Türkiye’nin ilk Erbil Başkonsolosu ve Ermeni Soykırımı’ndan sorumlu olduğu gerekçesiyle 1922’de Berlin’de öldürülen eski Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey’in torununun çocuğu olan Aydın Selcen'le Türkiye’nin 1915 ile yüzleşme yollarını konuştuk.
Türkiye’nin ilk Erbil Başkonsolosu ve Ermeni Soykırımı’ndan sorumlu olduğu gerekçesiyle 1922’de Berlin’de öldürülen eski Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey’in torununun çocuğu olan Aydın Selcen iki hafta önce yüzleşme ve barışma açısından önemli bir yazı kaleme almıştı. Selcen ile bu yazıdan yola çıkarak Türkiye’nin 1915 ile yüzleşme yollarını konuştuk.
OKUMAK İÇİN TIKLAYIN - Kendi Ermeni Meselem: Cemal Azmi Bey
Siz Türkiye’nin ilk Erbil Başkonsolosu idiniz ve biz sizi Ortadoğu’da ne oluyor diyerek yakından okuyor idik. Ama iki hafta önce sürekli yazarı olduğunuz gazeteduvar.com sitesinde meseleyi Ermeni soykırımına getirdiniz. Bir tür kendi yüzleşme hikâyenizi anlatmış oldunuz ve devletin bu konuda atabileceği adımlar olduğunu söylediniz. Dışişleri’nde çalışmış birisi olarak nasıl oldu sizin bu meseleyle karşılaşmanız ve boyutlarına hakim olmanız?
Bir iki veri ile isterseniz başlayalım, birincisi Cemal Azmi Bey benim büyükbabamın babası, 17 Nisan 1922’de Berlin’de öldürülüyor ve mezarı da orada. Onun oğlu Ekmel Bey benim büyükbabam. Ben 1969 doğumluyum o 1964’te yani ben doğmadan ölmüş, dolayısıyla zaten Cemal Azmi’ye mümkün değil yetişmem, büyükbabama da yetişemedim. Babam 2000’de öldü. Babamdan dinlediğim kadarıyla... Aile içi kısmı böyle. Büyükbabamın bir kardeşi vardı o da Ankara’da yaşadığı için bir temasım olmadı. Ankara’ya ben bakanlığa girdiğim 1992’de gittiğimde 15 gün büyük amcamın evinde kaldım. Onların çocukluğu Berlin’de geçiyor. Daha sonra İttihat Terakki grubu yakınları Türkiye’ye geliyor. Öbür yandan şunu söylemek isterim. İstanbul büyük bir şehir, fiziken denizi görmeden İstanbul’da yaşayan insanlar var. Bunun gibi şöyle de diyebiliriz bir Ermeni ile rastlaşmadan bir Rum bir Yahudi ile rastlaşmadan yaşayan da büyük bir nüfus var. Ben Teşvikiye’de doğdum ve büyüdüm, dolayısıyla okulda kendi arkadaşlarım, hem babamın arkadaşları da hem ablamın da arkadaşları vardı, dolayısıyla Ermenileri tanıyarak, bilerek büyüdüm. Bu da başka bir veri. Evde ise büyükbabamın babasına ait fotoğraf ya da anı gibi şeyler yoktu. Anlatılan bir konu da değildi. Yalnızca Berlin’de öldürüldüğünü bilirdim. Bu ‘Nemesis Harekâtı’ kapsamında 10 kişi bildiğim kadarıyla öldürülüyor. O dönem anladığım kadarıyla bu tip suikastlerin arkası gelir mi gelmez mi, bir bu boyutu var, bir de bu insanların çocuklarının yeni Cumhuriyet döneminde döndüklerinde ne tür bir ortamla karşılaşacakları bilinmediğinden ötürü böyle. Belki bir suçluluk dolayısıyla değil, ama bir gizlenme üstünü örtme vardı diye zannediyorum. Aile içinde de, ben doğduğumda o dönem geçmişti gerçi ama, pek konuşulan bir şey değildi, bir resim filan da yoktu. Ben Cemal Azmi Bey’in resmini babaannemin evinde bulmuştum, onu gösterince babam söylemişti “büyükbabanın babası” diye. Bana da sima olarak çok benzediği için böyle bir konu olmuştu. Okuma kısmı ise, işte siyaset bilimi okuyoruz , Ermeni soykırımı nedir, işin aslı nedir diye üniversitede okumaya başladım. Dışişleri Bakanlığı’na girince de ASALA dönemi var, orada da daha çok güvenlik açısından , işlenen bir konuydu. Ben mesela bu yazıyı yazdım, eğer eski meslektaşlarım okuduysa çok şaşıran olmuştur, bakanlıkta bahsettiğim bir konu değildi.
Siz makalenizde bir tür adım önerisi de getiriyorsunuz. Ben onu iki türlü okuyorum. Bir, devlet olarak bir şey yapılabilir, iki, Türkiye ile Ermenistan arasında bir şey yapılabilir. Devlet olarak aslında o kadar zor bir şey değil çünkü Brandt da bunu yaptığı zaman tepki almıştı. Buradan mı yola çıkarak dediniz, tepki almak söz konusu olsa bile gücü, niyeti olan bir kişi bunu yapabilir diye mi düşündünüz?
Brandt’ı özellikle seçtim çarpıcı olsun diye. Fakat söylediğim şu: Biliyorsunuz ben Kürt işleri ile uğraşıyorum, 2003’te de Bağdat’a gittim. Dışişleri’nde müzakere tekniği olarak bir al ver olabilir, farklı müzakere teknikleri vardır vs. Kürt konusunda özellikle ben şunu düşünürüm: Zannederim Celal Başlangıç formüle etmişti, ben de öyle düşünüyorum. “Çözüm Meclis’te Barış Kandil’le” diye bir formül. Bu doğru çünkü bu tür silahlı kalkışma, ya da terör kampanyalarının, (terör de yasadışı bir araçtır neticede bir siyasi amaca ulaşmak için) çözümünde önce silah bırakıp sonra uzlaşı olmuyor. Önce belli bir mutabakata varılıyor, silah bırakma belki 10 yıl alıyor. Bu işin bir tarafı. Fakat malum Türkiye’de dünya Kürt nüfusunun büyük bölümü yaşıyor, bu Kürt nüfus 20 milyon ise bunun yarısı diyelim AKP’ye veriyor diğer yarısı HDP’ye oy veriyor. Burada atılacak bazı adımlar, örneğin çoğulculuk temelinde atılacak adımlar, diyelim ana dilde eğitim gibi, bunun silahla ilgisi yok. Çünkü bu herkese faydalı olacak bir şey. Örgütle pazarlık edilecek bir tarafı yok. Örgütle işin güvenlik boyutu pazarlık edilebilir. Örneğin çoğulculuk temelinde getirilecek çözümler, ki bunun adına Kürt meselesi demeye de lüzum yok zaten, veyahut Türkiye’nin idaresini reforme edecek daha ademimerkeziyetçi bir yapıya getirecek çözümler, herkese yarayacak. İnsan olarak, yurttaş olarak. Bu sizin Ermeni olmanız, Rum olmanız, Alevi, ateist sağcı solcu olmanızla ilgili değil. Çünkü siz daha etkin bir yönetim istiyorsunuz, bunun için yerinden yönetim daha uygun bir çözüm, çoğulculuk, hakeza öyle. O zaman cemevleri meselesi de kimi azınlık meseleleri de ortadan kalkacak vs. Diğer taraftan Ermeni soykırımı ile ilgili konuda ise benim söylemeye çalıştığım şey, yani Brandt’ın adımının o dönem Almanlar arasında pek de popüler olmadığını hatırlatarak söylemeye çalıştığım şey şu: Bunun siyasi bir getirisi yok, açık söylemek lazım. Bugün en uç örneği düşünelim, bir Türkiye Cumhurbaşkanının çıkıp “Ben Ermeni soykırımını tanıyorum” deyip arkadan “Oh şimdi kendimi daha iyi hissettim” demesinin (bu tabii bir fantazi) hiçbir getirisi olmaz. Ama bunun nasıl formüle edileceği zaten önemli. Ben örneğin yazımı “Ermenilerin soykırım acısını paylaşıyorum” diye bitirdim. Bunu rastgele de seçmedim. Hasan Cemal de öyle söylediği için. Öte yandan Dışişleri’nde işin teknik konusuyla uğraştığım için şu soykırım sözcüğüne çok takılındığını görüyorum. Zaten yazıda ABD örneğini verdim. ABD Başkanı da ‘medz yeğern’ diyor, bu ne demeye geliyor? Ermenice aynı şeyi söylüyor ama bu sözcüğün etrafından dolaşıyor. Niyet iyi olduktan sonra formül bulunabilir.
Diğer taraftan sizin söylediğiniz gibi Ermenistan’la kapıların açılması konusu bu konuyla ilgili değil. Bu şu an bizim üzerinde yaşadığımız toprak parçasında çok uzun süre belki bin yıl ortak hayatı paylaştığımız buranın bir yerli halkının ortadan kaldırılması ile ilgili bir mesele. Bunun aslında Ermenistan’la da ilgisi yok. Tek yanlı olarak Kürt konusunda olduğu gibi atılabilecek adımlar var. Bunun planlamasını yapmak da mümkün. İsterseniz öne Ermenistan’la kapıların açılmasını koyabilirsiniz. O zaman Azerbaycan konusu var. Benim yazımda satır arasına saklamaya çalıştığım konu şuydu, ben bu ağabey-kardeş yaklaşımına karşıyım, yani biz büyüğüz Azerbaycan küçük gibi. Ama bir de bir gerçek var, haritaya bakan biri Türkiye’nin büyüklüğünü görebilir. Azerbaycan’ın üzerinde oturduğu doğal kaynakların nereden ihraç edildiğini de görebilir. Evet Azerbaycan büyük ölçüde hidrokarbon zengini ve oradan gelen gelirinin önemli bir bölümü ile Türkiye’ye yatırım yapıyor, büyük yatırımlar yapıyor. Bundan dolayı da Türkiye’de bir ağırlığı var. Bunun dışında tabii Dağlık Karabağ meselesi var bunlar ilintilendiriliyor. Fakat Türkiye’nin Ermeni soykırımı konusu üzerinden 100 yıl geçti. Bana göre bize o kadar yararı olacak bir konu ki. Her yönüyle. Hem ruhsal tedavi, kimlik, Türkiyelilik kimliğinin tahkim edilmesi bakımından hem uluslararası itibar bakımından, hem her şeyden önce insancıl yönü bakımından. Bunlar için “Azerbaycan acaba ne der” yerine onlarla gerekli temaslar yapıldıktan sonra gerekli adımlar atılır. Ermenistan ile bunun altlığı hazırlanır. Ayrıca bu konu ile çok yakından ilgilenebilecek Fransa, AB, ABD, Rusya gibi ülkelerle de hazırlanır. Öyle bir şekilde hazırlanır ki bu bir artık pişmiş bir şey bir törenle veya öyle uygun görülüyorsa hiç ses çıkarmadan daha mütevazı bir şekilde, bir çözüm yoluna girer. Dediğim gibi bunun alıcısı yok bugün. İşin acıklı tarafı, Türkiye’nin Ermeni nüfusu da mahdut kalmış vaziyette. Asıl mesele dünyadaki etkisi. Hem diasporaya yönelik olarak hem Türkiye bakımından. Ama en yakıcı konumuz olan Kürt sorununda çözüme yaklaşmaya da çok faydası olacak, Alevi konusuna da çok faydası olacak, Türkiye’nin yenilenmesine, damarlarına yeniden can gitmesine bence çok hayati katkı yapacak bir konu bu.
"Türkiye’nin Ermeni soykırımı konusu üzerinden 100 yıl geçti. Bana göre bize o kadar yararı olacak bir konu ki. Her yönüyle. Hem ruhsal tedavi, kimlik, Türkiyelilik kimliğinin tahkim edilmesi bakımından hem uluslararası itibar bakımından, hem her şeyden önce insancıl yönü bakımından."
Ben şöyle anlıyorum; bu Türkiye’nin kendisiyle barışması açısından önemli. Kime yarar kime yaramazdan öte…
Bunun için de siyasi liderlik gerekiyor, bu kadar net, çünkü dediğim gibi alttan bir baskı yok. Soldan sağdan bir talep yok bu konuda. Dışardan bir baskı var, uluslararası bir baskı olunca doğal olarak reaksiyon oluyor. Bu da anlaşılır. Ama bu saydıklarımı alt alta koyan güçlü bir liderin, popüler bir liderin atacağı adım bence tarihe geçmesini, olumlu şekilde sağlayacaktır ve Türkiye’ye en büyük hizmeti yapacaktır.
Bu kimlik konusunda ama bir şey söylemek isterim. Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomi , nüfus, kültür her bakımdan kalbi Balkanlar. Bunu çok kısa sürede kaybediyoruz. Bu kaybın biz yasını tutmayı da becerememişiz ve bir kimlik bunalımı var orada. Çünkü adı imparatorluk ama nüfusuna bakarsanız 15 milyona düşüyor. Cumhuriyet kurulduğunda nüfus 10 milyonun altında. Dolayısıyla yeniden bir kimlik inşa ediliyor. İmparatorlukların pek çok kötü tarafı vardır ama iyi tarafı kozmopolit yapılar olmasıdır. 1908-13 arasındaki Meclis’e bakmak bu konuda yeterli. Üst düzey görev almış Ermenilerin kimler olduğuna bakmak yeterli. Cumhuriyetteki kimlik inşasının altını doldurmak açısından da, bu kendi kendimizle barışmak, yüzleşmek açısından da Türkiye’yi ileri taşıyacaktır. Artık ta 2017’de de bunu yapabilecek cesareti, uzak görüşlülüğü göstermek gerekiyor.
Üstelik şöyle bir boyut da var. Mesela İspanya Yahudilere vatandaşlık vereceğini ilan etti. Buna hiçbir mecburiyeti yoktu. 1915 öncesi ya da sonrası gidenler için bu şekilde de bir adım atılabilir. Bu tabii bir iş yüküdür ama yine de bu irade olduktan sonra bu iş çözülür. Benim kişisel olarak görebildiğim Türkiye’den giden Ermenilerde ikinci üçüncü jenerasyonu örneğin, halen Türkçe konuşuyor. Anadolu’nun hangi bölgesinden geldiyse oranın renklerini yaşatıyor. Bu anlamda Anadolu’daki bu ortak yaşam, çok kıymetli bir birliktelikmiş. Mesela İrlanda küçücük bir ada ama müzik edebiyat konusunda etkinliği nüfusunun çök ötesindedir. Ermeni nüfus da sanat, zanaat ve yaratıcılık konusunda nüfusunun çok ötesinde. Benim inancım şu ki Diasporanın üçüncü dördüncü jenerasyonunun vatandaşlık talebiyle gelmesi de Türkiye’ye çok ciddi bir zenginlik katacaktır, ama hepsi bir yana, insancıl boyut hepsinden önemli. Elle dokunulamayacak olan kısmı, Türkiye nüfusunun tamamını bir adım ileriye götürecektir. Daha mutlu, geleceği daha olumlu görebilecek, kendi meselelerini, Kürt meselesi gibi daha yakıcı konularına daha rahat çözecek hale getirecektir bence.