Orta Yeri Sinema: 17 Ekim haftası

Orta Yeri Sinema'da bu hafta ‘Yargıç’ var.

Adalet burnumun direğidir
‘Yargıç’

Sinik avukata karşı ilkeli yargıç, büyükşehre karşı kasaba, oğula karşı baba. Başka bir deyişle, Robert’a Downey Jr.’a karşı Robert Duvall. ‘Yargıç’, hem vasat bir hukuk draması, hem de vasatın üstünde bir aile filmi; çünkü paradoksal bir biçimde senaryonun kutsal aileye yaslanan taraflarının klişeliği hikâyenin nispeten güçlü mahkeme ayağını zayıflatırken, tersi de doğru: Hikâyenin hukuk boyutu tek başına çekilmez olabilecek bir aile dramasını izlenir kılıyor. Hem de az buz değil, 141 dakika boyunca... Ancak ilk dramasına imza atan yönetmen de bu durumun ziyadesiyle farkında ki, filmin temel direği oyunculuklar.

Robert Downey Jr.’ın yanıp sönen bir sahicilikle canlandırdığı Hank Palmer, alenen suçlu olduğu bilinen insanları savunarak bir servet kazanmıştır. Elbette mesleki saygınlık, ahlaki tutarlılık ve huzurlu bir aile yaşamı pahasına…  Suçluların sadece paraları olduğu için mahkeme salonundan elini kolunu sallayarak çıkmalarına yardım etmek ve (boşanmak üzere olduğuna şaşmamalı) liseli kızlarınki gibi olan kalçalarıyla övündüğü karısıyla çocuğunun velayeti için kavga etmekle meşgul olduğu sırada, Indiana’dan gelen bir ölüm haberi alınca memleketine doğru yola çıkar. Yıllardır görmediği annesi ölmüştür. Ama filmin merkezindeki esas mesele, “Benim için öldü” dediği babasını görmesiyle başlayan olaylar zinciridir. Tipik bir prensip adamı ve yaşlı bir inatçı keçi olan Yargıç Joseph Palmer’ın gözünde Hank’in Chicago’da yaptığı milyonların zerre kadar değeri yoktur. Normal koşullarda cenazeden sonraki ilk uçağa kadar sürmesi gereken bu birliktelik, akli melekeleri zayıflamış olan Yargıç Palmer’ın bir cinayet suçlamasıyla karşı karşıya kalmasıyla mecburi bir hesaplaşmaya dönüşür. Elbette ki, kendisini yargılamaktan asla vazgeçmeyen babayı savunmak oğul Palmer’a düşecektir. Öte yandan, Hank için işleri karıştıran tek şey elbette babasıyla olan ilişkisi değildir. Kasabaya geri dönen her erkek gibi, önce kırdığı kalplerin hesabını vermesi gerekir...

Filmin iki Robert’ı, yani uzun zamandır oynadığı en ciddi roldeki Robert Downey Jr. ile birkaç sahne için de olsa senaryonun imkânlarının ötesine geçmekte bir mahsur görmeyen Robert Duvall bir yana, Billy Bob Thornton’ın pek kendini yormadan canlandırdığı geçmişten gelen düşman ve Vera Farmiga’nın canlandırdığı ‘bir yangının külünü yeniden yakıp geçen’ eski sevgili, zaman zaman kararsızlığa kapılmış gibi olan yönetmenin üzerindeki yükü büyük oranda hafifletiyorlar. Lakin çaktırmadan ima ettiği her şeyi birkaç kez de karakterlerin ağzından tekrarlayan senaryo için aynı şeyi söylemek güç. Bu da en başta oyunculuklara zarar veriyor: Tanrı aşkına baba, neden sevmedin beni, neden, neden? Çünkü sen bir hayal kırıklığısın, anlıyor musun? Koca bir hayal kırıklığı...

Film bir yere kadar fragmanını izleyince izlemiş kadar olduğunuz filmlerden biri olarak ilerliyor, öngörülen tüm klişe duraklarına mutlaka bir kez uğruyor. Ancak - belki bütün durakların geride kalmasının verdiği ferahlıktandır, bilinmez- sonlara doğru özellikle iki başkarakteri olmak üzere tüm karakterlerin yakasından biraz düşüyor, hikâyenin (tahmin edilen seyrinden tamamen uzaklaşmasa da) biraz gezintiye çıkmasına izin veriyor. Sonunda baba Palmer’a da, kendini beğenmiş oğluna da, yargılanmadan, bir tür ahlaki muğlaklık içinde birbirleriyle konuşma fırsatı tanıyor. Elbette ABD’nin temel direği, bir ‘business’ olarak hukuka olan inancı tam olarak sarsmadan, buradan bir tür sulu gözlülük devşirmeyi ihmal etmeden. İnsan bir hukuk dramasından daha ne ister ki...

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema