Uzak’, bize çok yakın bir hikâye anlatıyor. Zamansız ve mekânsız bir hikâye bu: Zorla göç ettirilme.
Oscar ödüllü hem çizer hem yazar olan Shaun Tan, bu defa sözcüksüz, grafik bir kısa roman ile karşımızda. Desen Yayınları’nın Türkiyeli okurla buluşturduğu eser, yerinden yurdundan edilme üzerine harika grafiklerden oluşuyor. “Nedir bu kadar harika olan?” diye soruyorsanız hemen anlatayım. Her şey çok açık, kısa ve öz. Dolaylı değil, doğrudan okuyucunun önüne kabak gibi seriyor, yerinden yurdundan edilen insanların acısını, çaresizliğini ta kalbimizde hissedebiliyoruz. Her bir sayfa ayrı ayrı çarpan etkisi yaratacak denli metafor zengini.
Kapaktan başlayan farklı bir dünya
Kitabın kapağı, elinde bavuluyla sanki başka bir dünyanın içine düşmüş de onu anlamaya çalışan bir adamın sokakta karşısına çıkan sevimli bir hayvana düşünceli düşünceli bakışından bizi içeride nelerin beklediğinin habercisi gibi. Kapağı kaldırdığımızda ise yüzler karşılıyor bizi. Kararlı bir kadın ile başlayıp yorgun bir adam yüzü ile devam eden onlarca yüz var karşılıklı iki sayfada. Genç, yaşlı, çocuk; mahçup, üzgün, şaşkın, telaşlı, mutlu yüzler. Her birinin ayrı ayrı yaşam hikâyesi olan yüzler.
Ardından yazar, bu yüzlerden birini seçmiş gibi başlıyor hikâyesini örmeye. Sıradan bir aileyle karşı karşıyayız bu defa. Ailenin sıradanlığını bir sayfadaki dokuz kutu resim hissettiriyor. Herhangi bir evin içinde olabilecek çeşitli objeler git gide alışılmadık objelere doğru evriliyor sayfalar ilerlerken. Masanın üzerinde yolculuk için alınmış biletler, yerde bir bavul ve duvardan özenle alınıp bavulun en üstüne yerleştirilen aile fotoğrafıyla bilinmeze yolculuk başlıyor. Anne ve kızı, babalarından ayrılıyor. Yazar bizim babayla beraber gitmemizi uygun görmüş.
Sonrası bildik hikâye: yalnızlık ve alışma süreci. Bambaşka bir ülkede, yabancı bir kültürde, dilini bilmediği bir coğrafyada ekmeğin, işin, kalacak bir yerin resmini çizerek insanlarla iletişim kurmaya çalışan bir adam. Merakla sayfalar akıp giderken oldukça sarsıcı bir görüntü alışma rutininin ortasına bomba gibi düşüyor. Hafızada canlanan zorla göç ettirilme sahnesi, göç ettirilenlerin değil de buna zorlananların gözünden resmedilmiş. Ellerinde vakum benzeri kocaman aletler tutan, binalardan bile büyük, yüzleri kapkara ve ortasından ışık süzen tek bir delik ile kurbanlarını gören adamlar, sokaklarda kaçışmaya çalışan insanların üzerine yürüyor. Onları vakumla sırtlarındaki büyük tüplerde toplamaya çalışıyorlar.
Hiçbir göç hikâyesinde böyle bir anıyla karşılaşmamış olabiliriz elbette; ama yaşanılan aslında bu değil mi? Kara delikte yok olma hissi.
Shaun Tan’ın bizi pat diye içine bıraktığı bu hikâyenin daha pek çok görseli içimdeki oyuğu sızlattı. Geçtiğimiz yüzyılda dünyada yaşanan göç dalgalarının etkileri hâlâ devam ederken ve 2015’e sayılı günler kala birbirimizi anlamak için biçilmiş kaftan ‘Uzak’. Hikâyenin sonunu duymak istemeyenler bana kızmasın; kitabın son grafiklerinde bir göçmen ailenin çocuğu olarak hissettim ki yerinden yurdundan edilmiş olsan da aslolan ailendir. Nereye sürülürsek sürülelim tüm acıların merhemi sevdiklerimizin hayatta ve yanı başımızda olması.