 

En azından Lepsius, sesini Alman Meclisi’ne duyurabildi diyebilir miyiz?

Belki 100 yıl sonra ama evet sesini duyurdu. 

Bu yıl Ermeni Soykırımı’nın 110. yılı. Enstitünüzün bir planı var mı?

Lepsiushaus, bir eğitim ve araştırma merkezi. Merkez, Lepsius’un ailesiyle yaşadığı, Postdam ’daki ev. Biz akademik araştırmalar ve eğitim üzerine çalışıyoruz. Akademik araştırma olarak, Lepsius’un en önemli işi olan Ermeni sorunu hakkındaki işlerinini modern bir yorumla yayınlıyoruz. Ayrıca devam eden bir projemiz daha var: Alman misyonerlerin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki insani yardım konusundaki rolü üzerine çalışıyoruz. Çünkü çok farklı bakış açılarıyla çalışmış birçok kişi var. Geçen Aralık’ta bir kitap çıkardık, ayrıca bir de gezici sergi yaptık. 
Eğitim ise kamusal etkinlikler oluyor. Lepsiushaus’da bir sergi var, Lepsius’un çalışmalarını ve Ermeni Soykırımı’nı anlatıyor. Ayrıca yeni olarak, okullarda soykırım eğitimi veriyoruz, bu eğitimler için de metaryaller  geliştiriyoruz. 

"Herkes biliyor, kimse müdahale etmiyor"

Şiddet, katliam, kırım, soykırım… Kimse geçmişten bir şey öğrenmiyor galiba. Mesela şu an Karabağ’da ve Gazze’de yaşanan “soykırım benzeri şiddeti” nasıl yorumluyorsunuz? Geçmişte yaşanan şiddetle ilişkisi nedir sizce?

Neden geçmişten öğrenmiyoruz, bu tarihin büyük sorusu. Tarihçi olarak bizler, geçmişle çalışırız. Hegel, Minerva’nın akşam uçmaya başladığını söyler. Benzerlikler var tabii. Ermeni Soykırımını da, Karabağ’da olanları da herkes biliyor. Ancak kimse bir şey yapmıyor. Yani beni rahatsız eden Karabağlı insanların kaderi değil, kimsenin müdahale etmemesi.  Ermeni Soykırımı ile Karabağ arasındaki en belirgin özellik buydu. Herkes biliyordu ama kimse müdahale etmedi.

Peki Gazze?

Orada da soykırımvari bir şiddet yaşanıyor. Benzerliğe bakınca, Filistinlilerin hiç ülkesi olmadı, Ermenilerin de öyle. Tabii Ermenistan Cumhuriyeti var ama bir his olarak diyorum. Bu bir benzerlik. Ayrıca, 7 Ekim’de evet bir saldırı vardı, tabii ki bir reaksiyon oldu, bunu anlayabiliyorum ama sivillere karşı girişilen kıyımın seviyesini anlayamıyorum. Hukukçu değilim, hukuken bunun ismini koyamam ama tarihçi olarak bunun soykırımvari bir şiddet olduğunu söyleyebilirim. Aynı zamanda İsrail hükümetinin kullandığı nefret dili, nefret söylemi de soykırımvari şiddete girer. Çünkü soykırım bir eylem ya da hareket değil, bir süreçtir. Yani soykırıma bir anlık bir eylem olarak değil, süreç olarak bakmak gerek. Karabağ’a bakınca da bunu görürsünüz, Azeri propagandası hâlâ devam ediyor mesela. Karabağ’ın kültürel mirasını susturuyorlar. Sanırım bütün Minervalar yerine konduktan sonra tarihçiler son sözlerini söyleyebilirler. 



Kategoriler

Dosya



Yazar Hakkında