Sosi Antikacıoğlu’nun kendisinin ve ailesinin geçmişini anlattığı ‘Geçmişimden Sesler ve Renkler’ adlı kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. Aslen Sivaslı olup, 1915’te Samsun’da yaşamakta olan baba tarafı ile aslen Trakyalı olan anne tarafının geçmişini ayrıntılı bir şekilde anlatan Antikacıoğlu, 6-7 Eylül’ü henüz 10 yaşındayken Büyükada’da yaşamış. 37 yıl Boğaziçi Üniversitesi’nde akademisyen olarak görev yapan, Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nde özellikle şiir üzerine verdiği derslerle adından söz ettiren Antikacıoğlu ile aile tarihinden yola çıkarak günümüzde Ermeni toplumunun yaşadığı sorunlara uzanan bir söyleşi yaptık.
Kitaptan, anne tarafınızın Trakyalı olduğunu öğreniyoruz. Annenizin ailesi çerçevesinde kitabınızda Trakyalı Ermeniler üzerine önemli bilgiler yer alıyor. Trakyalı Ermenilerinin, bölgeye özgü, ayırdedici kültürel özellikleri var mı?
Kendi ailemden gözlemlediğim kadarıyla, Trakyalı Ermenilerde Anadolulu Ermenilere göre ‘Batı hayranlığı’ daha ağır basıyor. Annemin ailesi ‘Avrupaîlik’ iddiasında bir aileydi. Tabii bu durum Trakyalı Ermenilere genelleştirilebilir mi? Bundan emin değilim. Ama Kayseri Talas’ta doğup büyümüş babaannem Zabel ile anneannem Tekirdağ’da doğup büyümüş Mannig’i karşılaştırdığımda birbirlerinden çok farklı olduklarını görüyorum. Babaannem Zabel, deyim yerindeyse ‘Anadolu kadını’ydı; kültürlüydü. Ama anneannem Mannig’den sık sık duyacağınız, “Geç evlenin, az çocuk yapın” gibi sözleri Zabel’den duyamazdınız. Annem Viktorya, tek çocukta kalmak isteyince annesi, “Çok iyi ediyor, şimdikiler akıllı” filan derdi. Anadolulu Ermeni kadınlardan ise bu tür sözleri kolay kolay duyamazsınız.
Yeme içme alışkanlıklarına gelince Trakya’da mantı, suböreği gibi yemekler pek yoktur. Öte yandan Anadolu’da pek bilinmeyen Trakya’ya özgü olduğunu düşündüğüm yemekleri vardı. Mesela ‘kırkır’ denen, kırmızı mercimeğin püre haline getirilmesiyle yapılan, ‘fava’ya benzeyen bir yemekleri vardır. Ayrıca ‘mercimek dolması’ yaparlar. ‘Çullama’ denilen soslu bir tavuk yemeği de vardır. Hamur işleri Anadolu’daki kadar yaygın değildi.
6-7 Eylül’ü çocukluğunuzda yaşamışsınız. Ancak Asala eylemlerinin yoğunlaştığı 1978’ler kitaptan anladığımız kadarıyla hayatınızın en zor dönemlerinden biri olmuş. “Biten dostluklar”dan ve “giden dostlar”dan söz ediyorsunuz ancak ayrıntıya girmiyorsunuz. Sizin “biten dostluklar”ınız oldu mu o dönemde?
Hayır, benim olmadı. Giden dostlarım yani Türkiye’yi terk eden dostlarım oldu ama biten dostluklarım olmadı. Aksine günümüzde ilişkimi kestiğim insanlar oluyor. Nadir de olsa bugünlerde alıyorum bu tür olumsuz tepkiler.
Bunu açar mısınız? Günümüzde ne tür tepkiler alıyorsunuz?
Çocukluğumdan beri elit bir çevre içinde yaşıyorum. Ben gençliğimden beri ailemin 1915 ve sonrasında yaşadıklarını çevremdeki arkadaşlarıma anlatırım. Ama mesela babam böyle değildi. Babam, en yakın arkadaşı Zühtü Tarhan, kendisine babasının nasıl öldüğünü sorduğu zaman “Savaşta ölmüş” demiş. Ben böyle değildim. Dün Amerika’daki bir arkadaşıma bu kitabı postaladım. İçine de “Hatırlar mısın, üniversite kantininde ben bunları sana anlatmıştım, sen de ağlamıştın” diye bir not yazdım. Anlatırdım ama tabii anlatacağım insanı da seçerdim. Anlattığım hiçbir insandan da olumsuz tepkiler almadım. Son yıllarda ben de eskiye göre daha fazla konuşuyorum. Son dönemde “Bence bu soykırım değil, sence soykırım mı?” sorusuyla sık karşılaşıyorum. Benim için hangi kelimeyi kullandığınız önemli değil. Yaşananları bilin, ondan sonra soykırım veya başka bir kelimeyi kullanıp kullanmayacağınıza kendiniz karar verin. Ben kitapta soykırım kelimesini kullanmıyorum.
Neden?
Çünkü istiyorum ki insanlar soykırım olup olmadığı tartışmasına dalmadan önce neler yaşadığını öğrensinler. Ermenilerin ve içinde benim ailemin de bu topraklarda ne acılar yaşadığını öğrensinler. Benim çevremde benim ‘ulusalcı teyze’ dediğim insanlar var. Mesela bir gün ders kitaplarında yer alan Ermenilere yönelik ayrımcı ifadelerden söz ediyorduk. Kitapta da belirttim gibi, ders kitaplarındaki o ifadeler beni çok rahatsız etmiştir. Bu ‘ulusalcı teyze’lerden birisi “Tamam o dediklerin yazılsın ama o zaman ASALA’nın yaptıkları da yazılsın” dedi. “Böyle konuşma, kırıyorsun beni” dedim. Başka birisi de “Sen Ermeni değilsin, Türk’sün” diyor. Ben Türk değilim, Ermeniyim ama Türkiyeli Ermeniyim. Bana, “Sen Ermeni değilsin, Türk’sün” demek bir iltifat olmadığı gibi beni rahatsız eden bir sözdür. Son zamanlarda bir de şöyle bir söylem var: “Canım, senin benden ne farkın var. Tamamen aynıyız.” Hayır tamamen aynı değiliz ama farklılıklarımla beni kabul edin. Bu daha makbul, benim için. Şimdi bunun mücadelesini veriyorum. Bu ‘ulusalcı teyzeler’ arasında “Tehcire zorla mı gönderildiler” diyen bile var. Kardeşim tatile mi gitti bunlar…
Kitaptan öğrendiğimiz kadarıyla ailenizde 1915 ve sonrasında Ermenilerin neler yaşadığı size aktarılmış. Pek çok Ermeni ailesinde gördüğümüz suskunluk sizde pek yaşanmamış…
Haklısınız. Babamın ben doğduğum gün benim için tutmaya başladığı hatıra defterinde bile bu tür ifadeler var. Mesela “Yervant dedemin mezarı nerede?” diye sormuşum. “Yervant dedenin mezarı yok” demişler. Ben de “Demek ki o büsbütün ölmüş” demişim. Babam da “Senin bu sözüne güldük. Demek ki gülebiliyoruz böyle bir şeye…” diye yazmış. Beni korkutacak, feci şeyler anlatmadılar ama gerçekleri de saklamadılar. Kin, nefret tohumları atmadılar içime. Annemler, 1915 ve sonrasında neler yaşadıklarını bazı arkadaşlarına da anlatmışlar.
YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN