Evrim Kaya bu hafta 'kadersizlerin filmlerini'; Galaksi'nin Koruyucuları, Keşke Burada Olsam ve Attila Marcel'i yazdı.
EVRİM KAYA
Galaksiyi kurtaran it kopuk çetesi
Galaksi’nin Koruyucuları
Haftanın en iyisi, Marvel çizgi romanlarının son harikası ‘Galaksi’nin Koruyucuları’, her biri biraz toplum dışı, biraz kadersiz bir grup ‘şey’in bir araya gelerek ‘asil’ bir misyonla dünyayı kurtarmaya soyunmasını anlatıyor. Bilhassa Amerikan sinemasında görmeye alıştığımız bu filmleri kim sevmez? ‘Galaksi’nin Koruyucuları’nın sıkı bir temposu, yerinde kullanılmış özel efektleri, 70’lere uzanan sağlam müzikleri ve hepsinden önemlisi, izleyiciyi aptal yerine koymayan diyalogları var. Dev bütçenin pek gölgelemediği küçücük bir hikâye: Öksüzlerin, yetimlerin, evlat acısı çekenlerin çok da yürek burkmayan yoldaşlığı.
Bu, ‘galaksiyi kurtaran it kopuk çetesi’nin belki de en sevimli üyesi ise, küçük beyinli, koca pazılı kabadayı Drax. Drax, ‘metafor’ denen şeyin anlamını keşfederken, Zoe Saldana’nın canlandırdığı Gamora ile öksüzler güzeli Peter Quill’in sevişmekle dövüşmek arasındaki ince çizgide gidip gelen aşkını izlemenin de bence bir sakıncası yok. Saldana, masmavi olduğu ‘Avatar’dan beş sene sonra bu kez yemyeşil. Üstüne yapışmak mı dediniz? Geçmiş olsun. Lakin ‘soğuk renkler size çok yakışıyor’.
Saniyede 24 kare hayat dersi
Keşke Burada Olsam
Kendisini başrolünde oynadığı ‘Scrubs’ dizisinde tanıyıp sevenleri, 2014 yılında çektiği ‘Garden State’le sinema salonlarına çeken Zach Braff’ın ikinci yönetmenlik denemesi ‘Keşke Burada Olsam’ ise, galaksiyi kurtaramayan, kurtarması da gerekmeyen kadersizlerin hikâyesini anlatıyor. Film, ilk yarım saat - kırk dakika içinde bu işi iyi de kıvırıyor. Ayrıca Amerika’daki Yahudilere dair oyunbaz sahneler ve yerinde gözlemler de içeriyor ama, Braff’ın, belki de ‘Galaksinin Kurtarıcıları’ sayesinde keşfettiği ‘metafor’ denen şeyin suyunu çıkarmasıyla, iki saat süren ucuz bir kişisel gelişim kitabına dönüşüyor ve verdiği hayat dersinin yoğunluğu, saniyede 24 kareye kadar çıkıyor. Size bir iyilik yapıp, hızlıca aktarıyorum: Hayat güzeldir. Aile çok önemli bişeydir. Eskimiş lenslerinizi atmayın..
Bir ‘Belleville’ değil...
Attila Marcel
Haftanın üçüncü kadersizi, ödipal kâbuslarından, bir tür anaç torbacı olan Madame Proust’un sihirli otlarının yardımıyla kurtulmaya çalışan Paul. Hafızanın insana oynadığı oyunlar, her şeye karışan teyzeler, halalar, hep güzeller güzeli olan anneler, aslında göründüğü kadar katı yürekli olmayan babalar, ve bir de insanı her şeye rağmen yaşamaya ve anlatmaya çağıran çocuklar. Derdini söylemeyen derman bulamaz.
‘Belleville’de Randevu’ ile tanıyıp sevdiğimiz Sylvain Chomet’nin animasyon olmayan ilk filmi ‘Attila Marcel’, post-postmodern Fransız kitschi’nin dibine vururken, dilini yutmuş bir başkarakterin sağlayacağı sinemasal imkânları yeterince iyi kullanamıyor. O imkânlar, sizin de aklınıza, henüz izlemediğimiz bir Fatih Akın filmini düşürdü mü?