‘İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun söyleyemedikleri

‘Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanun Tasarısı’ yakında Meclis gündemine gelecek. İnsan hakkı örgütlerine göreyse, üyelerini hükümetin ve Cumhurbaşkanının seçeceği kurumun, devletin ihlallerine meşru bir kılıf sağlamanın ötesine geçmesi pek mümkün değil.

Ocak ayında Bakanlar Kurulu’nda kabul edilen ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nda görüşülen ‘Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanun Tasarısı’, bütçe görüşmelerinin ardından meclis gündemine gelecek. Türkiye – AB müzakereleri kapsamında vize serbestisi için Türkiye’nin uyması gereken 72 kriterden biri olan kurum, yasa tasarısına göre ‘ayrımcılıkla mücadele’, ‘insan hakları ihlallerinin önlenmesi’ ile ‘işkence ve kötü muameleye karşı mücadele’ konularında çalışacak. Sivil toplum kuruluşlarının görüşleri alınmadan hazırlanan tasarı gündeme geldikten sonra hükümet, insan hakları örgütleri tarafından ‘insan haklarına araçsal baktığı’ için sert biçimde eleştirildi. 

İnsan hakları konusunda uzman yedi STK, son olarak söz konusu kanun tasarısıyla ilgili eleştirilerini 17 Şubat’ta yaptıkları ortak bir açıklama ile kamuoyuyla paylaşmıştı.

Türkdoğan: Sistemin kendisi ihlal üretiyor 

‘Paris İlkeleri’ olarak nitelendirilen ‘İnsan Haklarının Geliştirilmesi ve Korunması İçin Kurulan Ulusal Kurumların Statüsüne İlişkin İlkeler’ ışığında hazırlandığı öne sürülen tasarının en fazla eleştirilen yanı özerklikten uzak yapısı. Tasarıda 11 kişilik kurulun sekiz üyesini Bakanlar Kurulu’nun, üçünü de Cumhurbaşkanı’nın seçmesi öngörülüyor. Esasında bu ‘bağımlı’ yapı, şu anda faaliyette olan ‘Türkiye İnsan Hakları Kurumu’ 2012 yılında kurulurken de eleştirilmiş, BM ve AB Komisyonu’nun ‘Paris Prensipleriyle uyumlu değil’ raporlarına konu olmuştu. Buna rağmen yeni tasarıda da aynı yönetim şemasının izlenmesi insan hakları örgütlerini kaygıya sevk ediyor. İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, çatışma çözümü yaşamamış ülkelerde, hükümete bağımlı bir insan hakları kurumunun getireceği tehlikeleri vurguluyor:

“BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, çatışma çözümü yaşayan ülkelerde tarafsız ve bağımsız insan hakları kurumsallaşmasının kamuda faydalı olacağını söylüyor. Fakat Türkiye çatışma çözümü, geçmişle yüzleşme süreci yaşamadı. Hal böyleyken kamuda temel insan haklarına uygun faaliyet yürütecek ve ayrımcılıkla mücadele edecek bir kurumu nasıl oluşturacaksınız? Sistemin kendisi ihlal üretiyor zaten.” Türkdoğan, şu anda faaliyette olan Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHK) deneyimini hatırlatarak sistemin yapısal sorununu şöyle anlatıyor: “Türkiye İnsan Hakları Kurumu istediği cezaevine gidip istediği incelemeyi yapabilir. Biz de İmralı’da inceleme yapılması için başvurduk. Kurul, yetkisi olmasına rağmen hükümetten çekindiği için karar alamadı.”

Bakkalcı: İnsan haklarının ruhuna aykırı

Tasarıda, insan haklarıyla ilgili ayrı ayrı düzenlenmesi gereken üç kavramın, tanımlarının bile olmadan bir araya getirilmesi ise eleştirilen başka bir husus. Mecliste İnsan Hakları Komisyonu görüşmesine de katılan insan hakları örgütlerinden Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Genel Sekreteri Metin Bakkalcı, tasarıyı ‘insan haklarının ruhuna aykırı’ olarak tanımlıyor ve Başbakan Yardımcısı Lütfi Elvan’ın açıklamalarını hatırlatıyor: “Bir kurumun görev tanımlarının, yetkilerinin, sorumluluklarının, üyelik kriterlerinin, bütçesinin ayrı ayrı anayasal ya da yasal düzeyde tanımlanması ve berrak olması lazım. Keza eşitlik, ayrımcılık gibi kavramların her boyutuyla tanımlanması gerekir. Komisyon görüşmesine Lütfi Elvan  ‘Biz esnek bırakıyoruz’ demişti. İnsanlar belirleyecekse kanun neden yapılır?  Yasal güvence gelmezse keyfiyet olur. Bu durum bile, kurumun kuruluşunda esas amacın devre dışı bırakıldığını gösterir.”

Kaboğlu: Hükümet ihlallerini bu kurumla meşrulaştıracak

Söz konusu tasarı, 2009’da tartışılan ve insan hak örgütlerinin katılımıyla şekillenen ‘Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurulu Kanun Tasarısı Taslağı’na ne olduğu sorusunu da gündeme getiriyor. Görüş aldığımız insan hakkı savunucularının ‘insan hakları düzenlemesi mezarlığı’ olarak tanımladığı Türkiye’de, biraz daha geriye giderek, ömrü epey kısa süren, hatta alt komisyonunun hazırladığı ‘Azınlık Raporu’ nedeniyle saldırılara hedef olan İnsan Hakları Danışma Kurulu’nu (İHDK) da hatırlamakta fayda var. Bürokratlar, uzmanlar ve sivil toplum örgütlerinden oluşan bu karma kurulun ardından, 2012 yılında İnsan Hakları Kurumu, eleştirilere rağmen kurulmuştu. Dönemin İHDK Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, yeni tasarıyla şekillenecek kurumun, şu anki kurumu zaaflarını aynen devam ettireceği görüşünde: “Hükümetimiz bu kurumu, insan hakları ihlallerini meşrulaştırmak, kendi politikalarını meşrulaştırmak için bir birim olarak kullanıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamayan, meydan okuyan; son olarak 8 Mart Kadınlar Günü’nü bile şiddetle bastırmayı göze alan bir yönetim. İnsan hakları birimleri bu tür durumlarda olmayacaksa ne zaman olacaklar? Bu kurumlar hükümete bağımlı kaldıkları sürece, hak ve özgürlük ihlallerinin yüzde 90’ının da hükümet iradesinden kaynaklandığı düşünürsek, hükümete karşı ‘dur’ diyemezler.”



Yazar Hakkında

1987 İstanbul doğumlu. Agos web sitesinin editörü; insan hakları, ifade özgürlüğü, çevre hareketleri, güncel politika ve yaşam haberleri yapıyor.