Orta Yeri Sinema'da bu hafta 'Unutursam Fısılda' ve 'Sivas' var.
EVRİM KAYA
Mazi kalbimde yaradır
‘Unutursam Fısılda’ – Çağan Irmak
Çağan Irmak’ın son filmi şaşırtmadı. ‘Unutursam Fısılda’, hem yönetmenin çok sevdiğini bildiğimiz bir dönemde, Türkçe pop müziğin altın yıllarında geçiyor, hem de yöresel ağızlar ve aile komedisiyle hafifletilmiş bir melodram. Irmak bu kez 70’lerin şarkılarını kullanmakla kalmamış, bunları hikâyenin merkezine taşımış. Bir Ege kasabasında şarkı söyleyip top koşturan atkuyruklu bir lise öğrencisi olan Hatice’nin Altın Plak’lı bir yıldıza, Ayperi’ye dönüşmesini izliyoruz filmde, ama tersten; her şeyini kaybetmiş olan Ayperi’nin baba ocağına dönüşü, Hatice’ye dönüşüp, yıllar önce sevdiği oğlanı da ‘çalarak’ hiç tereddütsüz terk ettiği ablasının kanatları altına sığınma çabası üzerinden.
Sonuçta ortaya, çizgisel olmayan bir şimdiki zaman çıkıyor – her şey her zaman olmakta olacaktır, gibi bir şey.
Ayperi’nin Alzheimer’a yakalanmasının melodram evrenindeki tercümesi şöyle: Açıktan kafayı sıyırmaya başlaması, bu ‘geçmişin acılarında sıkışma’ durumu için güzel bir araca dönüşürken, Işıl Yücesoy’un heybetle hayat verdiği Hanife açısından, işleri çıldırtıcı bir hale sokuyor, zira koca bir ömrü, hayatını çalan kardeşinden intikam alacağı günü bekleyerek geçirmişken en son görmeyi umduğu şey, onun bütün günahlarını teker teker unutmaya başlaması. Yine bir çocuk gibi bakıma muhtaç, kendini onun kucağına atması. Tam da burada hayatın şiirsel adaletsizliği parlayıp sönüyor: Haksızlığın ağırlığı, zaten, haksızlık edenin, ettiğini unutuvermesinden gelir. Hatırlamak, yaralayanın değil yaralı olanın, geride kalanın işidir.
Çağan Irmak’sa, elbette, bir kez daha, iki kardeşi barıştırmadan, herkesin kendine göre haklı, herkesin masum olduğu bir ucuz görelilik kurmadan duramıyor. Filmin, kızların gençliklerini ve yaşlılıklarını canlandıran dört kadının sağlam oyunculuklarına rağmen iç bayıltıcı bir masal finaline sürüklenmesinin de önüne geçilemiyor. İnsan ‘İntikam sıcak yenen bir yemek olmasın sakın?’ demeden edemiyor. Bana kalırsa, kırk yıl beklememek lazım.
(Bir de, iki kardeşi birden kendine âşık eden Tarık var ki, sıkıcı bir çapkın olan ama nedense kendisine çok ağlamamız gereken ‘Issız Adam’dan beri Türk sinemasında gördüğümüz en yüzeysel adam olabilir. Üstelik, 20’li yaşlarının başındayken, 39 yaşındaki Mehmet Günsür tarafından canlandırılıyor. Velhasıl, Allah’ın Tarık’a uzun ömürler vermemesi, filmin en doğru kararı. O yüzden, senaryonun aceleciliğinden şikâyet etmemek lazım galiba.)
Yaralar Kapanmaz
‘Sivas’ – Kaan Müjdeci
Ege’nin ılıman ikliminde olup da bozkırın ortasında olmayan şey, galiba, Çağan Irmak’ın daima etkisinde olduğu masumiyet yanılgısı. En azından bir dövüş köpeği ile ergenliğin eşiğindeki bir oğlan çocuğunun dostluğunu (ya da onun ekonomi-politiğini anlatan) ‘Sivas’ öyle söylüyor. Venedik’ten Jüri Özel Ödülü’yle dönen bu ilk film, sahicilik denen dikenli sarmaldan korkmayan bir yönetmeni müjdeliyor bize. Bir erkeğe dönüşmenin bir kaybetme hikâyesi olduğunu ve bu hikâyede köpeklerle çocukların, hatta küçük kızların bile masum olmadığını, sessiz bir gürültüyle anlatıyor. Büyümenin, kapanmayan yaraları saklamayı öğrenmek anlamına geldiğini söylüyor usulca. Venedik’ten şöyle yazmıştım:
“Besbelli ağlamamakla habire bağırmaktan mürekkep bir şey olan erkeklik üzerine bir film ‘Sivas’, ancak hem (küçük oyuncu) Doğan’ın delici bakışları, hem Cevdet Erek’in müziği hem de insanı bir titremeyle bozkırın ortasına atan kamera, yaşamın neden ağlamaklı, nasıl acıklı bir şey olduğunu anlatıyor. Sanki bitmeyen bir film, havada bir Neşet Ertaş türküsü gibi asılı kalıyor: Hata benim, günah benim, suç benim.”
Çağan Irmak’ın Kenan Doğulu ile silmeye çalıştığı günahların ağırlığına bakmaya cesareti olanlar için, bu hafta vizyonda bir de Neşet Ertaş türküsü var.