UCLA Üniversitesi Promise Ermeni Enstitüsü’nde Ermeni Soykırımı Araştırma Programı Direktörü Prof. Dr. Taner Akçam, "Yüzyıllık Apartheid" kitabının Ermenice basılması nedeniyle Yerevan'daydı. Birçok haber programına katılan Akçam, Ermeni Soykırımı hakkında sorulara cevap verdi.
UCLA Üniversitesi Promise Ermeni Enstitüsü’nde Ermeni Soykırımı Araştırma Programı Direktörü Prof. Dr. Taner Akçam'ın 2023'te Aras Yayınları'ndan çıkan "Yüzyıllık Apartheid 1918-1923 Türkiyesi: Bağımsızlık ve Apartheid Rejiminin İnşası” adlı kitabının Ermenci olarak yayınlanması nedeniyle Yerevan'a gitti ve kitabının tanıtımı kapsamında birçok haber kanalında söyleşilere katıldı.
"2000'lerin başında Amerika'ya geldiğinde Ermeni Soykırımı'nın bir tür "CNN Söylemi" ile ele alındığını belirten Akçam, "Yani CNN bir meseleyi bir şu tarafı var, bir de bu tarafı var, her iki tarafı da dinleyelim diye alır, onun gibiydi. Ermeni Soykırımı da bir "görüş" olarak gösteriliyordu, tanınmış tarihsel bir gerçeklik olarak değil. Yıllar içinde bence Ermeni Soykırımı'nın bir görüş değil, bir tarihi gerçek olduğunu anlatmayı başardık. Türkiye'de de aynı gelişme yaşandı. Bence akademide tam olarak bu meseleyi çözdük. Artık Ermeni Soykırımı, Holokost gibi tartışılmaz bir gerçek. Yani Türkiye'nin inkarcılığı, akademide, Amerikan üniversitelerinde kaybetti."
Akçam katıldığı civil.net'in yayınında bu akademideki bu başarının biraz iddialı olsa da Türkiye'de de görüldüğünü belirterek, özellikle Hrant Dink suikastının ardından Türkiye’de Ermeni Soykırımı hakkında daha fazla konuşulmaya başlandığını söyledi. Daha öncesinde 2005'teki "Ermeni Konferası"ndan sonra küçük ama güçlü bir sivil toplum hareketi haline geldiğini belirtten Akçam, döneme göre farklı bir kültürel atmosfer oluşturabildiklerini ifade etti. Hrant Dink'in o dönemde bir sembol haline geldiğini ve mahkemeden mahkemeye koştuğunu ama yalnız olmadığını ifade eden Akçam, Hrant Dink'in suikastinden sonra yaşanan politik gelişmelerle artık Ermeni Soykırımı diyenlerin "vatan haini" ilan edilmediklerini ve az da olsa devletin dilinin az da olsa değiştini söyledi. "Tabii ki Türk devleti Ermeni Soykırımı'nı inkar etmeyi bıraktı diyemem, tabii ki inkar ediyorlar" diyen Akçam, en azından inkar dilinin yumuşadığını söyledi.
Argümanı kaybettiler
Erdoğan Türkiyesi'nin giderek otoriterleşmesine rağmen Ermeni Soykırımı'nın daha konuşulur olmasını da farklı bir dinamik olduğunu söyleyen Akçam, "Çünkü artık argümanları yok, argümanları kaybettiler" dedi. "Özellikle uluslararası alanda argümanı kaybettiler, Biden ya da Trump'ın ne söylediği de artık önemli değil, bir anlamda. Ama uluslararası arenada, Ermeni Soykırımı artık politik bir tartışma konusu değil, bir hakikat olarak kabul ediliyor" ifadelerini kullandı.
Akçam, Türkiye'nin Ermeni Soykırımı hakkında daha fazla konuşmayı ve araştırmayı öğrenmesi gerektiğini söyleyerek, "Barış içinde yaşamak için bu gerekiyor" dedi.
Akçam’a göre, bugün Türkiye’de Hıristiyanlar, özellikle de Ermeniler ikili bir hayat yaşamak zorunda kalıyor. Dışarıda milliyetlerini çok belli etmekten kaçınıyorlar, çeşitli konuların kamuoyunda tartışılmasından çekiniyorlar, köklerini gizliyorlar ancak bu sadece kamusal alandaki varoluşu gösteriyor.
Mücadeleye devam
Akçam, uluslararası alanda Türk yetkililerin Ermeni Soykırımı’nın inkârını dile getirebilecekleri tüm yetkili platformları kaybetiğinin de altını çizdi ve şöyle devam etti: "2000’li yıllarda, sadece polis koruması altında düzenli olarak konferanslara katıldığım ve bildiriler sunduğum için, ABD’de bile saldırılara maruz kaldım. Bu engellere rağmen Ermeni Soykırımı, artık Amerikan üniversitelerinde belgelenmiş ve inkâr edilemez bir gerçektir. Türkiye’de de, bu suçun çerçekleştirilmiş olduğunu fark eden insanlar düşüncelerini özgürce ifade etmeye başladılar."
Akçam, bu mücadeleye devam etmek gerektiğinin altını çizdi.
Osmanlı arşivi her şeyi anlatır
NEWS.am'in de yayınına katılan Akçam, Osmanlı arşivlerindeki belgelerin Ermenilerin imha kararının ne zaman alındığını açıkça gösterdiğini belirterek, "Alman, Amerikan, İngiliz veya diğer arşiv materyallerine ihtiyaç yoktur" dedi.
"Osmanlı belgelerine dayanarak, Ermenilerin imha kararının 1914 yılında, yani 1 Aralık’ta alındığı ileri sürülebilir" diyen Akçam, “Ermeni Soykırımının Kısa Tarihi” adlı kitabındaki arşiv belgelerini hatırlattı.
"Bunlar, hala Osmanlı arşivlerinde bulunan bir Osmanlı belgesidir. Bu belgeye göre, 1 Aralık 1914’te Erzurum’da, özel bir örgüt olan 'Teşkilat-ı Mahsusa' tarafından bir karar alındı. 'Teşkilat-ı Mahsusa' üyesi olan Erzurum valisi Tahsin, İstanbul hükümetine Bitlis ve Van’daki Ermeni erkekleri yok etmeye karar verdiklerini bildirdi ve telgrafı okuduktan sonra imha etmelerini istedi. Bu Osmanlı belgesinde, 'şüpheli Ermenilerin yok edilmesi' ifadesini kullandılar.
İkinci önemli belge, hatırladığım kadarıyla 3 Mart 1915 tarihli Bahaeddin Şakir’in bir mektubudur. Bu mektupta, 'Teşkilat-ı Mahsusa' üyesi olan Şakir, 'İttihat ve Terakki' partisinin bir üyesine, merkez komitesinin Anadolu’daki tüm Ermeni nüfusunu yok etmeye karar verdiğini resmen bildiriyor. Benim değerlendirmeme göre, karar 18 Şubat ile 3 Mart tarihleri arasında alındı.
Bu belgelere ve eldeki diğer bazı materyallere dayanarak, Osmanlı hükümeti ve İttihat ve Terakki Partisi’nin Ermeni nüfusunu kasıtlı olarak yok ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz."
1914, dönem noktası
"Ermenileri yok etme fikri Osmanlı İmparatorluğu’nda, Ermenilerin yaşadığı bölgelerde reformlara ilişkin Rusya-Türkiye anlaşmasının imzalanmasından beri vardı". "1914’ün çok önemli bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum" diyen Akçam şöyle devam etti: "14 Şubat 1914’te Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalanan Ermeni Nüfuslu Bölgelerin Reformu Anlaşması’na göre, Batı Ermenistan olarak bilinen ve bizim Doğu Türkiye dediğimiz topraklarda iki yarı özerk eyalet kurulması öngörülüyordu.
Osmanlı İmparatorluğu için bunun bağımsız bir Ermeni devletinin başlangıcı olduğu çok açıktı, çünkü Osmanlılar 19. yüzyıldan itibaren bu konuda tecrübe ve bilgi biriktirmişlerdi.
Yunanlılar, Bulgarlar, Rumenler, Boşnaklar, sonra Lübnanlılar, bütün Avrupalı Hıristiyanlar, sırayla aynı şablona göre bağımsız oldular. Önce bazı reformlar, sonra özerklik, sonra bağımsızlık.
Yalnız Osmanlı belgelerini değil, İngiliz, Rus ve Alman belgelerini de okursanız, yabancı diplomatların bile bunun bağımsız bir Ermeni devletinin kuruluşunun başlangıcı olduğuna inandıklarını görürsünüz.
Osmanlı hükümetinin bu anlaşmayı uygulamaya niyeti yoktu ve I. Dünya Savaşı çıkınca ilk iş olarak Rusya ile yapılan bu anlaşmayı iptal ettiler.
Benim değil, Talat'ın fikri
Bu ıslahat anlaşmasının imzalanmasından sonra Osmanlı hükümetinin, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bütün büyükelçilik ve konsolosluklara Ermenileri şüpheli unsurlar olarak gösteren bir genelge göndermesi tesadüf değildir.
Savaşa girdikleri Ağustos ayından itibaren, Osmanlı İmparatorluğu’nun her yerine Ermenilerin şüpheli bir unsur olarak kabul edildiği ve her hareketlerinin izlenip kontrol edilmesi gerektiği yönünde genelgeler gönderildi. Reform anlaşmasının imzalanması sırasında bile bir şey olacağı korkusu zihinlerindeydi."
Osmanlı Devleti bu şekilde bağımsız bir Ermeni devletinin kurulmasını engellemek istiyordu. Ermenilerin böyle bir talepte bulunmaması için herkesi ortadan kaldırmanın daha iyi olacağını düşündüler.
Bu benim iddiam değil. Talat Paşa’nın telgrafları ve yazıları bunu göstermektedir. Talat, Ermenileri Suriye çöllerine sürgün etmekle görevli Halep valisine ve göç bürosuna gönderdiği telgrafta, Ermenilerin sayısının, bu planı gerçekleştiremeyecekleri kadar azaltılması gerektiğini açıkça belirtir. Onların en büyük korkusu buydu.”