Orta yeri sinema: 26 Eylül haftası

'Orta yeri sinema' köşesinde bu hafta ‘Kutu Cüceleri’ ve ‘Adalet’ var.

EVRİM KAYA
evrimkaya@agos.com.tr 

Başarısız bir soykırımın çizgi filmi
‘Kutu Cüceleri’

Karanlık bir stop-motion animasyon olan ‘Kutu Cüceleri’nin kırmızı şapkalı kötü adamlarından biri, diğerine “Biz iyi adamlarız, di mi?” diye soruyor. Kendi halinde, çirkin bir ırk olan kutu cücelerine musallat olmalarından rahatsız olmuş bir hali var, ama bunun bir nedeni vardır diye umuyor. Onlar kötü adamlar, ondan böyle yapıyoruz, di mi?

Film, bunun gibi birçok etik, sınıfsal ve felsefi tartışmayı barındırıyor ve tam da bir çocuk filminden duymaya ihtiyacımız olan özcülük karşıtı, varoluşçu bir mesaja bağlanıyor: İnsan kendi kendisini yapar. Ne olmak istersen o olabilirsin; yapman gereken, saklandığın kutudan çıkıp mücadele etmektir.

Viktoryen dönem bilimkurguları gibi, tipik bir ‘steampunk’ atmosferinde geçen bu hikâyenin, Alman dışavurumculuğu dönemi filmlerini hatırlatan bir yönetmenlikle anlatılması tesadüf değil. Kırmızı şapkalılar Gestapo’yu hatırlatıyor. Sınıfsal bir kıskançlıkla bir soykırım denemesine kalkışan başkötü Archibald Snacther da, kutu cücelerinin değil, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Prag sokaklarındaki Yahudilerin peşine düşmüşe benziyor. Çağrışımları kadar yönetmenliği de cesur bir film bu. Her biri birbirinden çirkin karakterleri, Otto Dix’in savaş sonrası Almanyası resimlerine benziyor.

Yazık ki, senaryo biraz aksak ve filmin fikrinin altını oyan temel bir hataya sahip. Filme adını veren, yerüstündeki dünyanın sıradan insanlarının propagandayla korkutulduğu, beyaz şapkalı elitlerin kurtulmaya karar verdiği ve kırmızı şapkalı paralı askerlerin öldürmeye çalıştığı kutu cüceleri, aslında ‘gerçek bir çocuğun’ peşine düşen hikâyede ikincil bir rol oynuyor. Biraz minyonlara benzeyen ama çizgi film evreni için ne yeterince sevimli, ne de yeterince komik olan bu yaratıkları seyirci de unutur gibi oluyor. Yine de böyle bir ‘Dr. Caligari’ denemesi, son dönem animasyonları arasında taze bir nefes.

Herkese bir şövalye şart
‘Adalet’

Şövalyelerin yaşamadığı bir çağda, kara derili bir kahraman çıkıp, Rus mafyasının elinde acı çeken, çocuk yaşta bir fahişeyi kurtarır. Lakin, 19 saniye içinde teker teker öldürdüğü beş adam, sıradan kadın satıcıları değil, Moskova’dan dev bir suç çetesini idare eden Puşkin diye bir adamın New York’taki ekibidir. Olayın arkaplanını araştırması için, Denzel Washington’ın lezzetle canlandırdığı, tezgâhtar görünümlü Robert ‘Bob’ Mccall için bile fazla dişli olabilecek bir Rus psikopatı gönderilir. Oysa elbette, süper kahramanlar için fazla dişli diye bir şey yoktur. Haliyle, karısının ölümünün acısını ‘ölmeden okunması gereken 100 kitabı’ okuyarak aşmaya çalışan Robert bu işe biraz ara verip önüne çıkanı devirir, kıza temiz bir başlangıç şansı sunar. Ne demiştik, ne olmak istersen o olabilirsin.

‘Adalet’, bilhassa memleketimiz sinemasının yakasından bir türlü düşmek bilmediği ‘zavallı Rus fahişeler’ klişesine girse de, oraları fazla uzatmıyor ve sıkı bir aksiyon filmine dönüşüyor, neyse ki... Yeni bir ‘Taksi Şoförü’ olmak gibi bir derdi de yok. Ancak, aksiyon iyi de olsa biraz kısa kesmekte fayda vardır, 130 dakikanın seyirciyi düşürmesi kaçınılmaz. Filmin mesajı ise, kahramanımızın okuduğu ‘Don Kişot’a taban tabana ters: Dünya acımasız devlerle ve onlara savaş açan şövalyelerle doludur. Ve genç ve güzel bir kızsan, ne olmak istersen o olabilirsin. Arkanı kollayan karanlık geçmişli bir adalet meleği olduğu sürece...

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema

Etiketler

Orta Yeri Sinema