Orta Yeri Sinema'da bu hafta 'Fokus' ve 'Pasolini' var.
Yankesiciliğin kitabı
Fokus (yön. Glenn Ficarra ve John Requa)
Klas ve işinin ehli dolandırıcı Nicky (Will Smith), yeni yetme yankesici Jess’i (Margot Robbie) himayesine alır, ona hırsızlığın inceliklerini öğretir. Hissettirmeden dokunmayı bilmek ve atiklik yankesiciliğin olmazsa olmazları olsa da, işin püf noktası dikkat dağıtabilmek. Yani, karşındakinin sol omuzunu okşarken, sağ arka cebinden cüzdanını çalabileceksin... Nicky’nin bir de feci organize çalışan bir çetesi var. Çetenin üyeleri ABD’nin çeşitli şehirlerinde yaşıyor fakat kocaman kitlelerin buluştuğu etkinliklerde bir araya gelip, üç-dört gün içinde, küçük hırsızlıklarla, toplamda milyon dolarlık vurgun yapabiliyorlar. ‘Hırsızlık dansı’ denebilecek bu performans son derece özendirici: Çete 10-15 kişilik gruplar halinde, koreografik bir uyum içinde cüzdanlar, saatler, mücevherler, bavullar çalıyor. Öğrenmeye hevesli, yetenekli ve alımlı Jess de, bu performans eşliğinde acemilikten ustalığa terfi ediyor (alımlı olması kritik, baş döndüren güzelliği, erkekleri söğüşlemesini kolaylaştırıyor çünkü). Güldüren tarafları da olan ‘Fokus’un, ‘acayip komplike planları olan büyük soygun filmleri’yle dalga geçen bir yanı da var. Jess “Eee, asıl vurgun ne zaman?” diye sorduğunda, Nicky “Hani şu bir kerede voliyi vurup emekli olduğun soygun mu? Öyle bir soygun yok, hayal ürünü o” diyor. Bu filmin hayal ürünü denebilecek kısmı ise, Nicky’nin bilinçaltı manipülasyonu yaparak kumarda kazanması herhalde. Neyse, oyun içinde oyun olan, sizden de bir şeyler çalınıyormuş hissi veren, kandırmacalı bir film ‘Fokus’. Bir de, filmin tam ortasına oturan Nicky-Jess aşkı var tabii ki, ama oraları sıkıcı.
Pasolini’nin dünyalar arasında geçen son günü
Pasolini (yön. Abel Ferrara)
Hikâye yönetmen Pasolini’nin ölmeden önceki son gününü anlatsa da, filmde zaman ve mekân hissi silik. Bu siliklik, sanıyorum, filmde, Pasolini’nin gerçek dünyası, yazmakta olduğu bir roman ve çekmeye hazırlandığı bir filmin dünyası arasında geçişler yapılıyor olmasından kaynaklanıyor. Yönetmen, son gününün sabahında, tamamlayamadığı romanı ‘Petrolio’ üzerine çalışıyor ve seyirci kendini bir anda onun edebiyat dünyasında buluyor. Aynı günün akşamında, çekemediği son senaryosu ‘Porno-Teo-Kolossal’ı, bu filmde oynatmayı düşündüğü oyuncuya anlatırken, bu kez bu filmin dünyasına giriyoruz. Bu senaryodan bazı sahneler, Ferrera’nın tasvirinde başarılı bir şekilde can bulmuş. Bir de, herhangi bir gün gibi geçen koskocaman bir son gün var önümüzde; röportaj verdiği, dostlarıyla buluştuğu, sonra futbol oynadığı, herhangi bir gün bu; ‘öleceğini hisseden insanın dramatik son günü’ hiç değil. Evrim Kaya’nın, ‘Pasolini’nin Venedik Film Festivali’ndeki galasının ardından, Pasolini’yi canlandıran Willem Dafoe’yla yaptığı röportajda, Dafoe, Abel Ferrara’nın ‘Porno-Teo-Kolossal’ için çektiği sahnelerin, filmin anafikrini vermeye yettiğini ve bu anafikrin “çok güzel bir hayat dersi” olduğunu söylemişti. Dafoe’nun “Cennet diye bir şey yoktur, onu bulamazsınız. Ama durup bekleyin, elbet sonunda bir şey olacak” diyerek özetlediği bu anafikrin, ‘Pasolini’ filmine de sirayet ettiği söylenebilir.